Hollanda ve Türkiye arasında yaşanan “krizi” nasıl okumalıyız?!
H.GÜRER
13 Mart 2017
Türkiye,
16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleşecek olan “anayasa ve başkanlık sistemi referandumu”
için, dünya da eşi benzeri görülmemiş “seçim çalışmaları”na başladı. Sınır
ötesi seçim çalışmalarının bir ayağını da Hollanda olarak belirleyen AKP, 11 Mart Cumartesi
günü Hollanda Rotterdam şehrinde ‘referandum kampanyası programı’ organize
etmek istedi. Bu etkinliğe katılmak isteyen Türkiye
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na, Hollanda hükümeti Dışişleri
Bakanı Bert Koenders telefon ederek; “Hollanda’da
referandum kampanyası yapmanızı istemiyoruz. Gelmeyin…” demesine karşın, Çavuşoğlu
istenmediği bu ülkeye gitmekte kararlı olduğunu açıklamış, programını iptal
etmeyeceğini duyurmuştu. Bu gelişmelerin ardından başlayan “diplomatik kriz”
nasıl okunmalıdır? Buraya gelmeden kısa birkaç açıklama yapmak, süreci daha
sağlıklı okumak açısından faydalı olacaktır.
Yukarıda da değindiğimiz gibi, Türkiye dünyada eşi
benzeri olmayan bir seçim süreci işletiyor. Özel olarak Türkiyeli göçmen
nüfusunun yoğun yaşadığı Avrupa ülkelerinde sandıklar kuruyor. Toplantılar,
konferanslar, hatta mitingler düzenlemeye kadar işi taşırmaya çalışıyor. Bu
durumdan rahatsız olan Avrupa ülkeleri, kendi ülkelerinde bulunan Türkiyeli
göçmenlerin bilinçlendirilmesine karşı değiller fakat, Türkiye tarzı bir seçim
kampanyasının da kendi ülkelerinde yürütülmesine haklı olarak karşılar. Çünkü
neredeyse otobüsler tutulup marşlar çalınacak, direklerden direklere bayraklar asılacak
hale getirilecek. Kendi ülkelerinin seçim süreçlerinde dahi bu vb. uygulamalar
yapmayan Avrupalılar, Türkiye’nin bu tarzından pekâlâ rahatsız olma hakkına sahipler. İkinci bir nokta ise,
bu tür çalışmalar kendi ülkelerinde toplumsal kargaşa, iç huzursuzluk, toplumsal
gerilim vb. yarattığını düşündüklerinden, anayasa referandumu için Avrupa ülkelerinde
toplantı düzenlemek isteyen bakanlara bugüne dek Almanya, Hollanda, Avusturya
ve İsviçre engel çıkardı. Bu ülkelerin aynı anda siyasi, ekonomik ve askeri anlaşmalarını
da yapmayı sürdürdüklerinin de altını çizelim!
Hollanda’nın çekildiği minder, bilinçli tırmandırılan
kriz
Bu vb. gelişmeler her ne kadar AKP veya
T.C karşıtı şeyler gibi gözükse de, iki yanı keskin bıçak gibi bir karakter
taşıyor!
Birincisi; AKP iktidar olduğu 15 yıllık
süreç boyunca, içine düştüğü her yönetememe krizinde, her seçim ve her
referandum gibi kritik dönemlerde, kamusal sonuçları olan şeylerle kendisini “mağdur”
durumuna sokmayı başarıyor! Böylece kitlesini daha da çok kemikleştiriyor. Karamsar
durumda olan milliyetçi-sosyal şoven unsurların da histerik duygularını
körükleyerek “kararlı” hale getirip yanına çekiyor! (Bu olayla CHP’nin tavrının
da AKP ile aynılaşması gibi) Haliyle Hollanda’nın bu çıkışı, AKP’nin ön gördüğü
başkanlık sistemini ve yeni anayasa tasarısının geçmesini garantilemesi
açısından önemli bir “destek” ve “yardım” olarak görmek mümkün. Onca uzaklıkta
bir ülkenin iç siyasetine ve iktidar partisine ancak bu denli bir yardımda bulunulabilirdi!
AKP “bizi dışta AB ülkeleri, içte terör örgütleri istemiyor. Daha güçlü bir
Türkiye için evet deyin” türünden ucuz sloganlar ve basit şoven kampanyalar
için önemli bir hamle manevrasına sahip oldu. Kendi medyası ile yapamayacağı
reklamı, isteyip de ulaşamadığı kesimlere dünya medyası ile ulaşmayı başardı.
Dünyanın gündemine düşüp tartışılıyor olmak, milyar dolarlar vererek
yapılamayacak büyüklükte bir şeyken, Hollanda’yı bu mindere çekerek yapmak daha
akıllıcaydı. Bu başarıldı.
