Anomali![1]
H.GÜRER
14 Şubat 2017
M.Ö filozoflarından Aristo’nun geliştirdiği klasik mantık,
doğru ya da yanlış sonuçlar doğuran siyah-beyaz meselelere odaklanır. Oysa
gerçek hayattaysa, kafa patlattığımız şeylerin çoğu grinin tonlarını taşır! Bu
yüzden Aristo’nun M.Ö geliştirdiği klasik mantık ile günümüz gelişmelerine
bakmaya kalkarsak yanılırız. Neden? Çünkü siyah ile beyaz renklerinin ara
tonlarını gör(e)meyiz. Hiç bir şey siyah-beyaz kadar kesin ve net değildir.
Hele siyasette, asla! Üzülerek belirtmeliyiz ki, Türkiye Devrimci Hareketi,
Diyalektik mantık ile yaşamı/olguları ve gelişmeleri tez, anti-tez, sentez
denkleminde formüle etmek yerine, “Aristo mantığı” ile ele alıp
değerlendirmektedir. Bugün bunun tipik örneklerinden birini de TDH içinde kimi
grupların anayasa ve başkanlık sistemi referandumunu “BOYKOT” söylemi ile ele
alışında görmek mümkün.
Strateji ve
taktik ustası Lenin’in “Nisan Tezleri” Bolşevik siyasi hattını belirleyen ve Ekim
Devriminin gerçekleşmesini, Leninizm’in temellerinin atılmasını sağlayan öneme sahiptir. Lenin bu yapıtında özellikle taktiğe
sıklıkla değinir ve “Taktiğin” önemine vurgu yapar. “yığınların pratik gereksinmelerini
göz önünde bulundurarak” taktik belirlemekten
bahseder, sonra “Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği” adlı yapıtında ise genişçe
açar taktiği. Tabi ben Türkiyeli devrimcilerin sıklıkla yaptığı gibi, 100 yıl
önce yazılan bu doğrulara takılıp uzunca alıntılar yaparak içinden kaybolmaktan
yana değilim. Çünkü günün özgün ve nesnel gerçeklerini bilimsel kurallara bağlı
kalarak “aslına en uygun ve nesnel olarak
doğrulanabilir” şekilde ifade etmek zorunludur!..
Medyanın algı yönlendirme
çabaları
Hatırlanacağı
üzere, referandum tartışmaları başladığından bu yana medya el-ele vererek “HDP
boykot mu edecek?” türünden haberler yaymaya başlamıştı. Aslında “EVET”çi
kesimin arzularını ifade eden bu durum, bir tesadüf olmadığı gibi, sıradan
asparagas bir haber de değildi. Bilinçli bir algı yönlendirme çabasıydı. Referandumu
“ya HDP boykot ederse halimiz nice olur!”
diyerek gerçekçi olmayan bir “panik hali” blöfü yaparak, sanki HDP seçmeni
sandığa gitmeyince anayasa ve başkanlık sistemi/referandum geçerli olmayacakmış
gibi tersten bir algı yaratıp HDP yönetici ve kitlelerini etkileme uğraşı
güdüldü. “HAYIR” cephesinde buluşacak güçleri “Panikliyorlar o halde ‘BOYKOT’ tavrında bir keramet var” algısına
sürükleme derdindeydiler. Algı operasyonları önemli bir kitle üzerinde etkili
ol(a)madı. Ancak devrimci hareket kendi içinde “ben daha solcuyum, daha
devrimciyim” çekişmesini sürdürerek kimileri birbirlerine karşı “daha sol” ve
“daha radikal” olduğunu ispatlamak/taban bulmak için “BOYKOT” tutumu içine
girmiş bulunuyor. Bu yazıda “EVET” cephesinden çok, hala ikna edilebileceğine
inandığım “BOYKOT” cephesinin üzerinde durmayı doğru görüyorum. Bu iknanın ise sadece
doğru fikirlerle,
anlatmalarla olmayacağını; kitlelerin bizzat eylem içinde kendilerini
değiştirebileceklerini, bunu hızla ve kitlesel olarak yapabileceklerini, aynı zamanda toplumsal güçler, onların
çıkarları ve konumlanışlarının belirleyeceğini de biliyoruz. Bu devinime en
yakınımızdaki ile başlanmalıdır! Çünkü politik olarak en yakınınızdakini dönüştürmek, biraz
uzağınızdakini kazanmak, en uzağınızdakini ise kendinize yakınlaştırmak
durumundasınız. Bunu başka türlü de okuyabiliriz. Geri olanı kazanmak,
kazanılmışı ise daha ileriye taşımak, karşıtın olanı ise tarafsızlaştırmak
politik bir görev ve sorumluluktur.
