H.GÜRER
Ülkelerin ekonomik büyüklüğünün ve o ülkelerdeki ‘insanlarının
zenginliklerinin’ en doğru, en dürüst ve en gerçekçi cevabını o ülkenin kişi
başına düşen yıllık “Gayri Safi Yurtiçi Hasıla” (GSYH) verir. Aşağıdaki
yazımızda verilerini Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu gibi kaynaklar baz
alınarak hazırlanan istatistiki verilere dayanmaktadır.
İsviçre 8 milyon nüfusuyla “Dünyanın en küçük ama en zengin
10 ülkesi” arasında yer alan ve gelir dağılımında dünya genelinde kişi
başına düşen 81.000 dolar GSYH[1]
(burada verilen gelir dağılımı kesinlikle herkese aynı oranda düşmüyor!) ile
dünya zenginliğinin yedinci sırasında duran bir ülke. Hem de bunu,
topraklarında petrol, enerji, maden, tarımsal ve kimyasal mamulleri olmadan
başaran bir ülke!
Hiç şüphe yok ki, İsviçre’yi dünya ekonomik ve siyasal konjonktürü
içinde tek başına ele almak bizi yanıltacaktır. İsviçre’nin “yavru vatanı” ve
“küçük İsviçre” olarak bilinen para birimi de yine İsviçre Frank’ı olan "Lihtenştayn
Prensliği/Krallığı"nı görmemek, unutmak yada es geçmek İsviçre’nin ekonomik ve siyasal
yönünün yalnızca bir kısmını görmek olacaktır. Zira, Lihtenştayn Prensliği/Krallığı 35.000 nüfusu ile kişi başına düşen 188.409 dolar GSYH gibi çok yüksek
bir gelir ile dünya genelinde ikinci sırada duruyor!
Dünyanın en zengin bu “iki ülkesi”nin dünya da ekonomi ve
siyasal arenada pek ismi duyulmaz, duyulsa da yumuşak bir algıyla derinliğine
sorgulanıp irdelenmez. Dünya ekonomisinde ve siyasetinde ne gibi belirleyici
etki ve önemi olduğu bilinmemektedir… Kabul edilmelidir ki, bu vb. yazı dizileri
ile bu olgusal durumun tüm yönlerini ortaya koymak tek başına olası değil.
Bunun için hacimli bir kitap çalışması ile çok farklı istatistiki verilerin aktarılmasına
ihtiyaç vardır. Burada yapılmak istenen İsviçre hakkında genelin algısında oluşturulan
“çikolata-saat ülkesi” veya “eşsiz manzaralı, cennetten bir köşe” algısından öte,
bu ülkenin tarihsel ve güncel gerçekliğini, yerküre üzerinde kapsadığı yerden daha
hacimli bir etkiye sahip olduğunu, uluslararası düzeyde ise siyasi ve ekonomik
yaşamda belirleyici öznelerden biri olduğunu okura genel bir bakış açısı ile sunmaktır.
Fiziki büyüklüğünden daha büyük bir ekonomiye ve
bilime, görünen gücünden kat be kat daha büyük bir güce ve etkiye sahip bir
ülkedir İsviçre. Düzenli askeri gücü olmayan, ancak dünyanın her yerinde başka
ülkelerin askeri güçlerini donanımını sağlayan teknik ve askeri mühimat satan,
uluslararası düzeyde silah üretimi ve satışında ilk sıralarda duran bir ülke!
‘Tarafsızlık politikası’ güden ve hiç bir savaşa
girmeyen, ancak savaş bölgelerine silah satan, kendi silahlarıyla vurulan ama
ölmeyip yaralananlara da bu defa ürettiği ilaçları satan, ‘hümanist’ bir ülke!
Savaş bölgelerinde bulunan semayedarların
sermayelerini ‘güvence’ altında tutmak için bankalarını açan, sağlıklarını ve
can güvenliklerini ‘garantiliyen’ sigorta şirketleriyle de milyonlarca insandan
düzenli para sızdıran ve bu sigorta şirketleriyle de bütün
dünyanın servet yönetimini elinde tutan bir ülke! Daha özlü ifade ile, dünyanın
tüm sermayesinin toplandığı bir banka sistemi, ve dünyayı yönetme planının
başkenti konumundadır! Diğer emperyalist ülkeler kadar dünya halklarının gözüne
batmaz. Dünya halklarının gözünde ‘tarafsız’, ‘insancıl’,
‘barışçıl’ ve ‘hoş görülü’ bir ülke imajını yinelemeyi her fırsatta ihmal
etmez. Bunun için de ‘İnsanlık için faydalı hizmeler’de de bulunur. Kızıl Haç,[2]
vb. Uluslararası kuruluşları kurarak ‘tarafsızlık politikası’ rolüyle
bağlantılı olarak yürüttüğü politikaları hümanist bir tül ile örterek, dünya halklarının
bakışından gizlemekte ve kabul edilebilir yapmaktadır. ‘Tarafsızlık’ zırhı,
İsviçre’ye sürekli olarak küçük-büyük tüm güçler tarafından ‘aracı’ rol alması
için başvurulmasına yol açar. Tarih boyunca Cenevre, Lozan ve Montreux
anlaşmaları başta olmak üzere, bu ülkede yapılan binlerce uluslararası antlaşmaları
da biliriz! Bu yazısı ile İsviçre’nin dünya halklarının gözlerinin önüne
çektiği bu ‘gizemli tül’ü biraz olsun aralamaya çalışacağız!..
İsviçre Kuzeyinde Almanya, güneyinde İtalya, Batısında
Fransa, Doğusunda ise Avusturya ve Liechtenstein yer almaktadır. 7,6 milyon
nüfusa sahip İsviçre’de, nüfusun %20,56’sını göçmenler oluşturmaktadır.[3]
Yer altı kaynakları son derece az olan İsviçre, ihtiyacı olan madenleri
dışarıdan alır. Sanayisi için gerekli olan enerjiyi büyük ölçüde hidroelektrik
santrallerinden ve İsviçre’de varolan 5 nükleer[4]
santralden sağlar.
İsviçre’nin yoğun tarımsal üretimi olsa da, (tarıma el
verişli alanların azlığından kaynaklı, en önemli tarım ürünleri; patates, şeker
pancarı, ve çeşitli tahıllar olmakla birlikte şarap üretimi için üzümdür.) bu
üretim ülke ihtiyaçlarını karşılayamayacak düzeyde düşüktür. Sanayisi gelişkin
olan İsviçre’de, Sanayi ve tarım faaliyetlerinin merkezi daha çok orta
İsviçre’yi kapsamaktadır. İsviçre meraları geniş bir yer kapladığından,
hayvancılık gelişmiştir. Özellikle büyük baş hayvan yetiştirilir. Et, süt ve
süt ürünleri üretiminde dünyanın önde gelen ülkelerinden biri durumundadır.
Üretilen sütün önemli bir bölümü çikolata ve peynir imalatında
kullanılmaktadır.
Ekonomisinde Turizm (özellikle de kış turizmi) önemli bir
yere sahiptir. Örneğin 2008 yılında İsviçre’ye gelen yabancı turistlerin 15.6 milyar frank harcadığı resmi
kanallarla açıklanmıştır![5] Yine, bankacılık ve sigortacılık
sektörü, ulaşım (Avrupa ulaşımında önemli bir yeri vardır, kara ve demiryolu
son derece gelişmiştir.) saat imalatı, elektrikli ev aletleri, asansör yapımı,
kimyasal ürünler, hassas teknik aletler ve motor sanayi çok gelişkin olmakla
birlikte, çikolata üretimi, tarım ve hayvancılık, ilaç ve silah sanayi ve
mikroskobik üretimler etkindir. (özellikle zamanının en gelişkin teknolojileri olan makina, motor,
elektronik ve kimya endüstrisi ile dünyadaki en gelişmiş endüstri ülkelerinden
biri arasındadır!)
Tüm bu saydıklarımız, İsviçre tarafından dünya ülkelerine
ihracat edilir. İthalatı ise, genel olarak petrol, ham maddeler, ve çeşitli
sebze-meyve vb. gıda maddeleriyle birlikte, tekstil ürünleri, demir-çelik, deri
mamulleri vb alır.
Yukarı da özet olarak sunduğumuz bölüm, İsviçre’ye
ilişkin genel kabul görmüş bir kısım bilgiden öte değildir. Başta İsviçre
burjuvazisi olmak üzere, diğer emperyalist güçlerinde İsviçre hakkında
kitlelerin bilmesini istediği ‘bilgi’ler işte bu kadarıyla sınırlıdır! Öyle ki,
yukarıda da ifade etmiş olduğumuz gibi, tüm bu etkinlikleri ülke ihtiyaçlarını
karşılayamayacak düzeyde düşüktür! O halde ülke ihtiyaçlarını dahi
karşılayamayacak durumda olan bir ülke nasıl olur da dünyanın en önde gelen ekonomik
kapitalist güçlerinden biri olabilir?
