Şuradan
iki ‘yabancı’ kolu,
bir tane mülteci
dalağı ve birde göçmen beyni ver.
Hee,
sakın geri kalanları ise ülkelerine göndermeyi unutma!..
Eylül, 2010
Bilindiği üzere Türkiye’de 12
Eylül 1980 darbecilerinin oluşturmuş olduğu “Anayasa”nın 30 yıl sonra 26
maddesinin değiştirilmesi ‘şatafatlı’ bir referandumla gerçekleştirildi. Türkiye
böylesi bir referandumu ardında bırakırken, İsviçre’de ise çeşitli konularda
değişik referandum çalışmaları söz konusu. Deyim yerindeyse Eylül ay’ı, referandumlar
geçidi bir ay oldu. Dileğimiz, İsviçre’de ki referandumların sonuçları,
işçilere ve göçmen emekçilerin aleyhine olmasın!..
Referandumlardan
biri, İsviçre’nin Basel kantonunu kapsayan ve 26 Eylül 2010 tarihinde yapılacak
olan, “Göçmenlerin seçme ve seçilme hakkı”nın verilmesi için yapılan bir Halk
oylaması/referandum. Bu referandumun bugün bu düzeye gelmesinin 3 yıllık bir
tarihsel arka planı var. 2007 yılının son baharında çoğunluğunu Sosyalist Parti
(SP), Yeşiller ve Basta Partisi’nin oluşturduğu bir komite, kanton özgülünde “Göçmenlerin
seçme ve seçilme hakkı olmalı” diyerek imza kampanyası çalışmaları
başlatılmıştı. Komitenin talebi, İsviçre vatandaşı olmayan, 5 yıl boyunca Basel
Kantonu’nda yaşayan ve “C” oturumuna
sahip olan herkesin kanton düzeyinde seçme ve seçilme hakkının olması.
Bu talebe hükümetin karşı
önerisi ise; “İsviçre’de 10 yıl kalmakta olan ve Basel Kantonu’nda ise 5 yıl
boyunca ikamet eden göçmenlerin seçme hakkı olmalı, kendilerini de herhangi bir
siyasi makam için aday göstermemelidirler.” Şeklinde. Yani, göçmenlerin
yalnızca seçme hakkı olsun, ancak seçilme hakları olmasın ve bu hakka da sahip
olmaları için de uzunca bir süre beklemeleri şeklinde. Komite ise, “Göçmenlerin seçme ve seçilme
hakkı olmalı” diyerek yürüttüğü imza kampanyası çalışmasını, 2009 yılının mart
ayına kadar gerekli olan üç-bin (3000) imzayı toparlayarak sonuçlandırmış ve bu
imzaları da hükümete teslim etmişti. Bunun ardında 26 Eylül’de yapılacak olan
referandumun önü açılmıştı. Bu referandum da, “Göçmenlerin seçme ve seçilme
hakkı”nın verilmesi için çalışma yürüten komite, her iki seçeneğe de “EVET”
diyor. Bunun içinde Basel’de yaşayan ve seçme hakkı olan herkese “2x EVET” oyu
verilmesini istiyor. Komite, “Seçme ve Seçilme” hakkına karşı kampanya yürüten
sağcı partilerin etkisinde kalabilecek seçmenleri de hesaplayarak, “şayet ‘Seçme ve Seçilme’ hakkını referandum
sonucunda kaybetsek dahi, seçme hakkından olmayalım” öngörüsüyle “2x EVET”
oylamasının doğru olacağı ifade edilmekte. Bu referandumun, Basel kantonunda
yaşamakta olan göçmenler için son derece ciddi bir sınav olacağı çok açık!
Eğer, Basel Kantonunda ki göçmenler bu sınavı başarıyla veremezler ise, diğer
demokratik hakların korunmasını da başaramayacaklar demektir.