Ancak,
“BOYKOT” cephesi içerisinde yer alan bir kesimi ayırmak gerekiyor. Bu kesim ne
yazık ki siyaset değil ‘futbol taraftarlığı’ yapan anlayışı temsil ediyor. Keza
bu ‘taraftar’ anlayışı bilimin yaşayan ruhunu toprağa gömen, “bizim öğretimiz bir dogma
değil, bir eylem kılavuzudur” diyen Marks ve Engelsin ve
keza Lenin’in “Biz, Marks'ın teorisini tamamlanmış ve dokunulmaz
bir şey olarak görmüyoruz; tersine biz onun, eğer yaşama ayak uydurmak
istiyorlarsa, sosyalistlerin
her doğrultuda geliştirmek zorunda oldukları bilimin sadece bir
temel taşını koyduğuna inanıyoruz.”[2] açık ifadelerine karşın bilinçli
olarak bir doğmaya dönüştürme çabası içerisinde olduğunu söylemek gerekidir.
Olasılık Kuramı ve referandumda “Olası” bir
sonuç!..
Bu kuramı basitleştirerek, sade ve yalın bir şekilde ifade
etmek gerekirse; loto oynayarak herkesin zengin olmadığını biliriz. Ancak loto
oynamak yüz-milyonda bir ihtimalde olsa oynayan kişiye bir “olasılık” ve
“ihtimal” değeri matematiksel olarak verir. Oynamamak ise bu “olasılık” ve
“ihtimal”i de yok etmek anlamına gelir.
Bunu “referandum”a uyarlayacak olursak, “HAYIR” demek iki
olasılıktan biridir. Yani “EVET”in karşısında onu durduracak nesnel ve somut
bir ifadedir. Ancak ”BOYKOT” ise, nesnel
durumda seksen-milyonda bir “olasılık” ve “ihtimal” olanağı verir. Neden? Çünkü
80 milyonluk bir ülke nüfusunun seçmen kitlesi içerisinde senin nesnel olarak
örgütlü gücünle, kitlelerin senin politikalarını kabul görüp, politik
kararlarını dinlemesi ve sana güvenmesi ile alakalıdır! 80 milyonun içinde 80
bin insan içinde dahi örgütlü bir gücün yokken, 80 bin insan dahi senin
politikanı doğru bulmuyorken, 80 bin insan dahi seni dinlemeyecekken “BOYKOT”un
değiştireceği şey nedir? Ne olabilir? Diyelim ki tam tersi, 80 bin kişiyi düşünsel
olarak etkiliyor ve “BOYKOT” yaptırıyorsun, 80 milyon karşısında 80 bin kişilik
tavrın neyi değiştirebilir?
İşi daha da uçlaştıralım: Diyelim ki, devrimci hareketin
hepsi seninle aynı düşünüyor. İrili ufaklı 15 tane hareketin her biri senin
gibi 80 bin kişiyi etkiliyor. 15X80=1 milyon 200 bin insan yapar. Yine bir şey
değiştirmen mümkün değil. Kaldı ki devrimci hareketin böyle bir gücünün
olmadığını, aynı düşünceyi ise savunmadığını pekâlâ iyi biliyoruz! Bu durumda
ister devrimci realite açısından bakalım, ister nesnellik, ister “somut durumun
somut tahlili” açısından, isterse olasılık kuramı çerçevesinden bakalım. Her
halükârda “BOYKOT”un etkili bir
pratik sonucu ol(a)mayacaktır.
“BOYKOT” nesnel durumda sol
görünümlü sağ bir politikadır.
Sol içindeki dinamikleri gizli
ve sinsice “EVET” cephesine kaydırmaktır!
“BOYKOT” tutumu bugün mevcut nesnel durumda ‘somut durumun
somut tahlili’ni yapma vizyonunu taşıyan, bilimsel düşünüş yetkinliğine sahip kimselerin
tutumu olamaz! Çünkü bugün BOYKOT=EVET niteliğindedir! “BOYKOT” demek
“olasılık” değerini tümünden ortadan kaldırmak (80 milyonda 1’e düşürmek) olacaktır.