‘Mason’luktan Dünyayı Yöneten Merkez Olmaya Doğru!
Fransız Devrimi[6] ile birlikte başlayan süreçte,
Avrupa’da masonik gizli devletler kurulmaya başlanır. Bu bir zat Napolyon eliyle yapılmaktadır.
1795 yılında Fransız Ordusu Hollanda’yı
istila eder ve Hollanda donanmasını esir aldıktan sonra Batavia Cumhuriyetini
kurar. 1789 yılında bu defa
Fransız orduları İsviçre’yi işgal eder ve 16.yüzyıldan bu yana, İsviçre’de
bulunan mason örgütlenmesi güçlendirilip, devlet düzeyinde ki gerekli masonik
örgütlenmeler yapıldıktan sonra 1815 Viyana kongresi ile İsviçre’nin
bağımsızlığı ve ‘tarafsızlığı’ tüm dünyaya açıklanır. Batavia ve Helvetia (yani İsviçre) kurulan mason
devletlerinden yanlızca bazılarıdır.
Batavia'yı değerli taşların merkezi, İsviçre ise
banknot karşılığı toplanan tüm altınların merkezi yapılır. Şüphesiz ki tüm
bunlar, Napolyonun imparatorluğunun savaş giderlerini finanse eden Yahudi
efendilerin planlarından yalnızca bir kaçıdır! Böylece, özel olarak Avrupa’ya genel olarak da
dünyaya yeni bir dizayn yapılmış, ve yeni bir statü getirilerek buna göre de güçler
dengesi kurulmuştur!..
Küçük ve çarpıcı bir örnek verecek olursak; İsviçre
bankalarındaki altının toplamı Orta ve Güney Amerika ve Afrika’da ki
altınların, yani tüm yoksul Asya'nın rezervlerinin toplamından bile fazladır.
Bunun böyle olmasının şühesiz ki bir çok nedeni var: Bu nedenlerden biri,
sadece kağıt olarak basılan Dollar'ın hareketlerinden etkilenilmemesi,
gerekirse gelecekte efendilerini tanımaması imkan dahilinde olan ABD'yi
çökertmesi, ekonomisini Arjantin gibi mahvetmeye karşılık tutmaktadır.
İsviçre Bankacılığı, doğrudan dünya zenginlerinin ‘karanlık’
kasasıdır. İsviçre bu konumuyla dünya zenginlerinin orta Avrupa’da ki üst’ü, en
güvenli limanlarıdır! ABD batsa bile İsviçre sonsuza dek ‘tarafsız’ olarak
yaşatılması planlanmış önemli bir sisteme sahip bir ülke, dünyayı yöneten
önemli merkezlerden biridir! Keza, mali ve siyasi istikrarından ve gizli bankacılık
politikasından dolayı, dünya para piyasasının ve kara para aklamanın ve pek
tabi ki tefeciliğin önemli merkezlerinden biridir. Bu ve daha aşağıda ifade
edeceğimiz bir çok özelliği ile de, dünya emperyalist sistemi içerisinde
ayrıcalıklı bir yere sahiptir.
Görünmez el, gizemli Tül!
İsviçre, bildiğimiz diğer emperyalist ülkelerin
çoğu gibi, gerçek anlamda bir veya birçok koloniye sahip olmamıştır. Keza, ne
emperyalist savaşlara doğrudan katılmış, ne de sömürgeci savaşlarda yer
almıştır! Ancak, sınırlarını çevreleyen avrupa emperyalist güçleri arasında
görece ‘olmayan’ rakamlarla uzun yıllardan beri yerini en ön sıralarda
almaktadır. Bunu nasıl başarmıştır? Tabi ki İsviçre’nin banka ve endüstri
burjuvazisi çok yönlü ve bilinen emperyalist güçlerin standartlardan çok daha
çeşitli, özel etken ve yöntemlerle kendi gerçekliğini maskeleyerek bunu
başarmıştır.
Bu maskelerden biri;
kendini çevreleyen emperyalist güçlerle Pazar kapma ve yayılmacı bir politika
izleme ve askeri güç dalaşına girmek yerine, Avusturya, İngiltere, Almanya,
Fransa ve ABD gibi büyük emperyalist güçlerin gölgelerinde kalarak, siyasette ‘ebedi
tarafsızlık’ maskesini takmış ve bu güçlerle en baştan itibaren ‘uyumlu’ bir
siyaset izleyerek yapmıştır.
İkincisi; Cenevre de kurulan, Kızıl Haç (La
Croix-Rouje) olmak üzere, benzer kuruluşlar üzerinden ‘hümaniter hizmetler’
vererek uluslararası düzeyde ‘insani politikalar uygulayan’,‘insani yardımlarda
bulunan’ bir ülke olarak kendisini algılatmaktadır.
Üçüncüsü; Avrupanın göbeğinde, kapsadığı coğrafi
özelliklerden kaynaklı, kendisini her fırsatta ‘küçük ve zararsız bir ülke’
şeklinde tanımlayarak, ‘küçüklük’, ‘zararsızlık’, ‘zayıflık’ edebiyatı ile tüm
dünyanın gözleri üzerine görünmez bir el ile gizemli bir tül örtmeyi
başarmıştır. Buna neden ihtiyaç duymuştur/duymaktadır? Çünkü, İsviçre
emperyalist sisteminin kapsamı, gücü, ağırlığı ve dünya emperyalist sistemi
üzerinde ki etkisi ve belirleyici rolü kitleler tarafından bilinmesin ve
görülmesin diyedir. Böylece, dünya halklarının ve uluslararası devrimci
hareketlerin, başka emperyalist ülkeleri (örneğin ABD’yi) tek başına ele
alarak, dünya emperyalist sistemi içerisinde İsviçre’nin rolünü gözden
kaçırması, manüpüle olması anlamına gelecektir!
Bu şekilde, İsviçre’nin emperyalist sistem
içerisindeki tayin edici rolü de sol ve komünist hareketler tarafından görül(e)memiştir.
Lenin ‘Emperyalizm’ yapıtını 1916 yılında Zürich’de yazmasına karşın, İsviçre
emperyalizmi üzerinde çokça durmadığı gerçekliği de orta yerdedir! İsviçre emperyalist
sistemini sol ve komünist hareketlerin teferruatlıca irdelememiş ve emperyalist
sistem içerisinde ki asli rolünün ortaya koyul(a)mamış olmasında ki nedenlerden
biride budur! Bu yanılsama, İsviçre emperyalizminin emperyalist sistem
içierisinde sahip olduğu ağırlığı azaltan, marjinal, yani kısaca temel olarak
diğer emperyalis ülkelerden daha ‘önemsiz’ olarak görülmesine sebep olmuştur. Oysa
kesinlikle İsviçre tek başına önemli bir emperyalist ‘güç’ değil, emperyalist
sistemin dünyayı yöneten merkezlerinden biri ve aynı zamanda dünya
zenginlerinin gizli başkentidir!.. Bu sebeple İsviçre’nin emperyal sistem
içerisindeki önemi-yeri ve niteliği kitlelerden saklı tutulmaya özel bir önem
verilen, sömürücü ve emperyalist niteliği silikleştirilmiş bir ülke olarak kitlelere
gösterilmek istenmektedir, ki bu da önemli ölçüde başarılmıştır!
İsviçre coğrafi olarak da Avrupa da stratejik bir yere
sahiptir. Etrafını çevreleyen Almanya, İtalya, Fransa, Avusturya ve
Liechtenstein gibi Avrupalı emperyalist güçlerin tam da merkezinde konumlanmış
olması ve bu denli ayrıcalıklı bir yapıya sahip olması tesadüfi değildir!.. Coğrafi
olduğu kadar, siyasi ve ekonomik otoritesi bakımından da, yüzyıllardır Avrupalı
emperyalist güçler içinde merkezi bir öneme ve role sahiptir!
16.Yüzyıldan buyana, Avrupalı tüccarlar, bankacılar ve
uluslar arası krediciler ağının içinde ve de bir zat merkezinde bulunan Zürich,
Cenevre ve Basel’li bankacı ve tüccarlar, kısa süre sonra gelişmekte olan batı
ve güney Avrupa kapitalistleriyle birlikte oluşturulacak olan “ticari üçgen”
ismini verdikleri, esasında ise “bermuda şeytan üçgeni”nden farkı olmayan bu
bileşim ile, geri kalan dünya ülkelerinin sömürülmesine dönük faaliyetlerde
bulunacaklardır.