Bir başka Referandum ise; (AVIG)
olarak bilinen, işsizlik sigortasında yapılmak istenen kısıtlamalara ilişkin. Bu
referandum ise kantonal değil, İsviçre’nin genelini kapsayan federal bir
referandum. Dolayısıyla da göçmenler için her yönüyle son derece önem taşıyor. İsviçre’nin
sermayedarları, çalışanların 600 milyon frank daha fazla prim ödemesini, buna
karşın da 600 milyon frank daha haklarının azalmasını istiyorlar. Yani daha az
hak için, daha fazla pirim ödemek! İşsizlik sigortasında yapılmak istenen
kısıtlamanın özü şu;
İşsiz kalmada hiçbir suçu
olmayanlar dahi ek olarak cezalandırılacak. Örneğin işsizlik parası alma süresi
kısaltılacak. 1 yıl boyunca çalışan bir işçi, otomatikman 1,5 yıl işsizlik
sigortasından işsizlik parası alma hakkına sahip olabiliyor duyken, yapılmak
istenen düzenlemede, 1 yıl çalışan, 1 yıl işsizlik parası alabilecek. İşsizlik
parası alma süresinin azalması sonucu bir an önce bir iş bulmak için, işsiz
kişilerin ücreti çok daha düşük işleri kabul etmek zorunda kalmasını
sağlayacak. Yada işini kaybetmemek için olmadık şeylere baş eğecek, fazla saat
çalışacak, haksızlığa dahi uğrasa sesini çıkarmayacak!.. Bu da süreç içerisinde
İsviçre’de ki işçilerin yaşam standartlarında ki düşmeyi beraberinde getirecek.
Yine 55 yaşın üzerinde olan ve
çalışan bir işçi, 1 yıl çalışarak 520 gün işsizlik parası alabilirken, bu hakkı
elde edebilmesi için artık en az 24 ay (2 yıl) boyunca çalışması gerekecek. 50
veya üstü yaşta olan kimselerin mevcut koşullarda iş bulma koşullarının hiç
olmadığı gerçeğini de göz önünde tutarsak, değişiklik bu kişilerin zorunlu
olarak geçici ve daha ucuz işlerde çalışmasını zorunlu kılacak demektir.
Yasada yapılmak istenen “düzenleme”lerden
bir diğeri ise, mevcut yasa da okul eğitimini, mesleğini veya Üniversiteyi
bitiren bir genç, iş bulamadığı taktirde, bir buçuk yıl boyunca düşük bir
işsizlik parası alıyordu. Yapılmak istenen değişiklikte ise, bu süre
kısaltılarak yalnızca 120 gün işsizlik parası alabilecek. Dolayısıyla da genç
işsizler bu değişiklikle beraber pratik olarak kendilerine gösterilen ve ücreti
düşük işleri itirazsız kabul etmek zorunda kalacak.
Yapılmak istenen
değişikliklerden bir başkası ise, mevcut olan yasa da, bugün işini kaybeden bir
işçi, işsizlik sigortasından alacağı işsizlik parası için 5 gün gibi bir süre
beklemesi gerekiyordu. Yapılmak istenen değişiklikte ise bu durum, yıllık 60
bin frank üzerinde geliri olan bir işçinin, 2 ile 3 hafta düzeyinde bir süre
beklemesini gerektirecek, ancak bundan sonra işsizlik parası alabilmesi mümkün
olacak! Burada oynanan oyun, işsiz kalan işçiye 3 haftalık bir işsizlik parası
ödememek. Bu miktarda binlerce işsiz işçiyle hesaplandığında milyonlarca frank
paranın işçilerin hakları olmasına karşın ellerinden yasal düzenleme ile
çalınması anlamına geliyor. Hem işsizlik parası almanın süresini kısalt, hem de
hakkı olan sürenin içinde de 3 haftalık gibi bir sürenin ücretini ödeme!..
Doğrusu son derece sinsice bir politika.
Yukarıda ifade ettiğimiz
noktalar, bugün ki İşsizlik sigortasında olan ve sözde “düzenlenmesi” istenen
şeyler. Ancak mevcut işsizlik sigortasında yer almayan ve eklenmesi istenen bir
madde var. O’da; 25 yaş’ın altında ve çocuksuz biri için bir yıl çalışması
karşılığında yalnızca 9 ay’lık bir işsizlik parası alabilmesi tasarlanıyor.
