1 Mart 2012 Perşembe

"Küçük" ama etkili bir emperyalist gücün portresi; İsviçre!

 “Küçük” ama etkili bir emperyalist gücün portresi: İsviçre!

H.GÜRER

Ülkelerin ekonomik büyüklüğünün ve o ülkelerdeki ‘insanlarının zenginliklerinin’ en doğru, en dürüst ve en gerçekçi cevabını o ülkenin kişi başına düşen yıllık “Gayri Safi Yurtiçi Hasıla” (GSYH) verir. Aşağıdaki yazımızda verilerini Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu gibi kaynaklar baz alınarak hazırlanan istatistiki verilere dayanmaktadır.

İsviçre 8 milyon nüfusuyla “Dünyanın en küçük ama en zengin 10 ülkesi” arasında yer alan ve gelir dağılımında dünya genelinde kişi başına düşen 81.000 dolar GSYH[1] (burada verilen gelir dağılımı kesinlikle herkese aynı oranda düşmüyor!) ile dünya zenginliğinin yedinci sırasında duran bir ülke. Hem de bunu, topraklarında petrol, enerji, maden, tarımsal ve kimyasal mamulleri olmadan başaran bir ülke!


Hiç şüphe yok ki, İsviçre’yi dünya ekonomik ve siyasal konjonktürü içinde tek başına ele almak bizi yanıltacaktır. İsviçre’nin “yavru vatanı” ve “küçük İsviçre” olarak bilinen para birimi de yine İsviçre Frank’ı olan "Lihtenştayn Prensliği/Krallığı"nı görmemek, unutmak yada es geçmek İsviçre’nin ekonomik ve siyasal yönünün yalnızca bir kısmını görmek olacaktır. Zira, Lihtenştayn Prensliği/Krallığı 35.000 nüfusu ile kişi başına düşen 188.409 dolar GSYH gibi çok yüksek bir gelir ile dünya genelinde ikinci sırada duruyor!

Dünyanın en zengin bu “iki ülkesi”nin dünya da ekonomi ve siyasal arenada pek ismi duyulmaz, duyulsa da yumuşak bir algıyla derinliğine sorgulanıp irdelenmez. Dünya ekonomisinde ve siyasetinde ne gibi belirleyici etki ve önemi olduğu bilinmemektedir… Kabul edilmelidir ki, bu vb. yazı dizileri ile bu olgusal durumun tüm yönlerini ortaya koymak tek başına olası değil. Bunun için hacimli bir kitap çalışması ile çok farklı istatistiki verilerin aktarılmasına ihtiyaç vardır. Burada yapılmak istenen İsviçre hakkında genelin algısında oluşturulan “çikolata-saat ülkesi” veya “eşsiz manzaralı, cennetten bir köşe” algısından öte, bu ülkenin tarihsel ve güncel gerçekliğini, yerküre üzerinde kapsadığı yerden daha hacimli bir etkiye sahip olduğunu, uluslararası düzeyde ise siyasi ve ekonomik yaşamda belirleyici öznelerden biri olduğunu okura genel bir bakış açısı ile sunmaktır.

Fiziki büyüklüğünden daha büyük bir ekonomiye ve bilime, görünen gücünden kat be kat daha büyük bir güce ve etkiye sahip bir ülkedir İsviçre. Düzenli askeri gücü olmayan, ancak dünyanın her yerinde başka ülkelerin askeri güçlerini donanımını sağlayan teknik ve askeri mühimat satan, uluslararası düzeyde silah üretimi ve satışında ilk sıralarda duran bir ülke!

‘Tarafsızlık politikası’ güden ve hiç bir savaşa girmeyen, ancak savaş bölgelerine silah satan, kendi silahlarıyla vurulan ama ölmeyip yaralananlara da bu defa ürettiği ilaçları satan, ‘hümanist’ bir ülke!

Savaş bölgelerinde bulunan semayedarların sermayelerini ‘güvence’ altında tutmak için bankalarını açan, sağlıklarını ve can güvenliklerini ‘garantiliyen’ sigorta şirketleriyle de milyonlarca insandan düzenli para sızdıran ve bu sigorta şirketleriyle de bütün dünyanın servet yönetimini elinde tutan bir ülke! Daha özlü ifade ile, dünyanın tüm sermayesinin toplandığı bir banka sistemi, ve dünyayı yönetme planının başkenti konumundadır! Diğer emperyalist ülkeler kadar dünya halklarının gözüne batmaz. Dünya halklarının gözünde ‘tarafsız’, ‘insancıl’, ‘barışçıl’ ve ‘hoş görülü’ bir ülke imajını yinelemeyi her fırsatta ihmal etmez. Bunun için de ‘İnsanlık için faydalı hizmeler’de de bulunur. Kızıl Haç,[2] vb. Uluslararası kuruluşları kurarak ‘tarafsızlık politikası’ rolüyle bağlantılı olarak yürüttüğü politikaları hümanist bir tül ile örterek, dünya halklarının bakışından gizlemekte ve kabul edilebilir yapmaktadır. ‘Tarafsızlık’ zırhı, İsviçre’ye sürekli olarak küçük-büyük tüm güçler tarafından ‘aracı’ rol alması için başvurulmasına yol açar. Tarih boyunca Cenevre, Lozan ve Montreux anlaşmaları başta olmak üzere, bu ülkede yapılan binlerce uluslararası antlaşmaları da biliriz! Bu yazısı ile İsviçre’nin dünya halklarının gözlerinin önüne çektiği bu ‘gizemli tül’ü biraz olsun aralamaya çalışacağız!..

İsviçre Kuzeyinde Almanya, güneyinde İtalya, Batısında Fransa, Doğusunda ise Avusturya ve Liechtenstein yer almaktadır. 7,6 milyon nüfusa sahip İsviçre’de, nüfusun %20,56’sını göçmenler oluşturmaktadır.[3] Yer altı kaynakları son derece az olan İsviçre, ihtiyacı olan madenleri dışarıdan alır. Sanayisi için gerekli olan enerjiyi büyük ölçüde hidroelektrik santrallerinden ve İsviçre’de varolan 5 nükleer[4] santralden sağlar.

İsviçre’nin yoğun tarımsal üretimi olsa da, (tarıma el verişli alanların azlığından kaynaklı, en önemli tarım ürünleri; patates, şeker pancarı, ve çeşitli tahıllar olmakla birlikte şarap üretimi için üzümdür.) bu üretim ülke ihtiyaçlarını karşılayamayacak düzeyde düşüktür. Sanayisi gelişkin olan İsviçre’de, Sanayi ve tarım faaliyetlerinin merkezi daha çok orta İsviçre’yi kapsamaktadır. İsviçre meraları geniş bir yer kapladığından, hayvancılık gelişmiştir. Özellikle büyük baş hayvan yetiştirilir. Et, süt ve süt ürünleri üretiminde dünyanın önde gelen ülkelerinden biri durumundadır. Üretilen sütün önemli bir bölümü çikolata ve peynir imalatında kullanılmaktadır.

Ekonomisinde Turizm (özellikle de kış turizmi) önemli bir yere sahiptir. Örneğin 2008 yılında İsviçre’ye gelen yabancı turistlerin 15.6 milyar frank harcadığı resmi kanallarla açıklanmıştır![5]  Yine, bankacılık ve sigortacılık sektörü, ulaşım (Avrupa ulaşımında önemli bir yeri vardır, kara ve demiryolu son derece gelişmiştir.) saat imalatı, elektrikli ev aletleri, asansör yapımı, kimyasal ürünler, hassas teknik aletler ve motor sanayi çok gelişkin olmakla birlikte, çikolata üretimi, tarım ve hayvancılık, ilaç ve silah sanayi ve mikroskobik üretimler etkindir. (özellikle zamanının en gelişkin teknolojileri olan makina, motor, elektronik ve kimya endüstrisi ile dünyadaki en gelişmiş endüstri ülkelerinden biri arasındadır!)           

Tüm bu saydıklarımız, İsviçre tarafından dünya ülkelerine ihracat edilir. İthalatı ise, genel olarak petrol, ham maddeler, ve çeşitli sebze-meyve vb. gıda maddeleriyle birlikte, tekstil ürünleri, demir-çelik, deri mamulleri vb alır.