İsviçre’li bankacı ve tüccar zenginlerinin büyük bölümünü
oluşturan SİON tarikatı elemanlarıydı! Keza, İsviçre de SİON ve LYON
şehirlerinin, Fransa da NYON şehrinin isimlerinin dahi tarikat tarafından
belirlenmesi, bu gerçeği gözler önüne sermeye yetecektir. İsviçre’nin ‘SİON’
şehri tarikatın ismini çağrıştırdığı için koyulmuştur ve uzun bir dönem de SİON
şehri tarikatın üssü olarak kullanıldığı kimi tarihçiler tarafından iddia
edilmektedir! Görünürdeki SİON tarikatının başkenti ise Cenevre'dir! İsviçre’deki SİON
örgütlenmesinin büyümesi, sermayelerine sermaye kattıkları dönem, ağırlıklı
olarak 17.yüzyılla başlayan 18.yüzyıldan 19.yüzyılın ortalarına kadar uzanan bir
dönemsel evreyi kapsamaktadır.
Bunların Avrupa kıtasının dört bir yanına yayılmasının ve
devasa servetler oluşturmasının kaynağı ise bu dönemlerde Avrupa ve Amerika da
oluşturulan devasa tarım komplekslerinde çalıştırılmak üzere Afrika’dan zor ve şiddet
yoluyla götürülen binlerce ‘köle’nin[7]
sömürüsüne dayanmaktadır! Ve pek tabi ki Afrika kıtasında çıkmakta olan başta
altın yataklarının yağmalanması, ardından da değerli taşların, mücevherlerin,
zümrüt ve elmasların da soyulmasıdır! Ünlü Amerikalı ressam Oswaldo Guayasamin’in de belirttiği gibi altın
ve gümüş elde etmek için girişilen fetih ve katliamlar 70 milyon insanın
hayatını etkileyecektir.
İsviçre burjuvazisi kendi çıkarlarını her daim, büyük
emperyalist güçlerin arasında ki çelişkilerinden ustaca faydalanarak korumasını
bilmişlerdir.[8] Bu konu da Hubert Bonin ve Michel Cahen isimli yazarların Fransızca
yayınladığı ve ilgili bölümün bir kısmını Türkçe aktardığımız “Siyah Afrika Beyaz Ticaret” adlı
kitabında İsviçre’nin
Afrika Sahrasında ki ‘Ticaretlerine’ değinilmiştir. Bakalım ne diyorlar; “1828 yılından itibaren
Basler Mission ve mahiyeti olan Basler Handelsgesellschaft (Basel Ticaret
Şirketi) ve Basel oligarşisinden oluşan ticaret adamları (Burckhardt ailesi,
Merian, Iselin, Ehinger, Vischer) bugünkü Gana Cumhuriyeti’nin sahil kıyısına
yerleşirler. Bu grup daha sonra bu bölgenin sömürgeleştirilmesinde İngiltere
aracılığı ile önemli roller oynar ve 1874 yılında da İngilizlerin koloni
kurmasını sağlarlar. 19.yüzyılın 60’lı yıllarında, İngiltere parlamentosuna
yaptıkları etkin lobi faaliyeti sayesinde, İngiltere’nin Aschanti Krallığına
karşı yürüttüğü sömürge savaşına da doğrudan katılırlar.[9]”
Daha da açıklayıcı olabilmesi için ‘Hans Werner
Debrunner’ isimli
yazar “Schweizer im Kolonialen
Afrika” isimli kitapda bakın ne diyor;
“Bu çabalarına karşılık
Baselli tüccarlar İngiltere denetimine giren Gana’da da ticari kolaylıklar elde
ederler ve Basler Handelsgesellschaft 20.yy başında dünyanın önde gelen kakao
ihracatçısı durumuna gelir (1890 ve 1910 yılları arasında Gana’da ortalama olarak
% 25 net kâr sağlarlar).” [10]
İsviçreli tüccarların bu ülkedeki etkisini ve bu
ülkeyi nasıl arka bahçeleri olarak gördüklerini anlatabilmede açıklayıcı olması
için bir anekdot daha düşelim: Gana bağımsızlığını 1957 Mayıs'ında kazanır. Bu
bağımsızlık ilanına ilişkin İsviçre’nin Ulusal bayramında İsviçreli bir
yetkili, konuşmasında yüzlerce insanın önünde sözlerini “Yaşasın İsviçre’nin
Gana kantonu” biçiminde bitirmesi alır. Buradan da
görüleceği gibi, İsviçre’li tüccar ve bankacı
zenginlerin,
İngilizlerin köle ticaretine sağladıkları katkılarla, 150 yıllık koca bir zaman
içinde, İngilizlerin gelişen endüstri devriminden de en üst düzeyde
faydalananlar yine İsviçre’li tüccar ve bankacı zenginler olmuştur!..
19.yüzyıla gelindiğinde ise, başta ABD olmak üzere,
Fransa, Almanya, İngiltere, Hollanda ve Belçika kapitalist gelişmesini hızla
sürdürürken, İsviçre’de coğrafi konum olarak tam ortalarında bulunduğu bu
kapitalist sistemlerin gerisinde kalmamış, elektronik ve kimya endüstrisi başta
olmak üzere, gelişkin makine ve motor endüstrisiyle kapitalist gelişimini
sürdürmüştür. Bu gelişimiyle de, dönemin ve günümüzün en gelişmiş endüstrisine
sahip kapitalist ülkeler arasında yerini almıştır.
Zamanın ibresi, 19. yüz yılın sonu ve 20. yüzyılın
başlarını gösterdiğinde (1850 ve 1914 yılları arasında) kapitalizmin bir üst
aşamaya, yani emperyalizme evrildiği bu dönemlerde emperyalizmin ve
sömürgeciliğin de devase boyutlara tarih sahnesinde tırmandığı dönemdir. Yukarıda
ifade ettiğimiz gelişkin ve gelişmekte olan kapitalist ülkeler, sömürgecilik
yarışında bir birlerini geçmeye çalışmaktadır. Özellikle de, Asya’nın bir
bölümünü ve Afrika kıtasının ise hemen-hemen tamamını askeri olarak işgal eden
İngiliz ve Fransız kapitalizmi, buralara büyük sermaye ihracı yaparak kendilerine
bağlı koloniler kurdular. Bunlarla da yetinmeyip, Pers ve Osmanlı
imparatorluğundan, Tayland’a ve buradan da Çin’e kadar etki alanlarını
genişlettiler.
Tüm bu evrelerde İsviçre’nin orta Avrupa’da durumu
neydi? Avrupa emperyalistleri arasında ekonomik-politik ve siyasal olarak etki
alanları ne düzeydeydi? Fransa ve İngiltere gibi emperyalist güçler askeri
olarak hamleler yaparken, İsviçre’nin hamleleri ne düzeyde ve kapsamdaydı?
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, İsviçre savaşlara bir
fiil katılmamıştır. Ancak, yanı başında bulunan emperyalist güçlerin yürüttüğü
savaşlardan ise maksimum seviyede –ekonomik ve siyasi olarak- faydalanmasını
bilmiştir. Keza, denizlerde kıyısı olmadığı halde, büyük bir deniz filosuna
sahip dünyada ki tek ülkedir. Deniz filosu İtalya, Hollanda ve Fransa
limanlarında bulunur. Çok uzak tarihsel
evrelere gitmeden, İsviçre’nin bundan tam 99 yıl önceki bir istatistiğine göz
atalım.
Emperyalistlerin, dünya pazarlarını paylaşmak için
küresel çapta yürütmeye hazırlandıkları I.Emperyalist paylaşım savaşının henüz
başlama arifesinde, İsviçre savaş davulları
sesleri arasında, dış ülkelere büyük sermaye ihracı ile çok yönlü ve büyük yatırımlar yapar.