Özcesi; İşsizlik sigortasında
yapılacak olan hakların kısıtlanması ile, genç ve yaşlı işsizlerin yanı sıra
özellikle göçmen işçiler bu değişiklikten ciddi zararlar görecekler. Çünkü,
işsizlik sigortasından alacakları işsizlik parası süresi dolduğunda artık ücret
alamayacaklar ve sosyal yardım almak zorunda kalacaklar. Sosyal yardım alacak
göçmenleri, oturma haklarını kaybetme tehlikesi bekleyecek. Nasıl? Bu duruma
aşağıda ayrıntılı yer vereceğiz.
Keza, yıllarca işsizlik
sigortası’na çalışan işçilerin ücretlerinden kesilen primler yatırılmakta.
Şimdi işsiz sayısı artıyor diye, yıllardır prim ödeyen işçilerin hakları
kısıtlanarak, işsizlik parası almalarının süresi aşağıya çekiliyor. Bu durum
göçmenler açısından son derece düşündürücü. Çünkü, Kriz koşullarında ilk başta
önemli oranda artan işsizlikler boy gösterirken, bu işsizlerin önemli bölümünü
de göçmenler oluşturmaktadır. Keza, İsviçre firması olan bir fabrikada işçi
kısıtlamasına gidilecekse, orada önce göçmen işçi kapı dışarı edilir. Yine kriz
dönemlerinde artan milliyetçi damar ve bunun beslediği ırkçılık, başlayan yabancı
düşmanlığı kampanyalar, krizin, işsizliğin ve ekonomik sıkıntıların nedeni
olarak göçmenlerin hedef tahtasına oturtturulması, demokratik hakların baltalanması,
iç gericiliklerin artması, ve faşizme doğru kayılarak sermayenin lehine bir politik
düzenlemeler süreci başlayacaktır.
Tabi
değişiklik yapmak istedikleri noktalar bunlarla sınırlı da değil, daha
bitmedi!.. Yapılmak istenen şeylerden bir diğeri de, İşsizlik sigortasında ki
açıkları, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, işçilerden 600 milyon frank kesinti
yaparak gidermeye çalışmak. Yüksek kazançlı yöneticilerden, işverenlerden ve
patronlardan ise ödemeleri gereken primleri düşürmek istenmektedir. Yani,
yüksek kazançlı yöneticilere, işverenlere ve büyük para babası patronlara milyarlık
hediyeler sunmak istenmektedir.
Bu, İsviçre’de zaten var olan yığınla
adaletsizliğe yenilerini eklemek istemekten başka bir şey değildir. Tüm bunlara
birkaç örnek olması açısından şu istatistik verileri aktaralım:
Æ
126.000 bin frank yıllık geliri olanlar da % 2,2 kesinti
yapılırken,
Æ
315.000 bin frank yıllık geliri olanlar da % 1 kesinti
yapılıyor!
Æ
Novartis’in patronunun aylık geliri (dikkat edin yıllık
değil, aylık!) 3’230’760 (üç milyon, iki-yüz-otuz-bin, yedi-yüz-altmış frank!)
yapılan kesinti ise,
% 0,01. Aradaki fark ise 919’338 bin frank daha az
ödüyor.
Æ
Federal Bakan Hans Rudolf Mertz”in aylık geliri, 35’385 İsviçre
frankı. Yapılan kesinti ise % 1,01. Aradaki fark 5458 bin İsviçre frankı daha
az ödüyor.
Æ
Yine UBS Banka yönetmeni aylık geliri 90’462 İsviçre
frankı. Yapılan kesinti ise % 0,4. Aradaki fark 22’462 bin daha az ödüyor.
Aradaki uçurumları görüyor
musunuz? Kazanılan astronomik rakamlarda ki para ve ödenen komik düzeylerde ki “vergi”!..
Her kriz evresinin ardında olduğu gibi, egemenlerin krizin faturasını emekçi
halklara çıkarmak için gelecekte devreye koyacakları vergilerin arttırılması,
primlerin yukarıda ifade ettiğimiz gibi gasp edilmek istenmesi de kaçınılmaz
sonuçlardan biri. Yani, işçi, emekçi ve göçmenleri çok yönlü bir sömürü
bekliyor!.. Onun içinde bu referandumların ciddiye alınması, oy kullanma hakkı
olan herkesin kesinlikle doğru bir şekilde oy kullanması son derece hayati bir
önem taşıyor. Sorunlarımıza karşı kayıtsız olursak, egemenlerin iliklerimize
dek sömürmelerini de kabul etmiş oluruz!..