Yukarı da özet olarak sunduğumuz bölüm, İsviçre’ye ilişkin genel kabul görmüş bir kısım bilgiden öte değildir. Başta İsviçre burjuvazisi olmak üzere, diğer emperyalist güçlerinde İsviçre hakkında kitlelerin bilmesini istediği ‘bilgi’ler işte bu kadarıyla sınırlıdır! Öyle ki, yukarıda da ifade etmiş olduğumuz gibi, tüm bu etkinlikleri ülke ihtiyaçlarını karşılayamayacak düzeyde düşüktür! O halde ülke ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak durumda olan bir ülke nasıl olur da dünyanın en önde gelen ekonomik kapitalist güçlerinden biri olabilir?

‘Mason’luktan Dünyayı Yöneten Merkez Olmaya Doğru!
Fransız Devrimi[6] ile birlikte başlayan süreçte, Avrupa’da masonik gizli devletler kurulmaya başlanır.  Bu bir zat Napolyon eliyle yapılmaktadır. 1795 yılında Fransız Ordusu Hollanda’yı istila eder ve Hollanda donanmasını esir aldıktan sonra Batavia Cumhuriyetini kurar. 1789 yılında bu defa Fransız orduları İsviçre’yi işgal eder ve 16.yüzyıldan bu yana, İsviçre’de bulunan mason örgütlenmesi güçlendirilip, devlet düzeyinde ki gerekli masonik örgütlenmeler yapıldıktan sonra 1815 Viyana kongresi ile İsviçre’nin bağımsızlığı ve ‘tarafsızlığı’ tüm dünyaya açıklanır. Batavia ve Helvetia (yani İsviçre) kurulan mason devletlerinden yanlızca bazılarıdır.

Batavia'yı değerli taşların merkezi, İsviçre ise banknot karşılığı toplanan tüm altınların merkezi yapılır. Şüphesiz ki tüm bunlar, Napolyonun imparatorluğunun savaş giderlerini finanse eden Yahudi efendilerin planlarından yalnızca bir kaçıdır! Böylece, özel olarak Avrupa’ya genel olarak da dünyaya yeni bir dizayn yapılmış, ve yeni bir statü getirilerek buna göre de güçler dengesi kurulmuştur!..

Küçük ve çarpıcı bir örnek verecek olursak; İsviçre bankalarındaki altının toplamı Orta ve Güney Amerika ve Afrika’da ki altınların, yani tüm yoksul Asya'nın rezervlerinin toplamından bile fazladır. Bunun böyle olmasının şühesiz ki bir çok nedeni var: Bu nedenlerden biri, sadece kağıt olarak basılan Dollar'ın hareketlerinden etkilenilmemesi, gerekirse gelecekte efendilerini tanımaması imkan dahilinde olan ABD'yi çökertmesi, ekonomisini Arjantin gibi mahvetmeye karşılık tutmaktadır.

İsviçre Bankacılığı, doğrudan dünya zenginlerinin ‘karanlık’ kasasıdır. İsviçre bu konumuyla dünya zenginlerinin orta Avrupa’da ki üst’ü, en güvenli limanlarıdır! ABD batsa bile İsviçre sonsuza dek ‘tarafsız’ olarak yaşatılması planlanmış önemli bir sisteme sahip bir ülke, dünyayı yöneten önemli merkezlerden biridir! Keza, mali ve siyasi istikrarından ve gizli bankacılık politikasından dolayı, dünya para piyasasının ve kara para aklamanın ve pek tabi ki tefeciliğin önemli merkezlerinden biridir. Bu ve daha aşağıda ifade edeceğimiz bir çok özelliği ile de, dünya emperyalist sistemi içerisinde ayrıcalıklı bir yere sahiptir.

Görünmez el, gizemli Tül!
İsviçre, bildiğimiz diğer emperyalist ülkelerin çoğu gibi, gerçek anlamda bir veya birçok koloniye sahip olmamıştır. Keza, ne emperyalist savaşlara doğrudan katılmış, ne de sömürgeci savaşlarda yer almıştır! Ancak, sınırlarını çevreleyen avrupa emperyalist güçleri arasında görece ‘olmayan’ rakamlarla uzun yıllardan beri yerini en ön sıralarda almaktadır. Bunu nasıl başarmıştır? Tabi ki İsviçre’nin banka ve endüstri burjuvazisi çok yönlü ve bilinen emperyalist güçlerin standartlardan çok daha çeşitli, özel etken ve yöntemlerle kendi gerçekliğini maskeleyerek bunu başarmıştır.

Bu maskelerden biri; kendini çevreleyen emperyalist güçlerle Pazar kapma ve yayılmacı bir politika izleme ve askeri güç dalaşına girmek yerine, Avusturya, İngiltere, Almanya, Fransa ve ABD gibi büyük emperyalist güçlerin gölgelerinde kalarak, siyasette ‘ebedi tarafsızlık’ maskesini takmış ve bu güçlerle en baştan itibaren ‘uyumlu’ bir siyaset izleyerek yapmıştır.

İkincisi; Cenevre de kurulan, Kızıl Haç (La Croix-Rouje) olmak üzere, benzer kuruluşlar üzerinden ‘hümaniter hizmetler’ vererek uluslararası düzeyde ‘insani politikalar uygulayan’,‘insani yardımlarda bulunan’ bir ülke olarak kendisini algılatmaktadır.

Üçüncüsü; Avrupanın göbeğinde, kapsadığı coğrafi özelliklerden kaynaklı, kendisini her fırsatta ‘küçük ve zararsız bir ülke’ şeklinde tanımlayarak, ‘küçüklük’, ‘zararsızlık’, ‘zayıflık’ edebiyatı ile tüm dünyanın gözleri üzerine görünmez bir el ile gizemli bir tül örtmeyi başarmıştır. Buna neden ihtiyaç duymuştur/duymaktadır? Çünkü, İsviçre emperyalist sisteminin kapsamı, gücü, ağırlığı ve dünya emperyalist sistemi üzerinde ki etkisi ve belirleyici rolü kitleler tarafından bilinmesin ve görülmesin diyedir. Böylece, dünya halklarının ve uluslararası devrimci hareketlerin, başka emperyalist ülkeleri (örneğin ABD’yi) tek başına ele alarak, dünya emperyalist sistemi içerisinde İsviçre’nin rolünü gözden kaçırması, manüpüle olması anlamına gelecektir!

Bu şekilde, İsviçre’nin emperyalist sistem içerisindeki tayin edici rolü de sol ve komünist hareketler tarafından görül(e)memiştir. Lenin ‘Emperyalizm’ yapıtını 1916 yılında Zürich’de yazmasına karşın, İsviçre emperyalizmi üzerinde çokça durmadığı gerçekliği de orta yerdedir! İsviçre emperyalist sistemini sol ve komünist hareketlerin teferruatlıca irdelememiş ve emperyalist sistem içerisinde ki asli rolünün ortaya koyul(a)mamış olmasında ki nedenlerden biride budur! Bu yanılsama, İsviçre emperyalizminin emperyalist sistem içierisinde sahip olduğu ağırlığı azaltan, marjinal, yani kısaca temel olarak diğer emperyalis ülkelerden daha ‘önemsiz’ olarak görülmesine sebep olmuştur. Oysa kesinlikle İsviçre tek başına önemli bir emperyalist ‘güç’ değil, emperyalist sistemin dünyayı yöneten merkezlerinden biri ve aynı zamanda dünya zenginlerinin gizli başkentidir!.. Bu sebeple İsviçre’nin emperyal sistem içerisindeki önemi-yeri ve niteliği kitlelerden saklı tutulmaya özel bir önem verilen, sömürücü ve emperyalist niteliği silikleştirilmiş bir ülke olarak kitlelere gösterilmek istenmektedir, ki bu da önemli ölçüde başarılmıştır!

İsviçre coğrafi olarak da Avrupa da stratejik bir yere sahiptir. Etrafını çevreleyen Almanya, İtalya, Fransa, Avusturya ve Liechtenstein gibi Avrupalı emperyalist güçlerin tam da merkezinde konumlanmış olması ve bu denli ayrıcalıklı bir yapıya sahip olması tesadüfi değildir!.. Coğrafi olduğu kadar, siyasi ve ekonomik otoritesi bakımından da, yüzyıllardır Avrupalı emperyalist güçler içinde merkezi bir öneme ve role sahiptir!

16.Yüzyıldan buyana, Avrupalı tüccarlar, bankacılar ve uluslar arası krediciler ağının içinde ve de bir zat merkezinde bulunan Zürich, Cenevre ve Basel’li bankacı ve tüccarlar, kısa süre sonra gelişmekte olan batı ve güney Avrupa kapitalistleriyle birlikte oluşturulacak olan “ticari üçgen” ismini verdikleri, esasında ise “bermuda şeytan üçgeni”nden farkı olmayan bu bileşim ile, geri kalan dünya ülkelerinin sömürülmesine dönük faaliyetlerde bulunacaklardır.