Şunun da altını çizelim, I.Emperyalist paylaşım savaşından beri İsviçre dünyanın önde gelen
finans merkezlerinden birine yükselmiştir. Günümüzde ise dünya da ilk beş
arasında yerini korumaktadır. Çünkü, İsviçre finans sektöründe diğer
emperyalist güçlerce ayrıcalıklı bir yere sahiptir: Bu ayrıcalıkların başında
şüphesiz ki dünya kapitalistlerinin sermayelerini ‘güvence’ altında tutmak
istedikleri bankaları geliyor. Ayrıca, İsviçre’nin bankaları tek başına
‘güvenilir’ değil, aynı zamanda finans merkezlerinin dünya çapında iş bölüşümünde
de özel bir yere sahipler. Bu bankalar servet (fortune) yönetimi ile ilgili
operasyonlar da uzmanlaşmış durumdalar. Sadece
bankaları dersek sigorta şirketlerine haksızlık etmiş olacağız. Sigorta
şirkerleri İsviçre’yi yöneten, dünya sermayesine yön veren unsurların başında
geliyor. Öyle ki ; İsviçre sigorta şirketlerinin bütçeleri bir çok dünya
ülkesinin GSYH’sine sahip zenginliktedir! İsviçre sigorta şirketlerinin İsviçre
Parlementosunda milletvekili ve bakan koltuklarında oturan 180 çalışanı olduğu
açığa çıkmıştır. 200 üyeli Ulusal Konsey, 46 üyeli Eyaletler Konseydinden oluşan
bir parlementoda 180 parlamenterin sigorta şirketlerinin aynı zamanda resmi
çalışanı olduğu gerçeği, o parlamentoda çıkarılan yasaların kime ve neye göre
düzenleneceğinin de açık bir gerçeğidir!
Başta İsviçre’nin olmak üzere, diğer kimi
emperyalist güçlerin 1913 yılında ki dış ülkelere yaptığı yatırımların
istatistik verilerini karşılaştıran “On dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda
uluslararası bağlamda İsviçre”[11]
isimli kaynakta ve “Küresel ekonomide İsviçre, Zürich.1990”[12]
isimli kaynaklarda şu tablo yer alıyor:
İsviçre’nin 1913 yılında, dış ülkelere yaptığı
yatırımlar, yatırım yapılan ülkelerin nüfus oranına göre ve dolar bazında yapıldığı
ortaya çıkıyor. Buna göre de,
Yatırım Yapan Ülke Kişi başına yatırdığı miktar (dolar
bazında)
İsviçre 700 $
İngiltere 440
$
Hollanda 320
$
Belçika 250
$
Fransa 230
$
Almanya 70 $
ABD 40 $
Bu verilere göre de, İsviçre diğer ülkelere oranla,
kişi başına 700 dolar yatırım yaparak en fazla yatırımı yapmıştır. (Bu yatırımları
nasıl yaptığını ve yönlendirdiğini aşşağıda kısaca ele alacağız.) Bu ‘özel’ durumu şüphesiz ki
irdelenmeye değerdir. Ancak, İsviçre’nin 20.yüzyıl başlarında ki bu durumu, son
100 yıllık tarihinde ki demografik gelişme seyrini izlediğimizde, dış ülkelere
yaptığı yatırımları incelediğimizde ilk ve son olmadığını göreceğiz. Aksine
incelendiğin de görülecektir ki son 100 yıldır hemen-hemen tüm kategorilerde
adeta şampiyon durumundadır!
Örneklerimizi daha yakın bir geçmiş üzerinden vererek
ilerleyelim;
Dünya da bulunan pek çok sektörde uluslar arası şirketlere ve çok uluslu firmalara
sahip ülkelerin baş listesinde İsviçre olduğunu biliyor muyuz? Bunu 1990
yılında İsviçre’nin ‘Federal İstatistik Ofisi’ açıklamış bulunuyor. Uluslararası alanda yatırım ve
faaliyette bulunan bu
firmalarından biri dünya gıda devi olan Nestlé şirketidir. Yabancı ülkelerde
(dünyanın hemen her ülkesinde) gıda alanında en fazla şubesi olan ve en yüksek
kârlar yapan şirketlerden biridir.
Otomosyon[13]
ve enerji teknolojisinde ‘ABB’ isimli çok uluslu
şirketi ise dünya genelinde ilk ikinci veya üçüncü sırada yer almaktadır. 2007 yılında dünya
Pazar’ına 2,5 milyon farklı ürün sağlayan ‘ABB’ şirketidir!
İnşaat sektöründe dünyanın dört bir yanında
faaliyet gösteren ‘Holcim’ şirketinin yanısıra, ‘Swatch’ markasıyla Dünyada ki
saat ihtiyacının %58,7’sini karşıladığı bilinir. İsviçre saat sektöründe dünya
lideri konumundadır! İlaç
sektöründe ise, ‘Novartis’ şirketi dünya da dördüncü sırada gelirken, ‘Hoffmann-La
Roche’ ise sekizinci sırada yerini alıyor. Tarım sektöründe yine ‘Syngenta’
metal üretim sektöründe ‘Xstrata’ ise dünya da ikinci yada üçüncü sıralarda
yerlerini alıyorlar.
Bitmedi daha, mikromekanik ve mikroelektronik
üretimde dünya birincisi, sigortacılık alanında sigorta ‘Zürich’ dünya
sıralamsında yedinci! Geri ödemeli (yani ‘réassurance’) sigortacılık alanın da
ise ‘Swiss Re’ uzun yıllardır dünyada birinciliği elinde tutuyor. Bankacılık
sektöründe ise durum çok farklı değil; ‘UBS’ dünyada ki ilk beş bankadan biri. ‘Crédit
Suisse’ ise dünya sıralamsında ilk 15 banka arasında yerini alıyor. İsmini
saydığımız tüm bu firmalar, verilere göre, son on yıllarda akıl tutulmasına yol
açacak büyüklükte tarihi kârlar elde etmekteler!..
Bu sıraladıklarımız yüzlerce şirket ve firmadan
yalnızca bildiklerimiz ve dünyanın zirvesinde olanlar. Tabi bunlar İsviçre
sisteminin, emperyalist sistem içerisinde ki yerini ve ağırlığını
belirginleştirmek için kimi çevrelere yetersiz gelebilir. Ancak bizce, bu oranı
açığa çıkaracak bir diğer ölçüt ise, İsviçre emperyalizminin yabancı ülkelere
doğrudan yapmış olduğu yatırımların kapsamı ve miktarıdır. Bu durumunu 2002
yılında açıklayan İsviçrenin ulusal basını ve ‘Tribune de Genève’ gazetesi,
yüksek miktarda yabancı ülkelere yapmış olduğu doğrudan yatırımın 300 milyar
doları aştığını belirtmişlerdir. 2002 yılında bu yatırım ile, dünya
sıralamsında sekizinci sıraya yükselen İsviçre, yabancı ülkelerde ki bu
yatırımlarını yönlendiren firmaları aracılığı ile de, dünya genelinde 2,9
milyon çalışanı sömürdüğü açığa çıkıyor. Bu miktar İsviçre içinde
sömürdüklerinin neredeyse 1,5 katına tekabul ediyor! Peki bu dış ülke
yetırımlarının yoğunluklu bölgeleri nereler? Bakın buna yanıtı 2002 yılında
‘Neue Zürcher Zeitung’ ne yanıtı veriyor? ‘179 milyar doların yaklaşık yarısına
tekabül eden İsviçreli net yabancı yatırımının yaklaşık yarısı özellikle Asyalı
ve Güney Amerikalı bağımlı ülkelerden çıkarılmaktadır.[14]’!..
İsviçre bankalarıyla,dünyanın finans merkezi
durumunda. Ve dünya piyasasında en büyük oyuncu konumuna sahip. İsviçre
bankaları, milyarlarca doları yöneterek, dünyanın zenginlerinin %27’sinin
sermayesini elinde tutuyor ve başka ülkelere bu paraları borç vererek faiziyle
devasa gelirler elde ediyor. Bu yalnızca İsviçre sınırları içerisinde ki
miktarı ifade ediyor. İsviçre ‘sınır ötesi varlık yönetimi’ ile, 2,3 tirilyon
doları işleten ve yöneten dünyada ki en büyük ekonomik aktörlerden biri
konumunda!.. Keza bankalarının dışında da ‘sınır ötesi varlık yönetimi’nde
ikinci sırada sigortaları yer alıyor!.. İsviçrenin bankalarının finans kapsamı
bir çok ülkenin demografik yapısının çok üstünde. ‘Boston Consulting Group,
2009’ istatistiğinin verilerinde uluslararası özel bankacılık tarafından
yönetilen varlıkların ülkelere göre dağılımını şöyle veriyor:
Suisse / İsviçre
|
27%
|
Royaume-Uni / Birleşik Krallık
|
25%
|
Luxembourg / Lüksemburg
|
11%
|
Caraïbes / Karayip
|
12%
|
Singapour et Hong Kong / Singapur ve Hong Kong
|
10%
|
Etats-Unis / ABD
|
8%
|
Autres / Diğer
|
7%
|
Kaynak: ‘Boston Consulting Group, 2009’
Özetlersek;
İsviçre, bu özellikleriyle de, dünyanın ekonomisine
ve dolayısıyla da siyasal gücüne sahip olan şirket ve firmaların oluşturmuş
olduğu çok elit ve küçük bir çevrenin içerisinde yer almaktadır. Bu pozisyonu
ile, uluslararası emperyalist güçler arasında önemli bir yere sahip oluyor.