İşsizlik
Sigortasına Bağlı Olarak, İsviçre’de Oturma izinlerinin ‘garanti’(sizliği):
Yukarıda ifade ettiğimiz
“işsizlik sigortasında ki yeni yapılanmanın” göçmenlere yaratacağı sorun ve
sıkıntılar, yalnızca işsiz kaldıklarında alacakları işsizlik ücretinin 6 ay
kısıtlanması değil. Bunun doğuracağı sonuçlar daha yıkıcı. Ve hatta şuanda bu
yasa geçmeden dahi kimi kantonlarda yabancılar polisinin çeşitli uygulamaları
başlamış durumda. İşsizlik sigortasında yapılmak istenen bu 6 aylık kısıtlama
direkt göçmenlerin oturma müsaadelerine yansıtılmaktadır. Örnekleyecek olursak;
İsviçre’de
5 yılı aşkın bir süredir bulunan bir göçmen düşünelim. Bu göçmen “C-kimliği”ne,
yani sürekli oturma iznine sahip. Yine bu kişi 5 yıl boyunca bir fabrikada
çalışıyor. Amerika’da başlayan, sonra da dalga-dalga globalleşen ekonomik kriz
nedeniyle işini kaybeden bu işçimiz, doğallığıyla yeni bir iş bulana kadar
işsizlik sigortasında yardım almaya başlar. İsviçre’de yeni bir iş bulmanın
kolay olmadığını da bu ülkede yaşayan herkes gayet iyi bilir. Hele de kriz
koşullarında!.. İşsiz kalan işçi, işsizlik sigortasında ki bu yardımı, 1 yıl
boyunca alır, yeni bir iş de bulamaz ve işsizlik sigortasında ki yardım hakkı
artık son bulur. Bu işçi yaşamını idame edebilmek için doğallığıyla “sosyal
yardım” almaya başlar. Sosyal yardım almaya başladığı ilk aylarda, yabancılar
polisinden “sosyal yardım alamaya devam ettiğiniz taktirde, 1 yıl sonra ikamet
izniniz uzatılmayacaktır.” İçerikli bir “ikaz” mektubu alır. Bu uygulama,
belirttiğimiz üzere, İsviçre’nin kimi kantonlarında yabancılar polisi
tarafından uygulamaya başlanmıştır.
Bu mevcut
tabloda karşımıza çıkan resimde de göreceğimiz üzere, derinleşen krizin ağır
yükünü “üsttekilerin” her kriz dönemlerinde olduğu gibi “alttakilere” yüklemelerinden
başka bir şey değildir. Haliyle de, sistemin yaşamakta olduğu bu ekonomik
krizde her hangi bir payı olmayan, ancak bir payı olmasa da işlerini kaybederek
bunun cezasını çeken göçmen işçiler (ve genel olarak işçi ve emekçiler) bu
uygulama ile bir kez daha cezalandırılmak isteniyor. Yani işini kaybetmiş olmaları
yetmiyormuş gibi, birde oturma izinlerini de kaybetme tehdidi altında
kalıyorlar.
Dünya bankası başkanı Robert Zoellick ne
diyordu? “Büyük bir finanssal kriz gibi başlayan olay, çok derin bir ekonomik
krize dönüştü ve şimdi büyük bir
işsizlik krizine doğru gidiyor. Eğer önlem almazsak, çok önemli siyasi
etkileri olan, ciddi bir insani ve sosyal kriz haline gelmesi riski bulunuyor.”
Robert
Zoellick’in dikkat çektiği nokta, tamda işaret etmek istediğimiz noktadır. Yani
finanssal kriz olarak başlayan, ve sanayi krizini de tetikleyen bu kriz, büyük
bir işsizlik krizine neden oldu ve bu yönde de gelişimini sürdürüyor. Krizle
birlikte artan ırkçı ve ayrımcı olaylar hız kazanıyor. Bunun bir örneği de,
İsviçre’de ki yabancı düşmanı SVP partisinin tamda bu dönemde başlattığı ırkçı
ve yabancı düşmanı kampanyalarıdır.