İsviçre’li bankacı ve tüccar zenginlerinin büyük bölümünü oluşturan SİON tarikatı elemanlarıydı! Keza, İsviçre de SİON ve LYON şehirlerinin, Fransa da NYON şehrinin isimlerinin dahi tarikat tarafından belirlenmesi, bu gerçeği gözler önüne sermeye yetecektir. İsviçre’nin ‘SİON’ şehri tarikatın ismini çağrıştırdığı için koyulmuştur ve uzun bir dönem de SİON şehri tarikatın üssü olarak kullanıldığı kimi tarihçiler tarafından iddia edilmektedir! Görünürdeki SİON tarikatının başkenti ise Cenevre'dir! İsviçre’deki SİON örgütlenmesinin büyümesi, sermayelerine sermaye kattıkları dönem, ağırlıklı olarak 17.yüzyılla başlayan 18.yüzyıldan 19.yüzyılın ortalarına kadar uzanan bir dönemsel evreyi kapsamaktadır.

Bunların Avrupa kıtasının dört bir yanına yayılmasının ve devasa servetler oluşturmasının kaynağı ise bu dönemlerde Avrupa ve Amerika da oluşturulan devasa tarım komplekslerinde çalıştırılmak üzere Afrika’dan zor ve şiddet yoluyla götürülen binlerce ‘köle’nin[7] sömürüsüne dayanmaktadır! Ve pek tabi ki Afrika kıtasında çıkmakta olan başta altın yataklarının yağmalanması, ardından da değerli taşların, mücevherlerin, zümrüt ve elmasların da soyulmasıdır! Ünlü Amerikalı ressam Oswaldo Guayasamin’in de belirttiği gibi altın ve gümüş elde etmek için girişilen fetih ve katliamlar 70 milyon insanın hayatını etkileyecektir.

İsviçre burjuvazisi kendi çıkarlarını her daim, büyük emperyalist güçlerin arasında ki çelişkilerinden ustaca faydalanarak korumasını bilmişlerdir.[8] Bu konu da Hubert Bonin ve Michel Cahen isimli yazarların Fransızca yayınladığı ve ilgili bölümün bir kısmını Türkçe aktardığımız “Siyah Afrika Beyaz Ticaret” adlı kitabında İsviçre’nin Afrika Sahrasında ki ‘Ticaretlerine’ değinilmiştir. Bakalım ne diyorlar; 1828 yılından itibaren Basler Mission ve mahiyeti olan Basler Handelsgesellschaft (Basel Ticaret Şirketi) ve Basel oligarşisinden oluşan ticaret adamları (Burckhardt ailesi, Merian, Iselin, Ehinger, Vischer) bugünkü Gana Cumhuriyeti’nin sahil kıyısına yerleşirler. Bu grup daha sonra bu bölgenin sömürgeleştirilmesinde İngiltere aracılığı ile önemli roller oynar ve 1874 yılında da İngilizlerin koloni kurmasını sağlarlar. 19.yüzyılın 60’lı yıllarında, İngiltere parlamentosuna yaptıkları etkin lobi faaliyeti sayesinde, İngiltere’nin Aschanti Krallığına karşı yürüttüğü sömürge savaşına da doğrudan katılırlar.[9]

Daha da açıklayıcı olabilmesi için ‘Hans Werner Debrunner’ isimli yazar “Schweizer im Kolonialen Afrika” isimli kitapda bakın ne diyor;

“Bu çabalarına karşılık Baselli tüccarlar İngiltere denetimine giren Gana’da da ticari kolaylıklar elde ederler ve Basler Handelsgesellschaft 20.yy başında dünyanın önde gelen kakao ihracatçısı durumuna gelir (1890 ve 1910 yılları arasında Gana’da ortalama olarak % 25 net kâr sağlarlar).” [10]

İsviçreli tüccarların bu ülkedeki etkisini ve bu ülkeyi nasıl arka bahçeleri olarak gördüklerini anlatabilmede açıklayıcı olması için bir anekdot daha düşelim: Gana bağımsızlığını 1957 Mayıs'ında kazanır. Bu bağımsızlık ilanına ilişkin İsviçre’nin Ulusal bayramında İsviçreli bir yetkili, konuşmasında yüzlerce insanın önünde sözlerini “Yaşasın İsviçre’nin Gana kantonu biçiminde bitirmesi alır. Buradan da görüleceği gibi, İsviçre’li tüccar ve bankacı zenginlerin, İngilizlerin köle ticaretine sağladıkları katkılarla, 150 yıllık koca bir zaman içinde, İngilizlerin gelişen endüstri devriminden de en üst düzeyde faydalananlar yine İsviçre’li tüccar ve bankacı zenginler olmuştur!..

19.yüzyıla gelindiğinde ise, başta ABD olmak üzere, Fransa, Almanya, İngiltere, Hollanda ve Belçika kapitalist gelişmesini hızla sürdürürken, İsviçre’de coğrafi konum olarak tam ortalarında bulunduğu bu kapitalist sistemlerin gerisinde kalmamış, elektronik ve kimya endüstrisi başta olmak üzere, gelişkin makine ve motor endüstrisiyle kapitalist gelişimini sürdürmüştür. Bu gelişimiyle de, dönemin ve günümüzün en gelişmiş endüstrisine sahip kapitalist ülkeler arasında yerini almıştır.

Zamanın ibresi, 19. yüz yılın sonu ve 20. yüzyılın başlarını gösterdiğinde (1850 ve 1914 yılları arasında) kapitalizmin bir üst aşamaya, yani emperyalizme evrildiği bu dönemlerde emperyalizmin ve sömürgeciliğin de devase boyutlara tarih sahnesinde tırmandığı dönemdir. Yukarıda ifade ettiğimiz gelişkin ve gelişmekte olan kapitalist ülkeler, sömürgecilik yarışında bir birlerini geçmeye çalışmaktadır. Özellikle de, Asya’nın bir bölümünü ve Afrika kıtasının ise hemen-hemen tamamını askeri olarak işgal eden İngiliz ve Fransız kapitalizmi, buralara büyük sermaye ihracı yaparak kendilerine bağlı koloniler kurdular. Bunlarla da yetinmeyip, Pers ve Osmanlı imparatorluğundan, Tayland’a ve buradan da Çin’e kadar etki alanlarını genişlettiler.

Tüm bu evrelerde İsviçre’nin orta Avrupa’da durumu neydi? Avrupa emperyalistleri arasında ekonomik-politik ve siyasal olarak etki alanları ne düzeydeydi? Fransa ve İngiltere gibi emperyalist güçler askeri olarak hamleler yaparken, İsviçre’nin hamleleri ne düzeyde ve kapsamdaydı?

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, İsviçre savaşlara bir fiil katılmamıştır. Ancak, yanı başında bulunan emperyalist güçlerin yürüttüğü savaşlardan ise maksimum seviyede –ekonomik ve siyasi olarak- faydalanmasını bilmiştir. Keza, denizlerde kıyısı olmadığı halde, büyük bir deniz filosuna sahip dünyada ki tek ülkedir. Deniz filosu İtalya, Hollanda ve Fransa limanlarında bulunur. Çok uzak tarihsel evrelere gitmeden, İsviçre’nin bundan tam 99 yıl önceki bir istatistiğine göz atalım.

Emperyalistlerin, dünya pazarlarını paylaşmak için küresel çapta yürütmeye hazırlandıkları I.Emperyalist paylaşım savaşının henüz başlama arifesinde, İsviçre savaş davulları  sesleri arasında, dış ülkelere büyük sermaye ihracı ile çok yönlü ve büyük yatırımlar yapar.

Şunun da altını çizelim, I.Emperyalist paylaşım savaşından beri İsviçre dünyanın önde gelen finans merkezlerinden birine yükselmiştir. Günümüzde ise dünya da ilk beş arasında yerini korumaktadır. Çünkü, İsviçre finans sektöründe diğer emperyalist güçlerce ayrıcalıklı bir yere sahiptir: Bu ayrıcalıkların başında şüphesiz ki dünya kapitalistlerinin sermayelerini ‘güvence’ altında tutmak istedikleri bankaları geliyor. Ayrıca, İsviçre’nin bankaları tek başına ‘güvenilir’ değil, aynı zamanda finans merkezlerinin dünya çapında iş bölüşümünde de özel bir yere sahipler. Bu bankalar servet (fortune) yönetimi ile ilgili operasyonlar da uzmanlaşmış durumdalar. Sadece bankaları dersek sigorta şirketlerine haksızlık etmiş olacağız. Sigorta şirkerleri İsviçre’yi yöneten, dünya sermayesine yön veren unsurların başında geliyor. Öyle ki ; İsviçre sigorta şirketlerinin bütçeleri bir çok dünya ülkesinin GSYH’sine sahip zenginliktedir! İsviçre sigorta şirketlerinin İsviçre Parlementosunda milletvekili ve bakan koltuklarında oturan 180 çalışanı olduğu açığa çıkmıştır. 200 üyeli Ulusal Konsey, 46 üyeli Eyaletler Konseydinden oluşan bir parlementoda 180 parlamenterin sigorta şirketlerinin aynı zamanda resmi çalışanı olduğu gerçeği, o parlamentoda çıkarılan yasaların kime ve neye göre düzenleneceğinin de açık bir gerçeğidir!