Mesela, Amerikalı çokuluslu şirketlerin beşte birine, İngilizlerin üçte-birine,
Almanların ise yaklaşık olarak yarısına ulaşmış durumda. Bu tablodan da
görüleceği üzere, İsviçre emperyalizmi, dış ülke yatırımları ile dünyada
dördüncü sırada yer almaktadır!..
Peki bu yatırımları kimler üzerinden ve nerelere ve
nasıl yapar? Dünya ekonomisine ve siyasetine yön veren güçlerden biri
olabilmek, ve dünya kaynaklarını ele geçirip diğer millet ve ulusları boyun
eğdirip kolayca sömürebilmek, ama tüm bunları yaparken de, dünyanın gözlerine
‘iyilik’ tülü geçirebilmek son derece önemli.
Yapılan yatırımların hemen hepsi, yatırım yapılan
ülkeye ‘iyilik’ içindir. O "ülkenin kalkınması" ve tabi "işsizliğine
çözüm bulunması"dır! Bir çok yatırım ‘alt yapı yatırımı’dır. Ve bunlar o
ülkeye aslında ‘borç’ olarak verilir. Yapılan bu ‘yatırım’lar, yani verilen bu
borçların tek bir şartı vardır; tüm yatırımın projeleri kendi ülkesinin
firmaları tarafından gerçekleştirilmesi şartıdır. Bu şekilde para, o yatırım
yapılacak ülkede bulunan İsviçre’nin şirketokrasi üyesi olan işletme ve
firmalarına verilir. Böylece para İsviçre’yi terk etmez bile, sadece İsviçre’de
ki banka kasalarından, yine İsviçre de ki kendi şirketlerine aktarılır. Yani,
yatırım yapıldığı söylenen para, bir elden diğer ele verilerek anında geri
gelir. Ama yatırım yapıldığı söylenen ülke bu şekilde borçlanır ve hem ana
parayı, hem de faizini ödemek durumunda kalır. Ödeyememesi halinde ise yapılan
şey çok açıktır: BM üyesi bir ülke ise, BM de vereceği oyun kontrolüne sahip
olunur, topraklarında ki zenginliklere ve değerli kaynaklara kolayca erişim
sağlanır, ihtiyacı olan malların ithalatını bedavaya getirir vb. ABD ise bu işi
o ülkenin topraklarında askeri üsler kurulmasıyla, petrol ya da Panama Kanalı gibi
değerli kaynaklara erişimin sağlanması gibi yöntemlerle yapmıştır. Her
emperyalist ülkenin yöntemi aynı olmamakla birlikte, talepleri ise ihtiyaca
göre farklılık arz ediyor.
"İsviçre burjuvazisi (sanayi ve banka
çevreleri başta olmak üzere) sömürgecilik dönemi boyunca önemli bir engelle
karşılaşırlar. Bu engelin nedeni ise, İsviçre ‘zayıf’ bir askeri güce sahipti
ve en önemlisi de denizlere doğrudan açılmıyordu. Buna karşın Hollanda ve
Belçika gibi kıyaslanabilir ülkeler denize açılabiliyorlardı ve böylece
sömürgecilik istilasına katılabiliyorlardı. 1870 Fransa-Prusya savaşında ve
Birinci Dünya Savaşı sırasında önde gelen İsviçreli çevreler, denizlere açılan
bir giriş olarak ülkeyi ya İtalya ya da Fransa’ya doğru (Genova ya da Toulon) genişletmeyi
hayal ediyorlardı. 1914-1915 yıllarında ciddi olarak tarafsızlığı bırakmayı ve
Alman emperyalizminin yanında savaşa katılmayı hesapladılar. Savaştan galip
gelme durumunda ganimetten pay olarak, Akdeniz'e bir giriş ve Afrika’daki bazı
sömürgeleri hesaplıyorlardı. Ama sonuç olarak bu maceranın iç ve dış politika
için çok riskli olduğuna karar verip tarafsız kalmayı sürdürdüler. İsviçreli
sanayici ve bankacılarının her iki taraftan savaşa katılanlarla yaptığı kârlı
kazanca bakılırsa bu karar kendisini telafi etmiştir.”[15]
Gözlere çekilen ‘iyilik’ tülünün bir başka ayağı,
Kızıl Haç’dır! Ulusal
Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri, neredeyse dünyadaki tüm ülkelerde
bulunmaktadır. Şu anda 186 ulusal dernek Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay
Dernekleri Federasyonu ( IFRC) tarafından tanınmış ve tam üye kabul edilmiştir.
Dünyanın her köşesinde ciddi etki ve faaliyetleri olan Kızıl Haç, İnsanlık için faydalı hizmetler ve
politika rolüyle bağlantılı olarak yürütülen tarafsızlık politikası, İsviçre
emperyalizmini dünya düzeyinde geniş kitlelerin bakışından gizlemekte ve kabul
edilebilir yapmaktadır. Bu da sürekli olarak İsviçre’ye büyük güçler arsında
aracı rol alması için başvurulmasına yol açmaktadır. 1894-1897 yılları arasında
Fransa’nın Bern büyükelçisi olan Camille Barrere, bu stratejiyi inceler ve şunu
yazar: “İsviçre’nin deniz filosu aracılıktır.”!!![16]
WSL-EPFL ve CERN
ile yapılan uluslararası hamleler
WSL (İsviçre Federal Araştırma Enstitüsü WSL) ülkenin en temel araştırma ve en önemli bilim
kuruluşu olarak uluslararası düzeyde en ileri araştırma kuruluşu olma ününe
sahip! Ülkenin Temel Araştırmalarını Yapıyor. Temel araştırmalar yaparak
İsviçre'nin ilgili konudaki temel politikalarını oluşturmaktadır. Değişik
ülkeler ile işbirliği yapmakta temel problem çözmek üzere şekillendirilmiştir.
Kurumda 500 kişi çalışıyor. Bu kişiler kendi alanlarında uzman ve bilim
insanlarından oluşmakta. Bu güçlü akademik kadrosu ile üniversitelerle
yarışıyor. Hatta belirli alanlarda üniversitelerden daha etkili bir konuma
sahip. Enstitünün orman, tarım, kar, ekoloji ve toprak bilimi konularında ise
İsviçre’nin değişik bölgelerinde birimleri bulunmaktadır. Her bir birim kendi
başına gelişmiş durumdadır. Örneğin Zürih yakınlarındaki Birmensdorf
merkezindeki laboratuarlar göz kamaştırıcı niteliktedir. Bu kurumun yıllık
bütçesi 65 milyon İsviçre frangıdır!
Enstitüye alınma koşulları ve birimlerin başına gelen
kişiler çok başarılı, içeride ve dışarıda varlığı bilimsel olarak kabul edilmiş
bilimcilerden oluşmaktadır. Ölçütlerine bakıldığında ise kriterlerinin yüksek
olduğunu göreceğiz. Bu kurumda yalnızca kendi alanında uzmanlaşmış ve doktora
yapmış kimseler çalışabiliyor. İsviçre’nin en ileri araştırma enstitüsü olarak
bilimsel birikimi olan, başarılı araştırmalara imza atmış, çalışma performansı
yüksek kişileri seçtikleri biliniyor. Tabi sadece bu kadar da değil, Enstitünün
kendine özgü bir çalışma disiplini var. Örneğin WSL'de bulunan bilim insanları zaman-zaman 5 yıl içinde belirli sayıda
proje ve makale üretemeyen, yeni-yeni bulgulara ve araştırmalara imza atmayan, tezler
hazırlayamayan kişiler enstitü ile ilişkileri kesiliyor. Bunun nedeni sınırlı
olan kontenjanı verimsiz kimselerle sınırlamamak, üretimsiz kimselerin ilişkisi
kesilerek yeni-genç-dinamik ve üretim potansiyeli olan kimseleri alarak bu
kurumun niteliğini sürekli yukarıya doğru çekmektir! Bu Enstitüde belirttiğimiz
gibi doktoralı kişiler çalışıyor. Ancak üniversiteler ile işbirliği içinde
öğrenciler de alınıyor ve araştırmalar yapıyorlar! İsviçre’nin bu kuruluşun
çatısı altında topladığı 500 bilim insanı, İsviçre sisteminin de Akil adamları
konumundadır. İsviçre’nin uluslar arası ve ülke içinde ki tüm hamleleri, en
ince ayrıntısına kadar incelenip, hesaplanıp planlanarak bu laboratuarda
üretilip çıkıyor.