İsviçre,
1931 yılından buyana yürürlükte olan yabancılar
yasası (AuG) ve ilticacılar yasası (AsylG)’i,
2006’nın yine bir eylül ayında, sosyal demokrasinin de iflasının ispat
belgesi olarak referanduma sunmuş ve değiştirmişti. Böylece yeni yabancılar
yasası (AuG) ve ilticacılar yasası (AsylG) ile Avrupa’da en sert göçmenler
yasasına sahip olmuştu.
Mevcut bu yasa da, herhangi bir
işlenen suçun, işleyen kişiye 2 yıl ceza aldırtması halinde, suç işleyen
kişinin “sınır-dışı” edilmesini ön-görmektedir. Bu uygulama, sürekli oturma
iznine sahip (C-kimlikli) kişilerin dahi sınır-dışı edilmesini sağlamaktadır. Ceza
alan her göçmenin durumunu, resmi makamlar ele alarak incelemekte ve göçmenin
durumuna göre bir karar almaktalar. Yani, sınır-dışı edilecek göçmenin
ailesinin burada yaşıyor olması da bir şey ifade etmemekte. Bu konuya ilişkin
insan hakları ve demokratik kurum,kuruluşlar ve sendikalar tepki göstererek
“aile dramına yol açar” denilse de, bu resmi makamların dikkate aldığı bir
durum olmamakta.
Öyle ki, yabancı düşmanı
SVP’nin bu yasayı çok iyi bilmesine karşın, hala “yasalara aykırı bir
davranışta bulunarak ceza alan göçmenlerin sınır-dışı edilmesi”ni öngören “özel
bir yasa” daha çıkarılmasını talep etmektedir. Bununla hedef, aslında yukarıda
ifade ettiğimiz sınır-dışı etme esnasında, göçmenin oturumuna bakılmaksızın
sınır-dışı işlemini yapmak içindir. Yani değil süresiz C-oturumu, İsviçre
vatandaşı dahi olmuş olsa, o göçmenin sınır-dışı edilmesini öngörmektedir. Başka
bir ifade ile, İsviçre’de doğmuş, büyümüş olan ikinci ve hatta üçüncü
jenerasyon göçmenlerin dahi “yasalara aykırı bir davranışta bulunarak ceza
almaları” halinde sınır-dışı edilmekle karşı-karşıya bırakılmak istenmeleridir.
Bununla amaç, göçmenleri
üzerinde sürekli bir tehdit oluşturma, baskı aygıtı kurmaktır. Göçmenler için
böylesine “özel” yasalar oluşturmaya çalışılması, İsviçre’nin kendi
anayasasında belirtilen “eşitlik” prensibine de, yine kendisinin de imzaladığı
bir çok uluslar arası anlaşmalara ve en başta da İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi’ne ters düşmektedir. Bu bildirgeden 2 maddeyi aşağıya aktararak, İsviçre’nin
‘yetkili makamlarına’ tekrardan hatırlatalım bu maddeleri;
“Madde 1:
Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından
eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik
anlayışıyla davranmalıdırlar.”[1]
“Madde 2:
Herkes ırk, renk, cinsiyet,
dil, din, siyasal yada başka türden kanaat, ulusal yada toplumsal köken,
mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım
gözetilmeksizin, bu Bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir!
(…)”[2]
Derinleşen krizle Emek gücünün değeri,
fiyatının altına çekilmek isteniyor:
İsviçre'de Schengen ve Dublin Anlaşmaları 5 Haziran 2005
tarihinde yapılan referandumla kabul edilmişti. Bununla beraber İsviçre
ile Avrupa Birliği arasında yapılan ikili anlaşma sonucu, ortaya çıkan ‘serbest
dolaşım’ sayesinde, bu durum bazı işyerleri tarafından, düşük ücretle İsviçre
dışından işçi getirilerek çalıştırmayı beraberinde getirmiştir.