Başta İsviçre’nin olmak üzere, diğer kimi emperyalist güçlerin 1913 yılında ki dış ülkelere yaptığı yatırımların istatistik verilerini karşılaştıran “On dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda uluslararası bağlamda İsviçre”[11] isimli kaynakta ve “Küresel ekonomide İsviçre, Zürich.1990”[12] isimli kaynaklarda şu tablo yer alıyor:

İsviçre’nin 1913 yılında, dış ülkelere yaptığı yatırımlar, yatırım yapılan ülkelerin nüfus oranına göre ve dolar bazında yapıldığı ortaya çıkıyor. Buna göre de,

Yatırım Yapan Ülke                           Kişi başına yatırdığı miktar (dolar bazında)           
İsviçre                                                700 $

İngiltere                                             440 $

Hollanda                                            320 $
Belçika                                               250 $
Fransa                                                230 $
Almanya                                              70 $
ABD                                                     40 $


Bu verilere göre de, İsviçre diğer ülkelere oranla, kişi başına 700 dolar yatırım yaparak en fazla yatırımı yapmıştır. (Bu yatırımları nasıl yaptığını ve yönlendirdiğini aşşağıda kısaca ele alacağız.) Bu ‘özel’ durumu şüphesiz ki irdelenmeye değerdir. Ancak, İsviçre’nin 20.yüzyıl başlarında ki bu durumu, son 100 yıllık tarihinde ki demografik gelişme seyrini izlediğimizde, dış ülkelere yaptığı yatırımları incelediğimizde ilk ve son olmadığını göreceğiz. Aksine incelendiğin de görülecektir ki son 100 yıldır hemen-hemen tüm kategorilerde adeta şampiyon durumundadır!

Örneklerimizi daha yakın bir geçmiş üzerinden vererek ilerleyelim;
Dünya da bulunan pek çok sektörde uluslar arası şirketlere ve çok uluslu firmalara sahip ülkelerin baş listesinde İsviçre olduğunu biliyor muyuz? Bunu 1990 yılında İsviçre’nin ‘Federal İstatistik Ofisi’ açıklamış bulunuyor. Uluslararası alanda yatırım ve faaliyette bulunan bu firmalarından biri dünya gıda devi olan Nestlé şirketidir. Yabancı ülkelerde (dünyanın hemen her ülkesinde) gıda alanında en fazla şubesi olan ve en yüksek kârlar yapan şirketlerden biridir.

Otomosyon[13] ve enerji teknolojisinde ABB’ isimli çok uluslu şirketi ise dünya genelinde ilk ikinci veya üçüncü sırada yer almaktadır. 2007 yılında dünya Pazar’ına 2,5 milyon farklı ürün sağlayan ‘ABB’ şirketidir!

İnşaat sektöründe dünyanın dört bir yanında faaliyet gösteren ‘Holcim’ şirketinin yanısıra, ‘Swatch’ markasıyla Dünyada ki saat ihtiyacının %58,7’sini karşıladığı bilinir. İsviçre saat sektöründe dünya lideri konumundadır! İlaç sektöründe ise, ‘Novartis’ şirketi dünya da dördüncü sırada gelirken, ‘Hoffmann-La Roche’ ise sekizinci sırada yerini alıyor. Tarım sektöründe yine ‘Syngenta’ metal üretim sektöründe ‘Xstrata’ ise dünya da ikinci yada üçüncü sıralarda yerlerini alıyorlar.

Bitmedi daha, mikromekanik ve mikroelektronik üretimde dünya birincisi, sigortacılık alanında sigorta ‘Zürich’ dünya sıralamsında yedinci! Geri ödemeli (yani ‘réassurance’) sigortacılık alanın da ise ‘Swiss Re’ uzun yıllardır dünyada birinciliği elinde tutuyor. Bankacılık sektöründe ise durum çok farklı değil; ‘UBS’ dünyada ki ilk beş bankadan biri. ‘Crédit Suisse’ ise dünya sıralamsında ilk 15 banka arasında yerini alıyor. İsmini saydığımız tüm bu firmalar, verilere göre, son on yıllarda akıl tutulmasına yol açacak büyüklükte tarihi kârlar elde etmekteler!..

Bu sıraladıklarımız yüzlerce şirket ve firmadan yalnızca bildiklerimiz ve dünyanın zirvesinde olanlar. Tabi bunlar İsviçre sisteminin, emperyalist sistem içerisinde ki yerini ve ağırlığını belirginleştirmek için kimi çevrelere yetersiz gelebilir. Ancak bizce, bu oranı açığa çıkaracak bir diğer ölçüt ise, İsviçre emperyalizminin yabancı ülkelere doğrudan yapmış olduğu yatırımların kapsamı ve miktarıdır. Bu durumunu 2002 yılında açıklayan İsviçrenin ulusal basını ve ‘Tribune de Genève’ gazetesi, yüksek miktarda yabancı ülkelere yapmış olduğu doğrudan yatırımın 300 milyar doları aştığını belirtmişlerdir. 2002 yılında bu yatırım ile, dünya sıralamsında sekizinci sıraya yükselen İsviçre, yabancı ülkelerde ki bu yatırımlarını yönlendiren firmaları aracılığı ile de, dünya genelinde 2,9 milyon çalışanı sömürdüğü açığa çıkıyor. Bu miktar İsviçre içinde sömürdüklerinin neredeyse 1,5 katına tekabul ediyor! Peki bu dış ülke yetırımlarının yoğunluklu bölgeleri nereler? Bakın buna yanıtı 2002 yılında ‘Neue Zürcher Zeitung’ ne yanıtı veriyor? ‘179 milyar doların yaklaşık yarısına tekabül eden İsviçreli net yabancı yatırımının yaklaşık yarısı özellikle Asyalı ve Güney Amerikalı bağımlı ülkelerden çıkarılmaktadır.[14]’!..

İsviçre bankalarıyla,dünyanın finans merkezi durumunda. Ve dünya piyasasında en büyük oyuncu konumuna sahip. İsviçre bankaları, milyarlarca doları yöneterek, dünyanın zenginlerinin %27’sinin sermayesini elinde tutuyor ve başka ülkelere bu paraları borç vererek faiziyle devasa gelirler elde ediyor. Bu yalnızca İsviçre sınırları içerisinde ki miktarı ifade ediyor. İsviçre ‘sınır ötesi varlık yönetimi’ ile, 2,3 tirilyon doları işleten ve yöneten dünyada ki en büyük ekonomik aktörlerden biri konumunda!.. Keza bankalarının dışında da ‘sınır ötesi varlık yönetimi’nde ikinci sırada sigortaları yer alıyor!.. İsviçrenin bankalarının finans kapsamı bir çok ülkenin demografik yapısının çok üstünde. ‘Boston Consulting Group, 2009’ istatistiğinin verilerinde uluslararası özel bankacılık tarafından yönetilen varlıkların ülkelere göre dağılımını şöyle veriyor:


Suisse / İsviçre
27%
Royaume-Uni / Birleşik Krallık
25%
Luxembourg / Lüksemburg
11%
Caraïbes / Karayip
12%
Singapour et Hong Kong / Singapur ve Hong Kong
10%
Etats-Unis / ABD
8%
Autres / Diğer
7%
Kaynak: ‘Boston Consulting Group, 2009’

Özetlersek;    
İsviçre, bu özellikleriyle de, dünyanın ekonomisine ve dolayısıyla da siyasal gücüne sahip olan şirket ve firmaların oluşturmuş olduğu çok elit ve küçük bir çevrenin içerisinde yer almaktadır. Bu pozisyonu ile, uluslararası emperyalist güçler arasında önemli bir yere sahip oluyor. Mesela, Amerikalı çokuluslu şirketlerin beşte birine, İngilizlerin üçte-birine, Almanların ise yaklaşık olarak yarısına ulaşmış durumda. Bu tablodan da görüleceği üzere, İsviçre emperyalizmi, dış ülke yatırımları ile dünyada dördüncü sırada yer almaktadır!..