Neden? Çünkü, cevapların sıfır (olasılık dışı) ile bir (kesinlik) arasında
olması, dünyamız hakkındaki çok daha gerçekçi bir bakış açısı ve çevremizdeki
hayatı anlamanın çok daha güçlü bir yolunu veriyor bize… Yani “olasılık kuramı”
çerçevesinden bakıldığında, 80 milyonda 1 olasılığa sahip olacaksın! Bu kadar
açık bir durum yel değirmenlerine karşı kılıç sallamaktan başka bir şey
değildir! Bugün “BOYKOT” demek bir tercih olabilir, ancak geleceğe karşı sorumlu
bir yaklaşım değildir.
Fakat “HAYIR” yanıtının ‘olasılığı’ 2’de 1’dir. Yani 2
olasılıktan biridir! 80 milyonluk olasılık nerede 2/1 olasılığı nerede? Hangisi
daha realistçedir? Şayet “HAYIR” sonucunun pratik bir olasılığı olmasaydı, o zaman, yoğun bir
TEŞHİR politika ve pratiği içinde taşıyan güçlü bir “BOYKOT”a gidilebilirdi.
Ancak, nesnel durum “BOYKOT”un hiçbir etkisinin dahi olmayacağını gösteriyorken,
olasılık değeri son derece yüksek olan “HAYIR”dan yana neden tavır koyulmasın?!
“HAYIR”ın beğenelim veya beğenmeyelim hazır bir kitlesi
mevcut. Bunun adı kimilerine göre Kemalist, sosyal demokrat, reformist,
ulusalcı, oportünist vs. vs. olabilir. Beğenmediğimiz, düşünsel olarak bizim
düşüncelerimize çok uzak olan kimseler ve gruplardan oluşabilir. Bu güçlerin
toplamı hem engelleyici bir güce sahiptir, hem de demokrasi denilen şey aynı
zamanda bu değil midir? Farklı düşüncelerin, anlayışların, farklı insan
renklerinin, farklılıklarını yadsımadan bir arada bulunması, kendini ifade
etmesi değil midir? Kendisine
devrimci-demokrat diyen cephe bu farklılıkları hazmedemezken, “EVET” cephesinde
buluşan güçlerin hepsi tek tipte düşünen kimseler midir? Tabi ki değildir. Ama
“EVET” cephesi bu kimselerin farklılıklarına bakmadan kapsayıcı davranabiliyor.
O halde “EVET” cephesinin kapsayıcılığı senin kapsayıcılığından daha önde ve
senden daha “demokratik” sayılmaz mı? Burada samimi bir şekilde kendimize
çizdiğimiz dünyayı, demokrasi anlayışını gözden geçirmek/sorgulamak gerekiyor!
Geniş kitlelerin çıkarlarını gözeterek, kendi stratejik
hedeflerine ulaşmak bu vb. güçlerle objektif olarak taktiksel ittifak yapman
kaçınılmaz olabilir. Klasik belki ama Mao-Çan Kay Şek ittifakı bunun tipik bir
örneğidir. “BOYKOT” diyen güçler arasında “Maoist” olan kesimlerde mevcut. Kusura
bakmayın ama siz Mao’dan daha da mı Maoist’siniz?
Maoist teorinin temel taşlarından “temel çelişki-baş çelişki”[3] felsefi usavurum
incelendiğinde bu daha iyi anlaşılacaktır! Haliyle, gerek felsefi, gerek
stratejik ve taktiksel, gerekse olasılık kuramı üzerinden, gerek nesnel
gerçekliğin ve kitlelerin gerçekliği masaya yatırıldığında, en açık
matematiksel ve en akılcıl olasılık değeri ortadadır! Sen gibi düşünmeyen,
farklı ideoloji ve akımların etkisinde olan kitlelerin gücüyle gücünü, dağınık
elin parmaklarını birleştirip yumruğa dönüştürerek, temel
çelişkinin yoğunlaşmış, şiddetlenmiş bir ifadesi olan ‘baş çelişki’ konumunda duran
hasmına
vurmaktan başka
şansın yok. Aksi halde dağınık parmaklar gibi zayıf olur, kolay kırılırsın!..
Bir yere uIaşmanın iIk adımı,
oIduğumuz yerde kaImayacağımıza karar
vermektir.