‘Serbest dolaşım’ı daha ucuz iş
gücü ve daha vahşice bir sömürü olarak kullanan iş yerlerinden birinin de
İsviçre’nin gözde iş yerlerinden Manor olduğu ortaya çıkarıldı. Manor iş
merkezlerinde inventar yapmak için çalıştırdığı işçilere saat ücreti 8 Euro
verdiğini UNİA sendikası geçtiğimiz aylarda ortaya çıkarmıştı!..
İsviçre’nin Delsberg kantonunda
ki Manor işyerinde uzun bir süredir Alman firması Sigma Inventuren &
Bestandeskontrollen GmbH tarafından bir düzine işçi getirilerek yapılmakta olan
Inverntarda, bu işyerinin çalışanlara İsviçre’de geçerli olan asgari ücreti
vermediği tespit edilmiş oldu. Bu durumla beraber, İsviçre’de uygulanmaya başlayan
büyük bir ücret düşürümü olayı da ortaya çıktı. Keza, daha öncede aynı iş yerinde,
iş yeri için geçerli olan toplu iş sözleşmesi maddelerinin uygulanmadığı da
tespit edilmişti.
İsviçre
de Zorla Sınır-dışı Uygulaması:
İsviçre’nin, 2006 yılında son derece
tartışmalı bir şekilde düzenlediği “Yeni Yabancılar ve İlticacılar Yasası”,
uygulamalarında ki insanlık dışılığı ile, pek çok uluslar-arası anlaşmaya da
aykırı bir hale gelmiş durumda. Bu insanlık dışı uygulamaların birinci
sırasında yer alan, şüphesiz ki İsviçre’nin Zorla sınır-dışı etme uygulamalarıdır.
İlk defa 1999 yılında
Filistinli Khaled Abuzarifa isimli 27 yaşında ki bir göçmen genç, İsviçre’den
zorla sınır-dışı edilirken ağzı bantlanarak ülkesine gönderilmek için uçağa
bindirildiğinde, hayatını kaybetmişti. Ancak, İsviçre makamları bundan bir ders
çıkarmamış olacak ki, aynı trajedinin bir diğeri de 2001 yılında benzer şekilde
iltica taleplisi Samson Chukwu’n başına gelmişti. O’da İsviçre polisi
tarafından ülkesine gönderilmek için tutuklanıp hapishanede ‘sınır-dışı etme
hücresi’nde tutulurken yaşamını kaybetmişti. Hem de çok garip bir şekilde!.. Durun
daha bitmedi! İsviçre makamları bu cinayetten de ‘ders’ çıkarmamış olacaklar
ki, bu defa da Wallis Kantonunda başka bir iltica taleplisi, sınır-dışı edilmek
üzere elleri polisler tarafından bağlandığında ‘kalp yetersizliğinden’
öl(dürülmüş)dü! Ancak bu da ‘sınır-dışı cinayetlerine’ yeterli olmadı. En son,
17 Mart 2010 günü, 29 yaşındaki iltica taleplisi Joseph Ndukaku Chiakwa el ve
ayakları bağlanarak, savaş alanlarında ki uygulamaları aratmayacak türden bir
uygulama ile, başına da bir torba geçirilerek zorla, ülkesi olan Nijerya’ya
gönderilmek istenirken, havasızlıktan boğularak öl(dürül)müştü! Bu son
‘sınır-dışı cinayeti’ geniş yankılara neden olmuş, İsviçre hükümetinin tüm bu
‘sınır-dışı cinayetlerinden’ ders çıkarıp, göçmen ve iltica yasalarının bu
şekilde uygulanmasına karşı tedbirler alacağı düşünülmüştü. Ancak, İsviçre
yetkili makamlarının, benzer uygulamalara daha bir işlerlik kazandırmak amaçlı
çıkarmak istedikleri ‘yasalarla’ bu tarz uygulamalardan, hiç de vaz geçmediğini
göstermiş oldu! Öyle ki, 2009 yılında yapılan ‘zorla sınır-dışı’ların
istatistik verileri, İsviçre’den 360 iltica taleplisini bu yöntemle zorla sınır-dışı
edildiğini veriyor. Yine resmi kayıtlara göre, bu yılın ilk üç ayında, zorla
sınır-dışı edilenlerin sayısının ise 27 olduğu ifade ediliyor. İsviçre
hükümetinin, İltica Yasası’nı bu şekilde uygulanması pek çok uluslar-arası
anlaşmaya da aykırı bir durum.