Peki bu yatırımları kimler üzerinden ve nerelere ve nasıl yapar? Dünya ekonomisine ve siyasetine yön veren güçlerden biri olabilmek, ve dünya kaynaklarını ele geçirip diğer millet ve ulusları boyun eğdirip kolayca sömürebilmek, ama tüm bunları yaparken de, dünyanın gözlerine ‘iyilik’ tülü geçirebilmek son derece önemli.

Yapılan yatırımların hemen hepsi, yatırım yapılan ülkeye ‘iyilik’ içindir. O "ülkenin kalkınması" ve tabi "işsizliğine çözüm bulunması"dır! Bir çok yatırım ‘alt yapı yatırımı’dır. Ve bunlar o ülkeye aslında ‘borç’ olarak verilir. Yapılan bu ‘yatırım’lar, yani verilen bu borçların tek bir şartı vardır; tüm yatırımın projeleri kendi ülkesinin firmaları tarafından gerçekleştirilmesi şartıdır. Bu şekilde para, o yatırım yapılacak ülkede bulunan İsviçre’nin şirketokrasi üyesi olan işletme ve firmalarına verilir. Böylece para İsviçre’yi terk etmez bile, sadece İsviçre’de ki banka kasalarından, yine İsviçre de ki kendi şirketlerine aktarılır. Yani, yatırım yapıldığı söylenen para, bir elden diğer ele verilerek anında geri gelir. Ama yatırım yapıldığı söylenen ülke bu şekilde borçlanır ve hem ana parayı, hem de faizini ödemek durumunda kalır. Ödeyememesi halinde ise yapılan şey çok açıktır: BM üyesi bir ülke ise, BM de vereceği oyun kontrolüne sahip olunur, topraklarında ki zenginliklere ve değerli kaynaklara kolayca erişim sağlanır, ihtiyacı olan malların ithalatını bedavaya getirir vb. ABD ise bu işi o ülkenin topraklarında askeri üsler kurulmasıyla, petrol ya da Panama Kanalı gibi değerli kaynaklara erişimin sağlanması gibi yöntemlerle yapmıştır. Her emperyalist ülkenin yöntemi aynı olmamakla birlikte, talepleri ise ihtiyaca göre farklılık arz ediyor.

"İsviçre burjuvazisi (sanayi ve banka çevreleri başta olmak üzere) sömürgecilik dönemi boyunca önemli bir engelle karşılaşırlar. Bu engelin nedeni ise, İsviçre ‘zayıf’ bir askeri güce sahipti ve en önemlisi de denizlere doğrudan açılmıyordu. Buna karşın Hollanda ve Belçika gibi kıyaslanabilir ülkeler denize açılabiliyorlardı ve böylece sömürgecilik istilasına katılabiliyorlardı. 1870 Fransa-Prusya savaşında ve Birinci Dünya Savaşı sırasında önde gelen İsviçreli çevreler, denizlere açılan bir giriş olarak ülkeyi ya İtalya ya da Fransa’ya doğru (Genova ya da Toulon) genişletmeyi hayal ediyorlardı. 1914-1915 yıllarında ciddi olarak tarafsızlığı bırakmayı ve Alman emperyalizminin yanında savaşa katılmayı hesapladılar. Savaştan galip gelme durumunda ganimetten pay olarak, Akdeniz'e bir giriş ve Afrika’daki bazı sömürgeleri hesaplıyorlardı. Ama sonuç olarak bu maceranın iç ve dış politika için çok riskli olduğuna karar verip tarafsız kalmayı sürdürdüler. İsviçreli sanayici ve bankacılarının her iki taraftan savaşa katılanlarla yaptığı kârlı kazanca bakılırsa bu karar kendisini telafi etmiştir.[15]

Gözlere çekilen ‘iyilik’ tülünün bir başka ayağı, Kızıl Haç’dır! Ulusal Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri, neredeyse dünyadaki tüm ülkelerde bulunmaktadır. Şu anda 186 ulusal dernek Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu ( IFRC) tarafından tanınmış ve tam üye kabul edilmiştir. Dünyanın her köşesinde ciddi etki ve faaliyetleri olan Kızıl Haç, İnsanlık için faydalı hizmetler ve politika rolüyle bağlantılı olarak yürütülen tarafsızlık politikası, İsviçre emperyalizmini dünya düzeyinde geniş kitlelerin bakışından gizlemekte ve kabul edilebilir yapmaktadır. Bu da sürekli olarak İsviçre’ye büyük güçler arsında aracı rol alması için başvurulmasına yol açmaktadır. 1894-1897 yılları arasında Fransa’nın Bern büyükelçisi olan Camille Barrere, bu stratejiyi inceler ve şunu yazar:  İsviçre’nin deniz filosu aracılıktır.”!!![16]

WSL-EPFL ve CERN ile yapılan uluslararası hamleler
WSL (İsviçre Federal Araştırma Enstitüsü WSL)  ülkenin en temel araştırma ve en önemli bilim kuruluşu olarak uluslararası düzeyde en ileri araştırma kuruluşu olma ününe sahip! Ülkenin Temel Araştırmalarını Yapıyor. Temel araştırmalar yaparak İsviçre'nin ilgili konudaki temel politikalarını oluşturmaktadır. Değişik ülkeler ile işbirliği yapmakta temel problem çözmek üzere şekillendirilmiştir. Kurumda 500 kişi çalışıyor. Bu kişiler kendi alanlarında uzman ve bilim insanlarından oluşmakta. Bu güçlü akademik kadrosu ile üniversitelerle yarışıyor. Hatta belirli alanlarda üniversitelerden daha etkili bir konuma sahip. Enstitünün orman, tarım, kar, ekoloji ve toprak bilimi konularında ise İsviçre’nin değişik bölgelerinde birimleri bulunmaktadır. Her bir birim kendi başına gelişmiş durumdadır. Örneğin Zürih yakınlarındaki Birmensdorf merkezindeki laboratuarlar göz kamaştırıcı niteliktedir. Bu kurumun yıllık bütçesi 65 milyon İsviçre frangıdır!

Enstitüye alınma koşulları ve birimlerin başına gelen kişiler çok başarılı, içeride ve dışarıda varlığı bilimsel olarak kabul edilmiş bilimcilerden oluşmaktadır. Ölçütlerine bakıldığında ise kriterlerinin yüksek olduğunu göreceğiz. Bu kurumda yalnızca kendi alanında uzmanlaşmış ve doktora yapmış kimseler çalışabiliyor. İsviçre’nin en ileri araştırma enstitüsü olarak bilimsel birikimi olan, başarılı araştırmalara imza atmış, çalışma performansı yüksek kişileri seçtikleri biliniyor. Tabi sadece bu kadar da değil, Enstitünün kendine özgü bir çalışma disiplini var. Örneğin WSL'de bulunan bilim insanları zaman-zaman 5 yıl içinde belirli sayıda proje ve makale üretemeyen, yeni-yeni bulgulara ve araştırmalara imza atmayan, tezler hazırlayamayan kişiler enstitü ile ilişkileri kesiliyor. Bunun nedeni sınırlı olan kontenjanı verimsiz kimselerle sınırlamamak, üretimsiz kimselerin ilişkisi kesilerek yeni-genç-dinamik ve üretim potansiyeli olan kimseleri alarak bu kurumun niteliğini sürekli yukarıya doğru çekmektir! Bu Enstitüde belirttiğimiz gibi doktoralı kişiler çalışıyor. Ancak üniversiteler ile işbirliği içinde öğrenciler de alınıyor ve araştırmalar yapıyorlar! İsviçre’nin bu kuruluşun çatısı altında topladığı 500 bilim insanı, İsviçre sisteminin de Akil adamları konumundadır. İsviçre’nin uluslar arası ve ülke içinde ki tüm hamleleri, en ince ayrıntısına kadar incelenip, hesaplanıp planlanarak bu laboratuarda üretilip çıkıyor.

Durum yalnızca bu kadarıyla sınırlı değil. Lozan şehrinde bulunan “İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü Uzay Merkezi (EPFL)” uzay araştırmaları yapan ve aynı zamanda da uzay mekiği/uydusu üreten bir merkez. Henüz birkaç yıl içinde 2009-2010 yıllarında ise EPFL’in ürettiği iki uydu uzaya gönderilmiştir.Yani İsviçre uzay sahasında da önemli çalışmalara sahip olmasına karşın, bu çalışmalar dünya kamuoyunun gözünde kaçmaktadır. Çünkü diğer emperyalistlerin çalışmaları İsviçre emperyalizmini gözlerden uzak tutmaktadır.