Unutulmamalı ki, bu stratejik bir hamle değil, taktik bir
hamledir! Stratejik hedeflere ise statik olmayan, kendini sürekli yenileyip
üreten esnek ve akıl almaz taktik zenginliklerle varılabilir ancak. Sürekli
aynı yöntemlerle muharebenin kazanıldığı nerede görülmüştür? “Savaş siyasetin
başka araçlarla yürütülmesi” ise, senin taktiklerin, kitlelerin savaşının ve
kullandığı silahların bir ölçütü olacaktır! Bilge Komutan Sun Tzu “Askeri
taktikler suyun akışına benzer. (...) Suyun nasıl sabit şekli yoksa savaşta da
sabit koşullar yoktur. Taktiklerini düşmana göre değiştirebilmeyi başaran
komutan zafere ulaşacaktır.”
der. Strateji ve taktiğe ilişkin kavrayış, her şeyden önce belirli bir
bütünselliğe sahiptirler,
genel bir süreci ve ona bağlı süreçleri ilgilendirirler. “HAYIR” diyerek somut
pratik bir cephede girdiğin savaşı taktik olarak kazanmayı hedeflersin.
Şüphesiz stratejiye hizmet eder bu. Taktik nesnel koşulları veri alan, ancak
öznel/sübjektif alanla, bilinçle, güçle, belirli hedef ve amaçlarla ve bunlara
ulaşılmasıyla ilgilidir.
Daha açık ifade edersek strateji, savaşın bütünü ile
uğraşırken, taktik muharebelerle uğraşır. Stratejinin alanı geniş,
taktiğinkiyse, stratejininkiyle kıyaslandığında, daha dar ve özeldir. Taktik,
iktidar mücadelesinin bütününü değil, ama onun tek tek “muharebeleri”ni kazanma
siyasetidir. Doğru bir taktik önderlik için zorunlu olan, ayakları havada
olmayan, gerçekçi, realist, kendi güçlerini, dost ve müttefik güçlerin ve genel
olarak kitlelerin farkında/bilincinde olmak gerekir!
Taktik ve doğru bir taktik önderlik, tamamen hareketin
nesnel yönünün, tek tek eylemler ya da mücadele dönemlerinin nesnelliğinin
ürünü olarak öne çıkan, kitlelerin etkisini/ihtiyacını en derinden
hissettikleri, en acil ve can yakıcı taleplerini dikkate almamazlık edemez. Devrimci
bir taktik platform nesnel dayanakları olmayan, keyfi olarak belirlenmiş
taleplerin ileri sürülmesi üzerine kurulamaz!
“HAYIR” ama!..
Biz cephesinde “Hayır” demek, ne “demokratik şartların”
varlığını iddia etmek ve savunmaktır ne de mevcut sistemin devam etmesine
destek vermektir. “HAYIR” demek diğer “HAYIR” diyen güçlerin, siyasi akımların
“HAYIR”dan çıkarsadığı sonucu çıkarsayıp “HAYIR” demekte değildir.
“HAYIR” çağrısı
yaparken şu noktaları da belirtmeliyiz. Referandumda, “evet” ve “hayır” diyecek her iki tarafında bu
cevapları “iktidar mücadelesinin bir aracı olarak” kullandığını, referandumun
“egemenler arası bir kayıkçı kavgası” olduğunu biliyoruz. Gerek Kürtleri, gerek
diğer azınlıkları ve toplulukları, emekçileri, demokrasiyi, hukuku vb.
ilgilendiren konuların her iki tarafın da umurunda olmadığını da biliyoruz. Ancak
bu durum, egemenler arasında ki çelişkilerden kitlelerin yararına politik ve
siyasal kazanımlar elde etmenin önüne geçmemelidir.
Sandıktan “HAYIR” çıkması halinde tüm bunlara dair
sorunların çözülmeyeceğini, hiçbir şeyin güvence altına alınmayacağını da
biliyoruz. Çünkü tüm bunların olabilmesi için, sistemin köklü ve sınıfsal bir devrimle
değişime ihtiyacı olduğunu da pekâlâ biliyoruz.
Ancak tüm bunları
bilirken, her şeyi devrimden sonraya erteleme tutumu içerisine giremeyiz. Çünkü
devrim denilen olgu, bugünden kazanılan küçük-küçük muharebelerin toplamından
oluşacaktır!