Örneğin,
her fırsatta “İnsan Hakları” diyen İsviçre, bu uygulamaları ile İnsan Hakları
ihlali yaptığını görmüyor. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1948
tarih ve 217 A(III) sayılı Kararıyla ilan edilen “İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi”nde yer alan diğer maddelere bakacak olursak bu daha da açıkça
görülecektir.
“Madde 3 -Yaşamak, özgürlük ve
kişi güvenliği herkesin hakkıdır.”
Deniyor. İsviçre yukarıda ifade
ettiğimiz kişilerin ‘yaşama hakkını’, ‘özgürlüğü’nü ve ‘kişi güvenliği’ hakkını
sağlayabilmiş midir?
“Madde 5- Hiç kimseye işkence
yapılamaz, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve
ceza verilemez.”
İsviçre bu maddede ki
ifadelerin hepsini ihlal etmiştir. Kişileri zorla sınır-dışı ederken adeta
şiddet ve güç kullanmış, bunların dozajı artarak işkenceye dönüşmüş ve
sonrasında ise kişilerin yaşamları bu uygulamaların sonucunda (veya
uygulamaların vesile olmasından ötürü) son bulmuştur.
“Madde 6- Herkesin, her nerede
olursa olsun, hukuksal kişiliğinin tanınması hakkı vardır.”
İsviçre bu maddeyi de ihlal
ederek, kişilerin sınır-dışı edilmelerinin kararını verdiğinde, bu kişilerin hukuksal
haklarını bir bütün aramalarına dahi izin verilmeden, gecenin bir vakti, veya
sabahın erken saatlerinde, iltica kampından yatağından polislerce alınarak
zorla sınır-dışı edilmektedirler.
“Madde 14: Herkesin zulüm
altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı
vardır.”
İsviçre’ye sığınmak, ve
sığınırken de bu “sığınma olanaklarından yararlanmak” isteyen göçmenler ne yazık
ki zorla sınır-dışı uygulamalarıyla yüz-yüze kalmaktadır.
Sözün özü, yeni tehlike şu: On
yıllar önce, Avrupa ülkelerine gelerek, bu ülkelerde çalışmış, vergisini
vermiş, ve bu ülkelerin ekonomilerine ciddi katkılarda bulunarak, en ağır iş
koşullarında emeğini satmış insanların, Avrupa ülkelerinde doğan ve vatandaşlık
bağı da bulunan çocukları da olmak üzere, “yabancıların” tümünü kapsayan bir sınır-dışı
siyaseti izlenilmektedir.
Ekonomik
Krizle beraber artan Irkçılığa birkaç örnek:
“Bu hayatı olağanüstü bir mutluluk
serüvenine çevirecek olan sizlersiniz.
Öyleyse, insanlık ve demokrasi adına bu gücü kullanalım
ve milliyetçilik hastalığına karşı birleştirelim.
Din, dil, ulus ayrımcılığı olmayan yeni bir dünya yaratalım.”
Charlie Chaplin
Uluslararası Af Örgütü'nün yaptığı ve 159 ülkeyi kapsayan araştırmada,
İsviçre'de ırkçılığın arttığı ifade ediliyor. Af örgütünün
raporunda yer alan noktalardan biri, hatırlanacağı üzere, geçen yıl yapılan ‘minare
yasağı’ propaganda çalışmalarıydı. Af
örgütü raporunda, bu çalışmalarda asılan posterler ve kullanılan yöntemlerin
ırkçı ve ayrımcılık içerdiğine işaret ediyor. Af Örgütü yine raporunda AB'nin
Müslümanlarla ilgili raporuna da atıfta bulunularak, “Minare yasağı
propagandası sırasında Müslümanlara karşı ırkçılık yapıldığı,
Avrupa Birliği raporlarında da yer aldı” şeklinde bir açıklamada bulunuyor. Yani,
İsviçre’nin ırkçı ve ayrımcı uygulamalarının AB raporlarında da yer aldığı bu
şekilde teyit edilmiş oluyor. Af örgütü raporunda, İsviçre'nin ırkçılığa karşı
yasalarını geliştirmediği, ırkçılığı önleyecek yeni düzenlemelere ise
gitmediğinin de altını çizmiştir. Yine, raporda İsviçre polisinin “yabancılara”
ve siyasi sığınmacılara karşı olan sert ve yetkisini aşan şekilde müdahalesi de
yer alıyor.[3]
“Aziz
George nişanları aramızda yaşayan
tehlikeli kişiler hakkında uyarıda bulunmuştu.