Durum yalnızca bu kadarıyla sınırlı değil. Lozan şehrinde
bulunan “İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü Uzay Merkezi (EPFL)” uzay araştırmaları yapan ve aynı zamanda da uzay
mekiği/uydusu üreten bir merkez. Henüz birkaç yıl içinde 2009-2010 yıllarında
ise EPFL’in ürettiği iki uydu uzaya gönderilmiştir.Yani İsviçre uzay sahasında
da önemli çalışmalara sahip olmasına karşın, bu çalışmalar dünya kamuoyunun
gözünde kaçmaktadır. Çünkü diğer emperyalistlerin çalışmaları İsviçre
emperyalizmini gözlerden uzak tutmaktadır.
“Nükleer Araştırmalar için Avrupa Konseyi anlamına gelen CERN, Avrupa’nın "Parçacık Fiziği
Çarpıştırma Laboratuarı" ve aynı zamanda
dünyanın en büyük atom hızlandırıcı laboratuarı durumundadır! CERN
İsviçrenin Cenevre şehrinde ve Fransa sınırında bulunmaktadır. Ve CERN’de ki
deneylere yaklaşık 80 ülkeden 500 üniversiteyi temsil eden 6.500 civarında
bilim insanı (bu rakam dünyadaki parçacık fizikçilerinin yarısı demektir!)
CERN'e gelerek kendi araştırmalarını gerçekleştirmektedir. CERN, Nobel
ödüllerini de içeren önemli keşiflerin yapıldığı bir merkezdir.
CERN II. Emperyalist paylaşım savaşından sonra
Avrupa'nın fizik alanında ABD'ye yetişebilmesi için 12 Avrupa ülkesinin (Belçika,
Almanya, Fransa, Danimarka, Hollanda, İngiltere, İsveç, İsviçre, İtalya,
Norveç, Yugoslavya, ve Yunanistan) işbirliği ile 1954 yılında kurulmuştur.
Kurulduğundan bu yana Laboratuvar, uluslararası işbirliğinin başarılı bir
örneği olarak hizmet vermektedir. 1959'da Avusturya, 1961'de İspanya, 1986'da
Portekiz, 1991'de Finlandiya ve Polonya, 1992'de Macaristan, 1993' te Çek ve
Slovak Cumhuriyetleri, 1999'da Bulgaristan'ın katılımı ile üye sayısı 20'ye
ulaşmıştır. Gözlemci olarak katılan ülke sayısı 8'dir. Bugün CERN’e üye bu 80
ülke kendi ülke nüfusunun sayısına göre CERN’e üyelik aidatı ödüyor! Bu da her
yıl milyarlarca Euronun İsviçre’ye akması anlamına geliyor. Bunun dışında 6.500
çalışan bilimcinin, yine bu rakama yakın dünyanın her tarafından gelen stajer
öğrencinin bu ülkedeki yeme-içme-konut-sağlık vs. Ekonomik istihdamı ve gereksinimlerini/harcamalarını
hesaplamak önemlidir!
CERN, EPFL ve WSL örneklerindende görüleceği gibi,
İsviçre orta avrupa da, emperyalizmin en güvenilir kalesi konumundadır. Avrupa
ve dünya emperyalist sisteminin en önemli yatırımlarını yaptığı yer, en önemli
kararlarını aldığı (örneğin G-20 DAVOS toplantıları) ve dünyayı tek merkezden
yönettiği yerdir! Emperyalistlerin bu kadar hayati yatırım ve kararlarını bu
denli ‘küçük’ bir ülke üzerinden yapmaları tesadüf müdür? Tüm bu etmenler dahi,
İsviçre’nin emperyalist sistem içerisinde ki yerini ve misyonunu, diğer
emperyalistler açısından ne kadar önemli bir merkez olduğunu gözler önüne
seriyor...
Bütün
dünyanın servetini kendi elinde tutarak dünya servetinin yönetimini sağlayan
İsviçre emperyalizminin, bu serveti nasıl toparladığını ve yönettiğini bir
kısım kaynaktan kısa alıntılarla okura vermeye çalışalım.
“Vergi
toplayamamaktan şikâyet eden Avrupa ülkeleri mali krizden çıkışta kaynak
sıkıntısı çekerken, vergi cennetleri, zengin elitlerin 18 trilyon dolarına ev
sahipliği yapıyor. Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) verilerine göre 18 trilyon
dolar olduğu tahmin edilen offshore servetine İsviçre'deki hesaplar dahil
değil. Kısacası, 60 trilyon doları bulan dünyanın toplam gayri safi yurtiçi
hasılasının üçte biri vergi cennetlerinde gizleniyor. Dünyada her yıl ortalama
1.8 trilyon dolar kara paranın söz konusu cennetlerde aklandığını hesaba
katarsak, küresel finansal sistemdeki işleyişi daha net görme şansımız olur.
Peki zengin elitler neden paralarını vergi cennetlerinde saklıyor?
Bunun iki temel nedeni var:
İlki gizlilik. Çünkü, uyuşturucu ticareti başta olmak üzere
yasadışı yollardan elde edilen haksız kazancın küresel finansal sistemde
gizleneceği ve aklanabileceği en kolay yer vergi cennetleri.
İkinci neden ise daha düşük vergi oranlarından
yararlanmak. Bu
yüzden daha az vergi ödemek isteyen ya da vergiden tamamen kaçmak isteyen
zenginler, açtırdıkları farklı offshore hesaplarıyla paralarını söz konusu
cennetlere taşıyor.
ABD Başkan aday adaylarından Cumhuriyetçi Mitt
Romney'nin vergi cennetinde hesabı olduğuna yönelik haberlerin ardından ismi
gündeme gelen Bain Capital bunlardan birisi. 60 milyar dolarlık bir servet
yöneten Boston merkezli şirketin sadece Cayman Adaları'nda 138 farklı offshore
hesabı açtığı ortaya çıktı.”[18]
“Özel
offshore-serveti (fortune privée offshore) adıyla da bilinen, ait olduğu
ülkenin sınırlarının dışında işlem gören, özel servetin yönetiminde İsviçre
önde gelen bir yer tutmaktadır. Son tahminlere göre bu miktar dünya
piyasalarının % 30’una denk gelmektedir. % 5 ve % 20 arasında değişen
miktarlarla İngiltere, ABD, Lükasmburg ya da Hongkong gibi finans merkezleri
İsviçre’nin oldukça arkasında yer almaktadırlar. Bankalar, sigorta şirketleri
veya diğer servet yöneticileri İsviçre’de ve yurtdışında akıllara durgunluk
verecek kadar yüksek bir miktar olan 10.000 (onbin) milyar İsviçre Frangını
yönetmekteler; bu miktar aşağı yukarı ABD'nin gayri safi milli hasılasının
yüzde 70’ine denk gelmektedir.”[19]
Dünyanın mülk sahipleri servetlerinin bir kısmını
çok uzun yıllardan beri İsviçre banklarına, bu bankaların çok özel
bağlantılarla oluşan avantajlarından dolayı, güvenle teslim etmektedirler:
Tahribi imkânsız banka gizliliği, servet avantajlı düşük vergi sistemi, çok
sağlam bir kur politikası, sarsılmaz bir politik istikrar ve ayrıca kuşaklar
boyu devralınan know-how[20]
ve ilişki ağı. İsviçre emperyalizminin finans gücü ile ilişkili olarak üç durum
öne çıkmaktadır:
İsviçre’nin tirajı yüksek gazetelerinden ‘Le Temps’
gazetesinin İsviçre’de ki offshore hesaplara ilişkin Ekim 2005 tarihinde
saptadığı şu nokta çok önemlidir; “yaklaşık
3000 milyar İsviçre Frangına denk gelen offshore olarak yönetilen paranın yüzde
70’i gelişmekte olan ülkelerin milyonerlerine aittir.”[21] Yine bu paranın yüzde 80’ine tekabül
eden kısmı, paranın ait olduğu esas ülkenin vergilerinden çıkarılmıştır. Vergi
cenneti İsviçre’nin suç ortaklığı yüzünden fakir ülkelerden yıllık olarak 40
milyar İsviçre Frangına denk gelen vergi alınmaktadır, yani aslında bu miktar
İsviçre’nin 2006 yılında ‘Kalkınma yardımı’ olarak ödemek istediğinin tam yirmi
beş katına denk gelmektedir.
İsviçre bankaları bu paranın önemlice bir kısmını
bu paranın geldiği ülkelere borç olarak vermektedir. Böylece İsviçre finansı
alaycı bir biçimde, borçlanma sayesinde bu ülkelerin halklarına ağır baskı
uygulayarak, bu ülkelerden ek gelir çekmektedir.