Nükleer Araştırmalar için Avrupa Konseyi anlamına gelen CERN, Avrupa’nın "Parçacık Fiziği Çarpıştırma Laboratuarı" ve aynı zamanda dünyanın en büyük atom hızlandırıcı laboratuarı durumundadır! CERN İsviçrenin Cenevre şehrinde ve Fransa sınırında bulunmaktadır. Ve CERN’de ki deneylere yaklaşık 80 ülkeden 500 üniversiteyi temsil eden 6.500 civarında bilim insanı (bu rakam dünyadaki parçacık fizikçilerinin yarısı demektir!) CERN'e gelerek kendi araştırmalarını gerçekleştirmektedir. CERN, Nobel ödüllerini de içeren önemli keşiflerin yapıldığı bir merkezdir.

CERN II. Emperyalist paylaşım savaşından sonra Avrupa'nın fizik alanında ABD'ye yetişebilmesi için 12 Avrupa ülkesinin (Belçika, Almanya, Fransa, Danimarka, Hollanda, İngiltere, İsveç, İsviçre, İtalya, Norveç, Yugoslavya, ve Yunanistan) işbirliği ile 1954 yılında kurulmuştur. Kurulduğundan bu yana Laboratuvar, uluslararası işbirliğinin başarılı bir örneği olarak hizmet vermektedir. 1959'da Avusturya, 1961'de İspanya, 1986'da Portekiz, 1991'de Finlandiya ve Polonya, 1992'de Macaristan, 1993' te Çek ve Slovak Cumhuriyetleri, 1999'da Bulgaristan'ın katılımı ile üye sayısı 20'ye ulaşmıştır. Gözlemci olarak katılan ülke sayısı 8'dir. Bugün CERN’e üye bu 80 ülke kendi ülke nüfusunun sayısına göre CERN’e üyelik aidatı ödüyor! Bu da her yıl milyarlarca Euronun İsviçre’ye akması anlamına geliyor. Bunun dışında 6.500 çalışan bilimcinin, yine bu rakama yakın dünyanın her tarafından gelen stajer öğrencinin bu ülkedeki yeme-içme-konut-sağlık vs. Ekonomik istihdamı ve gereksinimlerini/harcamalarını hesaplamak önemlidir!

CERN, EPFL ve WSL örneklerindende görüleceği gibi, İsviçre orta avrupa da, emperyalizmin en güvenilir kalesi konumundadır. Avrupa ve dünya emperyalist sisteminin en önemli yatırımlarını yaptığı yer, en önemli kararlarını aldığı (örneğin G-20 DAVOS toplantıları) ve dünyayı tek merkezden yönettiği yerdir! Emperyalistlerin bu kadar hayati yatırım ve kararlarını bu denli ‘küçük’ bir ülke üzerinden yapmaları tesadüf müdür? Tüm bu etmenler dahi, İsviçre’nin emperyalist sistem içerisinde ki yerini ve misyonunu, diğer emperyalistler açısından ne kadar önemli bir merkez olduğunu gözler önüne seriyor...

Offshore[17] özel servet güvenliği, yani dünya için servet yönetimi!
Bütün dünyanın servetini kendi elinde tutarak dünya servetinin yönetimini sağlayan İsviçre emperyalizminin, bu serveti nasıl toparladığını ve yönettiğini bir kısım kaynaktan kısa alıntılarla okura vermeye çalışalım.

Vergi toplayamamaktan şikâyet eden Avrupa ülkeleri mali krizden çıkışta kaynak sıkıntısı çekerken, vergi cennetleri, zengin elitlerin 18 trilyon dolarına ev sahipliği yapıyor. Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) verilerine göre 18 trilyon dolar olduğu tahmin edilen offshore servetine İsviçre'deki hesaplar dahil değil. Kısacası, 60 trilyon doları bulan dünyanın toplam gayri safi yurtiçi hasılasının üçte biri vergi cennetlerinde gizleniyor. Dünyada her yıl ortalama 1.8 trilyon dolar kara paranın söz konusu cennetlerde aklandığını hesaba katarsak, küresel finansal sistemdeki işleyişi daha net görme şansımız olur. Peki zengin elitler neden paralarını vergi cennetlerinde saklıyor?

Bunun iki temel nedeni var:
İlki gizlilik. Çünkü, uyuşturucu ticareti başta olmak üzere yasadışı yollardan elde edilen haksız kazancın küresel finansal sistemde gizleneceği ve aklanabileceği en kolay yer vergi cennetleri.

İkinci neden ise daha düşük vergi oranlarından yararlanmak. Bu yüzden daha az vergi ödemek isteyen ya da vergiden tamamen kaçmak isteyen zenginler, açtırdıkları farklı offshore hesaplarıyla paralarını söz konusu cennetlere taşıyor.

ABD Başkan aday adaylarından Cumhuriyetçi Mitt Romney'nin vergi cennetinde hesabı olduğuna yönelik haberlerin ardından ismi gündeme gelen Bain Capital bunlardan birisi. 60 milyar dolarlık bir servet yöneten Boston merkezli şirketin sadece Cayman Adaları'nda 138 farklı offshore hesabı açtığı ortaya çıktı.[18]

Özel offshore-serveti (fortune privée offshore) adıyla da bilinen, ait olduğu ülkenin sınırlarının dışında işlem gören, özel servetin yönetiminde İsviçre önde gelen bir yer tutmaktadır. Son tahminlere göre bu miktar dünya piyasalarının % 30’una denk gelmektedir. % 5 ve % 20 arasında değişen miktarlarla İngiltere, ABD, Lükasmburg ya da Hongkong gibi finans merkezleri İsviçre’nin oldukça arkasında yer almaktadırlar. Bankalar, sigorta şirketleri veya diğer servet yöneticileri İsviçre’de ve yurtdışında akıllara durgunluk verecek kadar yüksek bir miktar olan 10.000 (onbin) milyar İsviçre Frangını yönetmekteler; bu miktar aşağı yukarı ABD'nin gayri safi milli hasılasının yüzde 70’ine denk gelmektedir.[19]

Dünyanın mülk sahipleri servetlerinin bir kısmını çok uzun yıllardan beri İsviçre banklarına, bu bankaların çok özel bağlantılarla oluşan avantajlarından dolayı, güvenle teslim etmektedirler: Tahribi imkânsız banka gizliliği, servet avantajlı düşük vergi sistemi, çok sağlam bir kur politikası, sarsılmaz bir politik istikrar ve ayrıca kuşaklar boyu devralınan know-how[20] ve ilişki ağı. İsviçre emperyalizminin finans gücü ile ilişkili olarak üç durum öne çıkmaktadır:

İsviçre’nin tirajı yüksek gazetelerinden ‘Le Temps’ gazetesinin İsviçre’de ki offshore hesaplara ilişkin Ekim 2005 tarihinde saptadığı şu nokta çok önemlidir; yaklaşık 3000 milyar İsviçre Frangına denk gelen offshore olarak yönetilen paranın yüzde 70’i gelişmekte olan ülkelerin milyonerlerine aittir.[21] Yine bu paranın yüzde 80’ine tekabül eden kısmı, paranın ait olduğu esas ülkenin vergilerinden çıkarılmıştır. Vergi cenneti İsviçre’nin suç ortaklığı yüzünden fakir ülkelerden yıllık olarak 40 milyar İsviçre Frangına denk gelen vergi alınmaktadır, yani aslında bu miktar İsviçre’nin 2006 yılında ‘Kalkınma yardımı’ olarak ödemek istediğinin tam yirmi beş katına denk gelmektedir.

İsviçre bankaları bu paranın önemlice bir kısmını bu paranın geldiği ülkelere borç olarak vermektedir. Böylece İsviçre finansı alaycı bir biçimde, borçlanma sayesinde bu ülkelerin halklarına ağır baskı uygulayarak, bu ülkelerden ek gelir çekmektedir.

Ayrıca vurgulamak gerekir ki, İsviçre emperyalizminin yukarıda tarif edilen faize dayalı açık parazit yapısı İsviçre burjuvazisini kuvvetle etkilemektedir ve tabii küçük burjuvaziye ve hatta çalışan kesime dahi rengini vermektedir. Banka gizliliğinin gölgesinde alaycılık, rüşvet, dolandırıcılık ve vergi kaçırma, kara para aklama, her türlü kuşkulu ticaret ve kirli para yeşermektedir.