Biz altta imzası olanlar, onlara, Letonya’nın kendileri için
yabancı bir ülke olduğu kişilere sesleniyoruz – evlerinize gidin!”[4]
Baltıklarda bulunan ve AB üyesi
bir ülke olan Letonya’da, ırkçılar, ülkelerinde bulunan göçmenlere, mart 2010
tarihinde, bir Internet sitesinden işte böyle seslenmişti. Ve bu metnin altına
da, tam 8 bin ırkçı imza atmıştı. Bilindiği üzere, Letonya nüfusunun yüzde
44’ünü, ana dili Rus olanlar oluşturuyor. Ve Letonya’da Rus azınlığa karşı
ırkçılık uzun yıllardır korkutucu boyutlarda gelişiyor. Tahmin edileceği üzere
yukarıda bahsettiğimiz Internet sitesinde ki yazıyla olay sınırlı değil. Bu
siteyi ziyaret eden başka ırkçıların bıraktıkları mesajlardan bir çarpıcı olanı
da; “Çekin gidin ülkenize! Yoksa…” şeklinde bir tehdit. Ve başka bir çarpıcı mesaj
ise; “Ruslar Rusya’ya! Maaşlarımızı çalmayı bırakın! Ruslar yüzünden işimden
atılıyorum. Kardeşinizi kurtarın ve bir Rus öldürün!” Bu mesajın hemen ardından
ise “Letonya Milliyetçileri Kulübü” adında ki bir örgüt de Rus bayrağı bulunan
arabalara tükürme, zarar verme (çizme,aynasını kırma, tekerini patlatma vb) ve
taş atma kampanyası başlattığını ilan etmişti. Sanırız ki, bu mesajların
açıklığı, ardından devreye sokulan ırkçı kampanyaların boyutları, ırkçılığın
gelişen demografik düzeyinin de bir ifadesi olsa gerek? Keza şu noktanın da
altını çizmekte fayda var; 2007 yılının ortalarında fitili ateşlenen Krizin, dalga-dalga
büyüyerek yayılırken, bu krizi Avrupa alanında en etkili yaşayan ülkelerden
biridir Letonya!..
Microsoft’tan
Photoshop ırkçılığı!..
Internet sayfalarına ve kimi
haber başlıklarına işte böyle yansımıştı Microsoft’un ırkçılık yapışı. “Microsoft, bir reklam
fotoğrafını Polonya’da kullanırken, fotoğrafta görülen siyah adamın yüzünü bir
beyazla değiştirdi, fakat eli değiştirmeyi unuttu.
Yazılım alanında dünyanın en
büyük tekeli olan Microsoft, skandal bir Irkçılık uygulamasına böylece Photoshop
üzerinden imza atmış oldu. Şirket, bir reklam fotoğrafındaki siyahi adamın
yüzünü, Polonya’da kullandığı reklamda bir beyazın yüzüyle değiştirdi, fakat
elleri değiştirmeyi unuttu. Bu unutkanlık Irkçılığında boyutlarını gün yüzüne
çıkarmış oldu. Reklam görüntüsündeki ırkçılığın Internet’te yayılmasının
ardından Microsoft reklamı apar topar kaldırdı ve özür diledi.”[5]
Dip Not:
Bu yazı hazırlanırken 27/12/05
Tarihinde Vania Alleve, Natalie Ammann, Anni Lanz, Marc Spescal’in hazırladığı www.auslaendergezetz-nein.ch adresinde yayınlanan
Almanca metinden, UNİA sendikasının arşiv bilgileri, Bundesamt für İstatistik’in
verilerinden, “Migration Politik” adli yayın organından ve aşağıda belirtilen kaynaklardan
yararlanılmıştır.