Ayrıca vurgulamak gerekir ki, İsviçre
emperyalizminin yukarıda tarif edilen faize dayalı açık parazit yapısı İsviçre
burjuvazisini kuvvetle etkilemektedir ve tabii küçük burjuvaziye ve hatta
çalışan kesime dahi rengini vermektedir. Banka gizliliğinin gölgesinde
alaycılık, rüşvet, dolandırıcılık ve vergi kaçırma, kara para aklama, her türlü
kuşkulu ticaret ve kirli para yeşermektedir.
Bazı burjuva çevrelerin, İsviçre’yi ‘demokrasinin
beşiği’,‘insan haklarının’ ve ‘insani yardımın anayurdu’ olarak gösterip, dünya
halklarına karşı nasıl alaycı oldukları esasen gözler önündedir! Kısa geçmişte,
Sudan’ın Darfur bölgesinde yürütülen soykırımı büyük ölçüde Sudan rejiminin
petrol ticareti gelirleri tarafından ve ‘UBS’ ve ‘Crédit Suisse’ gibi İsviçre
bankalarının finanse ettiği tüm dünya tarafından bilinmektedir. Darfur bölgesinde soykırım yapan petrol
şirketlerinin ‘UBS’ ve ‘Crédit Suisse’ gibi İsviçre bankalarının en önemli ortaklarından
birileri olduğunu biliyor muydunuz? Bu bankaların Darfur’da soykırım yapan
petrol firmalarıyla 6 milyar dolarlık toplam değeri olan ortaklıklarının olması[22]
sizce şaşırtıcı mıdır? Ve yine bu bankaların dayanışması ve desteği ile bu
soykırımın dünyanın gözleri önünde yapılmış olmasına karşın hiç kimsenin ses
çıkarmamış olması sizce de ilginç değil midir? İşte İsviçre’nin ‘insan hakları’
ve ‘insan hakları’ndan anladıkları!..
Göçmen ve ‘Yabancı’
iş gücünün kitlesel sömürüsü
Son olarak İsviçre emperyalizminin önemli bir
durumuna daha değinmekte fayda var. Emperyalist karakter kendisini sadece fakir
ülkelerdeki sınırsız biçimde sömürülen işgücüne yapılan yatırımda göstermez ama
aynı zamanda yabancı işgücünü ülke içine sokarak, hemen hemen aynı kötü
şartlarda çalıştırılmasında da görülmektedir. Bu bağlamda da İsviçreli
işverenler aşırı sömürülen göçmenleri ithal ederek öne çıkmaktadırlar. Kurnazca
oluşturulmuş bir sisteme dayanan oturum hakkı bir yandan çalışanları sürekli
zor durumda bırakırken, diğer yandan tüm politik haklarından mahrum
bırakmaktadır.
Emmanuel Terray’a göre “İsviçreli işverenleri öne çıkaran şey uzun zamandır
uyguladıkları bir stile dayanmaktadır: mekânın kaymasına (yani fransızca
ifadesi ile délocalisation sur place) dayanan politikaları. 19.yüzyılın
sonundan beri çalışan nüfusun yüzde onundan fazlasını yabancı işgücü
oluşturmaktadır. Bugün yabancı işgücü yüzde yirmilik bir orana sahiptir ki, bu
da yaklaşık bir milyona denk gelmektedir.”[23] Buna ek olarak İsviçre’de sömürgecilik
dönemindeki koşullar kadar ağır şartlarda çalışmak zorunda kalan 200.000 kadar
kağıtsız (fransızca ‘sans papier’ olan) kaçak göçmen bulunmaktadır. Yukarıda ki
tabloya bu 200.000 bin’i de eklemek gerekmektedir.
Küresel Ekonomik ‘Kriz’in İsviçre’ye ‘yansı(tıl)ma(ma)sı’!
Ekonomik kriz, İsviçre’yi diğer ülkeler kadar vurmasa da,
İsviçre’nin yönetimini elinde tutan aşırı sağ parti “İsviçre Halk Partisi”
SVP’nin eline çok önemli fırsatlar veriyor. Bu fırsatlardan biri, şüphesiz ki
ilticacılar ve göçmenler!..
İsviçre ekonomisinde göçmenlerin iş gücü önemli bir rol
oynuyor. Buna karşın, SVP’nin göçmenlere dönük ırkçı ve faşizan çağrıları,
İsviçre halkı arasında geniş destek buluyor. (Bunun somut örneği de 2003
yılından buyana SVP’nin sandıktan en güçlü parti olarak çıkmasıdır!) Göçmenlere
dönük ırkçı politikalar, kamuoyunda yeni gelen göçmenlere karşı bakış açısının
da giderek kötüleştiğini gösteriyor!
İsviçre de göç politikası ilk etapta ekonomik
kriterlere göre yönetiliyor. Daha önceden kalifiye olmayan göçmenlere temizlik
sektöründe, inşaatlarda, yiyecek-içecek/gastronomi alanların da, ya da tarımda
(kısacası hizmet sektöründe) vb ihtiyaç duyulurken, son yıllar da ise (2000’li
yıllarla birlikte) göç politikasını ‘yüksek kalifiye iş gücü’ne olan
talep belirliyor! Göç’ün aktığı ülkeler, göç’ü ekonomik bir avantaj olarak
görmektedir. İsviçre açısından da durum böyledir. Ancak İsviçre’nin sorunu
‘yüksek kalifiye iş gücü’ne sahip göçmenler istemesidir! Örneğin ‘Endüstrimiz
son yıllarda çok güçlü bir gelişme göstermedi, çünkü ülkemize çok sayıda
mühendis ve teknisyen göç etmedi.’[24]
diyen İsviçre Ekonomi Müsteşarlığı çalışma müdürünün kendisidir. Bu ifadeden de
anlaşılacağı üzere İsviçre’nin ‘yüksek kalifiye iş gücü’ ihtiyacı gün geçtikçe
artmaktadır. Bu talep artışını karşılamak için, gerek İsviçre’ye komşu AB
ülkelerinde, yani sınırdaki yerleşim birimlerinden gelen işgücü, ve
gerekse diğer AB ve EFTA ülkelerinden gelecek olan ‘yüksek
kalifiye iş gücü’ vasıflı işçilerin bir
işyeriyle anlaşmaları halinde, sınırlı haklara sahip “G Oturumu” düzenlemesiyle
çalışma hayatına katılabiliyorlar. Sınır işçileri olarak da adlandırılan, “G
Oturumu” sahibi işçiler, işyeri ya da işkolu değiştirme de ancak izne tabi
olarak mümkün olabiliyor. İsviçre sermayedarları, SVP’nin ırkçı ve yabancı
düşmanlığı politikalarıyla, bu şekilde kendi ülkesinde bulunan ‘kalifiyesiz
göçmenleri’n gereksiz yere ülkesini işgal ettiğini düşünerek çeşitli yasalarla
sınır-dışı etmek, gelecek olanların ise önünü kesmek istemektedir. Bu önünü kesmek istediği
kesim ise özel olarak EFTA ülkeleri dışındaki ülkelerden ve genel olarak da
gelecek ‘kalifiye olmayan’ göçmenlerdir.
Örneğin, İzlanda, Lihteştayn ve Norveç‘e yapılan göçlerin
İsviçre’ye yönelmesiyle her yıl 80 bin civarında göçmenin İsviçre’ye geldiği
biliniyor. (Ama bunların gelmesi ne SVP partisini nede İsviçre halkını rahatsız
etmiyor!) Bunların başında ise İtalyanlar, Almanlar, Portekizliler ve
Fransızlar geliyor. Göç edenlerin kalifikasyonları da zamanla değişmiş durumda.
10-15 yıl önce gelenlerin sadece yüzde 21’i üniversite mezunuyken bu oran şimdi
yüzde 50’nin üzerine çıkmış durumdadır. Bu durumda İsviçre nüfusunun beşte
birinden fazlasının İsviçreli olmadığı gerçeğini ortaya koymaktadır. Bu
tablodan da anlaşılacağı üzere, İsviçre de göç politikası hümaniter değil, daha çok ekonomik
kriterlere göre yönetildiğidir. SVP üzerinden yürütülen ırkçı ve yabancı
düşmanlığı politikalarının özünde, İsviçre’li sermayedarların ‘kalifiyesiz
eleman’a ihtiyaç duymayışı yatmaktadır!
Göçmenlere karşı yürütülen ırkçı
politikalara nasıl cevap verilmelidir?
İsviçre’de yaşamakta olan göçmenlerin, yaşadıkları tüm
kantonlarda göçmenler olarak başta İsviçre ekonomisine ve pek tabi ki genel
sosyal refahına ve kültürel-sanatsal-politik alanlarda ki katkılarına dair
kantonal projeler sunmalıdır!