Bazı burjuva çevrelerin, İsviçre’yi ‘demokrasinin beşiği’,‘insan haklarının’ ve ‘insani yardımın anayurdu’ olarak gösterip, dünya halklarına karşı nasıl alaycı oldukları esasen gözler önündedir! Kısa geçmişte, Sudan’ın Darfur bölgesinde yürütülen soykırımı büyük ölçüde Sudan rejiminin petrol ticareti gelirleri tarafından ve ‘UBS’ ve ‘Crédit Suisse’ gibi İsviçre bankalarının finanse ettiği tüm dünya tarafından bilinmektedir. Darfur bölgesinde soykırım yapan petrol şirketlerinin ‘UBS’ ve ‘Crédit Suisse’ gibi İsviçre bankalarının en önemli ortaklarından birileri olduğunu biliyor muydunuz? Bu bankaların Darfur’da soykırım yapan petrol firmalarıyla 6 milyar dolarlık toplam değeri olan ortaklıklarının olması[22] sizce şaşırtıcı mıdır? Ve yine bu bankaların dayanışması ve desteği ile bu soykırımın dünyanın gözleri önünde yapılmış olmasına karşın hiç kimsenin ses çıkarmamış olması sizce de ilginç değil midir? İşte İsviçre’nin ‘insan hakları’ ve ‘insan hakları’ndan anladıkları!..

Göçmen veYabancı’ iş gücünün kitlesel sömürüsü
Son olarak İsviçre emperyalizminin önemli bir durumuna daha değinmekte fayda var. Emperyalist karakter kendisini sadece fakir ülkelerdeki sınırsız biçimde sömürülen işgücüne yapılan yatırımda göstermez ama aynı zamanda yabancı işgücünü ülke içine sokarak, hemen hemen aynı kötü şartlarda çalıştırılmasında da görülmektedir. Bu bağlamda da İsviçreli işverenler aşırı sömürülen göçmenleri ithal ederek öne çıkmaktadırlar. Kurnazca oluşturulmuş bir sisteme dayanan oturum hakkı bir yandan çalışanları sürekli zor durumda bırakırken, diğer yandan tüm politik haklarından mahrum bırakmaktadır.

Emmanuel Terray’a göre İsviçreli işverenleri öne çıkaran şey uzun zamandır uyguladıkları bir stile dayanmaktadır: mekânın kaymasına (yani fransızca ifadesi ile délocalisation sur place) dayanan politikaları. 19.yüzyılın sonundan beri çalışan nüfusun yüzde onundan fazlasını yabancı işgücü oluşturmaktadır. Bugün yabancı işgücü yüzde yirmilik bir orana sahiptir ki, bu da yaklaşık bir milyona denk gelmektedir.[23] Buna ek olarak İsviçre’de sömürgecilik dönemindeki koşullar kadar ağır şartlarda çalışmak zorunda kalan 200.000 kadar kağıtsız (fransızca ‘sans papier’ olan) kaçak göçmen bulunmaktadır. Yukarıda ki tabloya bu 200.000 bin’i de eklemek gerekmektedir.

Küresel Ekonomik ‘Kriz’in İsviçre’ye ‘yansı(tıl)ma(ma)sı’!
Ekonomik kriz, İsviçre’yi diğer ülkeler kadar vurmasa da, İsviçre’nin yönetimini elinde tutan aşırı sağ parti “İsviçre Halk Partisi” SVP’nin eline çok önemli fırsatlar veriyor. Bu fırsatlardan biri, şüphesiz ki ilticacılar ve göçmenler!..

İsviçre ekonomisinde göçmenlerin iş gücü önemli bir rol oynuyor. Buna karşın, SVP’nin göçmenlere dönük ırkçı ve faşizan çağrıları, İsviçre halkı arasında geniş destek buluyor. (Bunun somut örneği de 2003 yılından buyana SVP’nin sandıktan en güçlü parti olarak çıkmasıdır!) Göçmenlere dönük ırkçı politikalar, kamuoyunda yeni gelen göçmenlere karşı bakış açısının da giderek kötüleştiğini gösteriyor!

İsviçre de göç politikası ilk etapta ekonomik kriterlere göre yönetiliyor. Daha önceden kalifiye olmayan göçmenlere temizlik sektöründe, inşaatlarda, yiyecek-içecek/gastronomi alanların da, ya da tarımda (kısacası hizmet sektöründe) vb ihtiyaç duyulurken, son yıllar da ise (2000’li yıllarla birlikte) göç politikasını ‘yüksek kalifiye iş gücü’ne olan talep belirliyor! Göç’ün aktığı ülkeler, göç’ü ekonomik bir avantaj olarak görmektedir. İsviçre açısından da durum böyledir. Ancak İsviçre’nin sorunu ‘yüksek kalifiye iş gücü’ne sahip göçmenler istemesidir! Örneğin ‘Endüstrimiz son yıllarda çok güçlü bir gelişme göstermedi, çünkü ülkemize çok sayıda mühendis ve teknisyen göç etmedi.’[24] diyen İsviçre Ekonomi Müsteşarlığı çalışma müdürünün kendisidir. Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere İsviçre’nin ‘yüksek kalifiye iş gücü’ ihtiyacı gün geçtikçe artmaktadır. Bu talep artışını karşılamak için, gerek İsviçre’ye komşu AB ülkelerinde, yani sınırdaki yerleşim birimlerinden gelen işgücü, ve gerekse diğer AB ve EFTA ülkelerinden gelecek olan ‘yüksek kalifiye iş gücü’ vasıflı işçilerin bir işyeriyle anlaşmaları halinde, sınırlı haklara sahip “G Oturumu” düzenlemesiyle çalışma hayatına katılabiliyorlar. Sınır işçileri olarak da adlandırılan, “G Oturumu” sahibi işçiler, işyeri ya da işkolu değiştirme de ancak izne tabi olarak mümkün olabiliyor. İsviçre sermayedarları, SVP’nin ırkçı ve yabancı düşmanlığı politikalarıyla, bu şekilde kendi ülkesinde bulunan ‘kalifiyesiz göçmenleri’n gereksiz yere ülkesini işgal ettiğini düşünerek çeşitli yasalarla sınır-dışı etmek, gelecek olanların ise önünü kesmek istemektedir. Bu önünü kesmek istediği kesim ise özel olarak EFTA ülkeleri dışındaki ülkelerden ve genel olarak da gelecek ‘kalifiye olmayan’ göçmenlerdir.

Örneğin, İzlanda, Lihteştayn ve Norveç‘e yapılan göçlerin İsviçre’ye yönelmesiyle her yıl 80 bin civarında göçmenin İsviçre’ye geldiği biliniyor. (Ama bunların gelmesi ne SVP partisini nede İsviçre halkını rahatsız etmiyor!) Bunların başında ise İtalyanlar, Almanlar, Portekizliler ve Fransızlar geliyor. Göç edenlerin kalifikasyonları da zamanla değişmiş durumda. 10-15 yıl önce gelenlerin sadece yüzde 21’i üniversite mezunuyken bu oran şimdi yüzde 50’nin üzerine çıkmış durumdadır. Bu durumda İsviçre nüfusunun beşte birinden fazlasının İsviçreli olmadığı gerçeğini ortaya koymaktadır. Bu tablodan da anlaşılacağı üzere, İsviçre de göç politikası hümaniter değil, daha çok ekonomik kriterlere göre yönetildiğidir. SVP üzerinden yürütülen ırkçı ve yabancı düşmanlığı politikalarının özünde, İsviçre’li sermayedarların ‘kalifiyesiz eleman’a ihtiyaç duymayışı yatmaktadır!

Göçmenlere karşı yürütülen ırkçı politikalara nasıl cevap verilmelidir?
İsviçre’de yaşamakta olan göçmenlerin, yaşadıkları tüm kantonlarda göçmenler olarak başta İsviçre ekonomisine ve pek tabi ki genel sosyal refahına ve kültürel-sanatsal-politik alanlarda ki katkılarına dair kantonal projeler sunmalıdır!

İsviçre’de yaşamakta olan göçmenlerin, İsviçre’de ki politik, sanatsal, edebi ve ekonomik yaşama karşı olumlu katkıları ön plana çıkarılmalıdır. Bu şekilde SVP gibi sağ partilerin ırkçı ve faşizan politika ve söylemleriyle İsviçre halkını etkisine alıp göçmenleri “potansiyel suçlular-kriminaller, olumsuz vakalar, sosyal seviyesi düşük insanlar, sosyal hizmetleri sömürenler” şeklinde göstererek düşünsel anlamda zehirlemek istenmesine karşı, göçmenlerin böyle olmadıklarının propagandasını pratik örnekleriyle göstermeli ve İsviçre halkının bu zehirli politikalardan etkilenmesinin önüne geçmesi gerekmektedir.