İkincisi; Hollanda hükümeti
açıklamalarına baktığımızda, kendi ülkesinde yapılacak referandum çalışmalarını
yasaklamış değil, sınırlandırmıştır! Yapılacak toplantı salonu için şöyle
deniyor “Bakanın konuşması için yeni bir salon
bulunması için görüşmeler sürüyordu ancak bu sırada Türk yetkililer Hollanda’yı
tehdit etti. Bu durum mantıklı bir çözüm arayışını imkânsız kılmıştır.” ve Türkiye
Dışişleri bakanının uçuşunu iptal etmelerini ise; “İptal
kararı, uygun bir çözüm bulunması için görüşmelerin sürdüğü bir sırada kamuoyu
önünde yapılan tehditler nedeniyle alındı.” Diyerek kamuoyuna açıklama
yapan Hollanda hükümeti, krizi derinleştiren ve bu aşamaya getiren tarafın
Türkiye olduğunu iddia ediyor. Açıklama da çarpıcı bir bölüm de şurası; “Hollanda hükümeti ülkedeki Türkiye
vatandaşlarına referandum hakkında bilgi verilmesi için toplantı düzenlenmesine
karşı değil. Fakat bu toplantılar bizim toplumumuzdaki gerilimlere olumlu
katkıda bulunmuyor ve burada bir toplantı düzenlemek isteyenler, kamu
düzeninin ve güvenliğin sağlanması için ilgili yetkililerin kurallarına uymalı.
Türkiye hükümetinin bu konudaki kurallara saygı göstermediğini söylemek
durumundayız.” Açıklama böyle. Türkiye tüm bu açıklamaları görmezden
gelerek, tüm sivil bürokrasisi ile eylem, protesto, açıklama ve tehdit yarışına
katılmış durumda. Kimse karşı tarafın ne dediğiyle ilgili değil. Portakal
bıçaklayıp, suyunu sıkıp içerken, tehditler yağdırırken, anayasa referandumu
için “evet” kampanyasını da aynı anda yürütmeleri son derece planlı bir
kampanyanın ürünü olduğunu gösteriyor. “Hollanda resmi makamlarını aratıp
mehter marşı dinletti” diye medyaya manşetler atarak kitlesini bu yönlü
eylemler yapmaya yönlendirme derdindeler. Cumhurbaşkanı, bakanlar vs. kitleye
bir zat eylem çeşitleri sunuyor. İşin bu aşamaya getirilmesi kimin işine yaradığı
çok açık…
AKP’nin Kasımpaşa jargonu ile her önüne
geleni tehdit ettiğini bu ülke insanı gayet iyi biliyor. Dolayısıyla da “(…) görüşmeler
sürüyordu ancak bu sırada Türk yetkililer Hollanda’yı tehdit etti.” Açıklaması gerçekliği ifade ediyor. Aynı şekilde kimi bakanların “kimse bizim toplantımızı iptal edemez,
programımız ertelenemez, hesabını sorarız, bedelini ödetiriz” türünden
haberlerin yapıldığına da kimi gazete ve sosyal medya üzerinden tanık olduk. Tüm
bunlar krizi tırmandırmak için yapılan şeylerdi. Çünkü karşılarında kendi
vatandaşları olan gariban bir çiftçiye “ananı
da al git” demediklerini, bir ülkeyi tahdit ettiklerini, bunun diplomatik,
siyasi ve ekonomik sonuçları olacağını da gayet iyi biliyorlardı. Bilerek,
planlanarak ve isteyerek de yapıldı. Çünkü her seçim ve referandum dönemlerinde
olduğu gibi “mağdur” olmaya ihtiyaçları var. “Mağdurluktan” çıkıp mağrurluğa
dönüşümü önümüzdeki günlerde hep birlikte daha açık ve net olarak göreceğiz…
Hollanda her ne kadar yapmak istediği “sınırlamalarının”
nedenlerini açıklamaya çalışsa da AKP tarafından hızlı bir şekilde bu sesleri boğuldu.
Hollanda’nın bu tutumunu “tanımsız” bir ifade haline sokarak dünya kamuoyu
karşısında “haklı”, Türkiye halkları karşısında ise “mağdur” bir hale ulaşıldı.
Böylece AB'nin demokrasi kriterleri kendilerince tartışılır hale getirilecek,
Hollanda ise AKP tarafından fırsat verilmeden “tanımlayamadığı sınırlamalar”
yüzünden tüm dünya tarafından siyasi baskı altına alınacak, böylece AKP Türkiye
ve dünya halkları karşısında “prestij” elde edecekti. Bu “prestiji” Nisan’da ki
anayasa ve başkanlık referandumunun geçmesi lehine kullanacaktı. Plan tuttu mu?
Bizce tuttu. Hollanda’nın kısa gelecekte
özür dilemesi büyük bir olasılıktır!..
Özetlersek;
Hollanda’nın AKP tarafından bilinçli ve
planlı bir şekilde çekildiği bu minder, her ne kadar AKP karşıtı gibi gözükse
de, esasen AKP’yi referandum sürecinde elini güçlendiren çıkışlardır!
Referanduma kadar benzer gelişmeler, çıkışlar ve ülke içi veya ülke dışında
siyasi, politik, askeri komplolar sürpriz olmamalıdır!