İsviçre’de yaşamakta olan göçmenlerin, İsviçre’de ki
politik, sanatsal, edebi ve ekonomik yaşama karşı olumlu katkıları ön plana
çıkarılmalıdır. Bu şekilde SVP gibi sağ partilerin ırkçı ve faşizan politika ve
söylemleriyle İsviçre halkını etkisine alıp göçmenleri “potansiyel
suçlular-kriminaller, olumsuz vakalar, sosyal seviyesi düşük insanlar, sosyal hizmetleri sömürenler” şeklinde göstererek
düşünsel anlamda zehirlemek istenmesine karşı, göçmenlerin böyle olmadıklarının
propagandasını pratik örnekleriyle göstermeli ve İsviçre halkının bu zehirli
politikalardan etkilenmesinin önüne geçmesi gerekmektedir.
SVP’nin bu tek yanlı olumsuz propagandalarına karşı,
göçmenlerin İsviçre’ye katkıları ve İsviçre açısından ‘olmazsa-olmazlıkları’
ifade edilemeyip, gerek
kamusal tartışmalarda ve gerekse geniş sosyal katmanlar arasında göçmen halkın
büyük çoğunluğunun -hatta hepsinin- başta İsviçre ekonomisine ve genel olarak
tüm yaşamsal alanlara önemli katkılarda bulunduklarına dair çok az şey
söylüyoruz. Bunların yaygınlaştırılması ve karşı atak yapılarak İsviçre
halklarının tek yönlü propagandalarla göçmenlere karşı örgütlenmesinin önüne
geçilmesi öncelikli durumlardan biridir!
İsviçre de birkaç bin göçmen derneği bulunuyor. Bu organizasyonların önemli bir
bölümü, gönüllü verilen desteklerle çalışmalarını yürütüyor. Verilen bu gönüllü
destekler, aslında İsviçre toplumuna uyum için verilen büyük bir katkıyı da
beraberinde getiriyor. İsviçreli
göçmenlerin, gönüllü çalışmaları ile uyuma büyük bir katkı sağlandığı da ayrı
bir gerçek olarak karşımızda duruyor!
Göçmenlerin katkılarını araştıran bir çok
akademisyen, genellikle olumlu bir tablo ortaya koyuyor. Burada elbette önemli
olan konuya bilimsel olarak nereden yaklaşıldığıyla ilgili. Ciddi olarak konuya
yaklaşan bilim insanlarının çoğu göçmenlerle İsviçre’de ki hayatın renklendiği
ve İsviçre ekonomisine önemli katkılarda bulundukları genel bir görüştür. Bu
anlamda İsviçre’nin Almanya gibi bir göç ülkesi olduğunu kabul etmesi için
kampanyalar düzenlenerek sürekli gündemde tutulmalıdır.
Not :
Bu yazı 2012
yılında İTİF’in kongresinde perspektif yazısı olarak kabul edildi.
2017 Kasım, ve
2018 yılında Avrupa da çıkan MÜCADELE gazetesinin 261-262-263 sayılarında yazı
dizisi olarak yayınlandı.
[1]
https://paratic.com/en-kucuk-ama-zengin-ulkeler/
[2] 1863 yılında İsviçre tarafından
kurulmuştur.
[3] Temmuz 2006-2009 verileri. Bknz:
1.Kaynak: İsviçre 2006 rehberi. 2.Kaynak: snc (soliday news center)
[4]
2011
yılında İsviçre Hükümeti, ülkedeki 5 nükleer santralin devreden çıkarılacağını
bildirdi. Karar, İsviçre’deki nükleer santrallerin 50. yılını doldurduktan sonra
santrallerin kapatılmasını öngörüyor. Hükümetin kararı, İsviçre’de nükleer
santrallerin 2019 ila 2034’te kapatılması anlamına geliyor. İsviçre’de üretilen enerjinin %15’ı
nükleer enerji ve %85’i hidroelektrik
kaynaklıdır.
[5] Kaynak:
http://www.swissworld.org/fr/economie/L'économie suisse.
[6]Fransız
Devrimi veya Fransız İhtilâli (1789-1799), Fransa'daki
mutlak monarşinin
devrilip, yerine cumhuriyetin kurulması ve Roma Katolik Kilisesi'nin ciddi reformlara
gitmeye zorlanmasıdır. Avrupa ve Batı dünyası tarihinde bir dönüm noktasıdır. Fakat
tüm dünya tarihi için de bir dönüm noktasıdır çünkü uzun zamandır gelişen burjuvazi
bu devrimle iktidarı mutlak bir biçimde ele geçirmiştir. Daha önceki Hollanda
ve İngiltere
burjuva devrimleri burjuvaziye birtakım kazanımlar sağlasa da bu sınıfın
toplumda koşulsuz bir egemenlik kurmasına olanak vermemişti. Milliyetçilik
akımını başlatan en büyük etkendir. Kaynak: Vikipedi, özgür ansiklopedi.
[7] Afrika ve Amerika
kıtalarını "keşfeden" Avrupalılar sadece oradaki kaynakları talan
etmekle kalmayıp, insanlarını da kendilerine köle yaptılar. İki yüzyıldan fazla
bir süre boyunca Amerika ve Avrupa'ya köle olarak getirilen Afrikalıların
sayısının 10 ila 30 milyon arasında değiştiği kaydediliyor. Avrupalı feodal
tüccarlar, özellikle, tütün, şeker, keten üretiminde ihtiyaç duyulan insan
emeğini kölelerden sağlıyorlardı. Kaynak:
‘Bilim ve Gelecek’ dergisi.42.sayı.
[8]‘Kapitalizmin en yüksek aşaması
Emperyalizm’ adlı 1916 yılındaki ünlü araştırmasında Lenin Hollanda ve Belçika
ile ilgili olarak: ‘Bu ülkeler sahip oldukları sömürgelerini büyük devletlerin
çıkar çatışmalarından, sürüşmelerinden doğan hal sayesinde tutabilmektedirler’.
Bakınız: Oeuvres choisies, Moscou, Editions du progrès, 1975, cilt 1, sayfa
718.
[11] Bakınız Orjinal Metin için: Paul
Bairoch, “La Suisse dans le contexte international aux XIXe et XXe siècles”
[12] Bakınız Orjinal Metin için: M. Körner
(editör): “La Suisse dans l’économie mondiale, Zürich 1990, sayfa 115.”
[13] Otomosyon Nedir: Otomasyon, bir işin insan ile
makine arasında paylaşılmasıdır. Toplam işin paylaşım yüzdesi otomasyonun
düzeyini belirler. İnsan gücünün yoğun olduğu otomasyon sitemleri yarı
otomasyon, makinenin yoğun olduğu sitemlerde tam otomasyon olarak
adlandırılırlar. otomasyon ile, işin kas gücünden alınıp makine gücüne
aktarılması planlanmıştır. İşlerin makinelere aktarılması sanayi sektörlerini
ivmelendirmiş daha çok talep doğurmuştur. Bunun sonucunda da seri üretim
anlayışının da ortaya çıkmasıyla otomatik sistemlere duyulan ihtiyaç daha da
artmıştır. Bilgisayarın icadı, elektrik- elektronik, vb. alanlardaki hızlı gelişmeler
,otomasyon gelişmesini de ivmelendirmiştir.
[16]Alıntı: Jean-Claude Allain, “La
politique helvétique de la France au début du XXe siécle (1899-1912)”, R.Poidevin, L.-E. Roulet, Aspects des
rapports entre la France et la Suisse de 1843 à 1939, Neuchâtel 1982, sayfa 99.
[17] Herhangi bir ülkede faaliyet gösteren
fakat asıl merkezi o ülkenin dışında bulunan denizaşırı bir kurumun
faaliyetlerini tanımlamaktadır.Kurum faaliyette bulunduğu ülkede kendi
ülkesinin yasal düzenlemelerine bağlı olmadığı gibi içinde faaliyette bulunduğu
yabancı ülkenin de düzenlemelerine bağlı değildir.
[20] Endüstriyel, ticari veya bilimsel
tecrübeye dayalı bilgi veya imalat yöntemi. "Birşeyi yapabilme bilgisi"
[22]Bakınız: “Darfour: pas de commerce avec
la mort”, Libération Afrique, 29. Oktober 2007, www.liberationalafrique.org.
[23] Emmanuel Terray, “Le travail des
étrangers en situation irrégulière ou la délocalisation sur place”, kaynak E.
Balibar et al. (editör), Les Sans-papiers: l’archaisme fatal, Paris 1999, sayfa
9.