SVP’nin bu tek yanlı olumsuz propagandalarına karşı, göçmenlerin İsviçre’ye katkıları ve İsviçre açısından ‘olmazsa-olmazlıkları’ ifade edilemeyip, gerek kamusal tartışmalarda ve gerekse geniş sosyal katmanlar arasında göçmen halkın büyük çoğunluğunun -hatta hepsinin- başta İsviçre ekonomisine ve genel olarak tüm yaşamsal alanlara önemli katkılarda bulunduklarına dair çok az şey söylüyoruz. Bunların yaygınlaştırılması ve karşı atak yapılarak İsviçre halklarının tek yönlü propagandalarla göçmenlere karşı örgütlenmesinin önüne geçilmesi öncelikli durumlardan biridir!

İsviçre de birkaç bin göçmen derneği bulunuyor. Bu organizasyonların önemli bir bölümü, gönüllü verilen desteklerle çalışmalarını yürütüyor. Verilen bu gönüllü destekler, aslında İsviçre toplumuna uyum için verilen büyük bir katkıyı da beraberinde getiriyor. İsviçreli göçmenlerin, gönüllü çalışmaları ile uyuma büyük bir katkı sağlandığı da ayrı bir gerçek olarak karşımızda duruyor!

Göçmenlerin katkılarını araştıran bir çok akademisyen, genellikle olumlu bir tablo ortaya koyuyor. Burada elbette önemli olan konuya bilimsel olarak nereden yaklaşıldığıyla ilgili. Ciddi olarak konuya yaklaşan bilim insanlarının çoğu göçmenlerle İsviçre’de ki hayatın renklendiği ve İsviçre ekonomisine önemli katkılarda bulundukları genel bir görüştür. Bu anlamda İsviçre’nin Almanya gibi bir göç ülkesi olduğunu kabul etmesi için kampanyalar düzenlenerek sürekli gündemde tutulmalıdır.

Not :
Bu yazı 2012 yılında İTİF’in kongresinde perspektif yazısı olarak kabul edildi.
2017 Kasım, ve 2018 yılında Avrupa da çıkan MÜCADELE gazetesinin 261-262-263 sayılarında yazı dizisi olarak yayınlandı.





[1] https://paratic.com/en-kucuk-ama-zengin-ulkeler/ 
[2] 1863 yılında İsviçre tarafından kurulmuştur.
[3] Temmuz 2006-2009 verileri. Bknz: 1.Kaynak: İsviçre 2006 rehberi. 2.Kaynak: snc (soliday news center)
[4] 2011 yılında İsviçre Hükümeti, ülkedeki 5 nükleer santralin devreden çıkarılacağını bildirdi. Karar, İsviçre’deki nükleer santrallerin 50. yılını doldurduktan sonra santrallerin kapatılmasını öngörüyor. Hükümetin kararı, İsviçre’de nükleer santrallerin 2019 ila 2034’te kapatılması anlamına geliyor. İsviçre’de üretilen enerjinin %15’ı nükleer enerji ve %85’i hidroelektrik kaynaklıdır.
[5] Kaynak: http://www.swissworld.org/fr/economie/L'économie suisse.
[6]Fransız Devrimi veya Fransız İhtilâli (1789-1799), Fransa'daki mutlak monarşinin devrilip, yerine cumhuriyetin kurulması ve Roma Katolik Kilisesi'nin ciddi reformlara gitmeye zorlanmasıdır. Avrupa ve Batı dünyası tarihinde bir dönüm noktasıdır. Fakat tüm dünya tarihi için de bir dönüm noktasıdır çünkü uzun zamandır gelişen burjuvazi bu devrimle iktidarı mutlak bir biçimde ele geçirmiştir. Daha önceki Hollanda ve İngiltere burjuva devrimleri burjuvaziye birtakım kazanımlar sağlasa da bu sınıfın toplumda koşulsuz bir egemenlik kurmasına olanak vermemişti. Milliyetçilik akımını başlatan en büyük etkendir. Kaynak: Vikipedi, özgür ansiklopedi.
[7] Afrika ve Amerika kıtalarını "keşfeden" Avrupalılar sadece oradaki kaynakları talan etmekle kalmayıp, insanlarını da kendilerine köle yaptılar. İki yüzyıldan fazla bir süre boyunca Amerika ve Avrupa'ya köle olarak getirilen Afrikalıların sayısının 10 ila 30 milyon arasında değiştiği kaydediliyor. Avrupalı feodal tüccarlar, özellikle, tütün, şeker, keten üretiminde ihtiyaç duyulan insan emeğini kölelerden sağlıyorlardı. Kaynak: ‘Bilim ve Gelecek’ dergisi.42.sayı.
[8]‘Kapitalizmin en yüksek aşaması Emperyalizm’ adlı 1916 yılındaki ünlü araştırmasında Lenin Hollanda ve Belçika ile ilgili olarak: ‘Bu ülkeler sahip oldukları sömürgelerini büyük devletlerin çıkar çatışmalarından, sürüşmelerinden doğan hal sayesinde tutabilmektedirler’. Bakınız: Oeuvres choisies, Moscou, Editions du progrès, 1975, cilt 1, sayfa 718.
[9] H.Bonin, M. Cahen: “Négoce blanc en Afrique Noire, Bordeaux 2001, sayfa 237.
[10] Hans Werner Debrunner, “Schweizer im kolonialen Afrika, Basel 1991, sayfa 19.
[11] Bakınız Orjinal Metin için: Paul Bairoch, “La Suisse dans le contexte international aux XIXe et XXe siècles”
[12] Bakınız Orjinal Metin için: M. Körner (editör): “La Suisse dans l’économie mondiale, Zürich 1990, sayfa 115.”
[13] Otomosyon Nedir: Otomasyon, bir işin insan ile makine arasında paylaşılmasıdır. Toplam işin paylaşım yüzdesi otomasyonun düzeyini belirler. İnsan gücünün yoğun olduğu otomasyon sitemleri yarı otomasyon, makinenin yoğun olduğu sitemlerde tam otomasyon olarak adlandırılırlar. otomasyon ile, işin kas gücünden alınıp makine gücüne aktarılması planlanmıştır. İşlerin makinelere aktarılması sanayi sektörlerini ivmelendirmiş daha çok talep doğurmuştur. Bunun sonucunda da seri üretim anlayışının da ortaya çıkmasıyla otomatik sistemlere duyulan ihtiyaç daha da artmıştır. Bilgisayarın icadı, elektrik- elektronik, vb. alanlardaki hızlı gelişmeler ,otomasyon gelişmesini de ivmelendirmiştir.
[14] Bakınız: Neue Zürcher Zeitung, 15. Oktober 2002.
[15]Documents Diplamatiques Suisses, cilt. 6, sayfa 146, 116 ve 240.
[16]Alıntı: Jean-Claude Allain, “La politique helvétique de la France au début du XXe siécle (1899-1912)”,  R.Poidevin, L.-E. Roulet, Aspects des rapports entre la France et la Suisse de 1843 à 1939, Neuchâtel 1982, sayfa 99.
[17] Herhangi bir ülkede faaliyet gösteren fakat asıl merkezi o ülkenin dışında bulunan denizaşırı bir kurumun faaliyetlerini tanımlamaktadır.Kurum faaliyette bulunduğu ülkede kendi ülkesinin yasal düzenlemelerine bağlı olmadığı gibi içinde faaliyette bulunduğu yabancı ülkenin de düzenlemelerine bağlı değildir.
[18] Sabah Gazetesi. 29.01.2012. (Zenginlerin 18 trilyon doları cennetlerde saklı !)
[19] Bakınız: Steve Donzé, Wealth Management in Switzerland, Basel, Swiss Bankers Assosiation 2007.
[20] Endüstriyel, ticari veya bilimsel tecrübeye dayalı bilgi veya imalat yöntemi. "Birşeyi yapabilme bilgisi"
[21] Le Temps, 28. Oktober 2005, sayfa 31.
[22]Bakınız: “Darfour: pas de commerce avec la mort”, Libération Afrique, 29. Oktober 2007, www.liberationalafrique.org.
[23] Emmanuel Terray, “Le travail des étrangers en situation irrégulière ou la délocalisation sur place”, kaynak E. Balibar et al. (editör), Les Sans-papiers: l’archaisme fatal, Paris 1999, sayfa 9.
[24] Serge Gaillard