25 Ocak 2017 Çarşamba

Fazıl Say’a…

Yanlış sorular, doğru cevapları bulmanıza yardımcı olmaz!

H.GÜRER
25 Ocak 2017

Sayın Fazıl Say, Instagram hesabından bugün (25 ocak 2017) aşağıdaki yazısını yanda ki dergi kapağı ile paylaştı. Bizde kendisine yanıt vermeye çalıştık. Önce sayın Say’ın yazısını ardından yanıtımızı yayınlıyoruz. 

“Bu kişisel bir konu gibi gözükmesine rağmen, aslında hepimizin konusudur...  Amacım rahatsızlık vermek değil, dikkatli okunmasını özellikle MEB ve Kültür Bakanlığı çevrelerinin okumasını, ve bir sonuca varmasını isterim, İki konumuz var; ilki Ankara'daki bir müzik festivalinin siyasi davranışları, ikincisi milli eğitimin yeni müzik müfredatı. Lucas ve Arthur Jussen, Hollandalı piyano ikilisi, iki genç sanatçı, sosyal medyadan bir çok kere ben de paylaştım kendileri için yazdığım "gece" ( night) isimli eseri dünyadaki her konserlerinde çalıyorlar. Deutsche Grammaphon firması için de kayıt ettiler. Ocak ayı sonunda Ankara'da konser verecekler, yeni bir festival varmış, hükümetten destek alan bir organizasyon olduğu söylendi; Şimdi, bu Ankara'daki festivalin, Hollandalı piyano ikilisinin programından benim eserimi niye çıkarttırttığını , neden genç ikiliye "bu eseri çalmayın" dediklerini öğrenmek istiyoruz. Bu sonuçta -sözü filan bile olmayan- virtüöz bir enstrumental eserdir. Konuyu büyütmek istemiyorum. Bir açıklama yeterli olacaktır. Hollanda elçiliği de konuyu bilse iyi olur. Kültür bakanı da. Bunları sormak bestecinin hakkıdır. Sonuçta; bu şekilde Programdan çıkarma, sansüre girer, belli bir prosedürü vardır. 



2- Milli eğitimin müzik müfredatından da tamamen çıkartılmış olduğumu dün bir gazete makalesinden öğrendim. Müzik / ya da batı müziği / ya da klasik batı müziği / hatta Türkiye'de çağdaş müzik gibi konular çok şükür müfredatta duruyor. Orda bir sorun var. Geçen isimler listesinde herkes var, şefler , besteciler ... ben yokum, benim beraber çalıştığım değerli türk müzisyen meslektaşlarım da yok. Bu acı verici bir ayrımcılıktır . Şimdi burada "neden ben yokum?" gibi bir konuyu ne kendime ne başkasına yediremem, yoksam yokumdur, mesela haketmemişimdir yokumdur. Konumuz bu değil. Bunun neden olduğunu tek bir açıklama ile öğrenmek isterim. Saygun'un Yunus Emre Oratoryosunun tavsiye edildiği, Nazım Oratoryosunun edilmediği, Selman Ada'nın operalarının tavsiye edildiği Fazıl Say eserlerinin edilmediği, İlhan Usmanbaş, İlhan Baran, Muammer Sun, Turgay Erdener gibi nitelikli bestecilerin adı bile geçmiyorken, pek bir şeyini bilmediğimiz bazı müzisyenlerin…”

Bu uzunca yazısına bizde kısa olmayan bir yanıt verdik. Yanıtımız şöyle;

Yanlış sorular, doğru cevapları bulmanıza yardımcı olmaz!
Burada sorduğunuz soruların yanıtını esasen sizde bizde iyi biliyoruz. Sorun, gün geçtikçe otoriter ve totaliter yapıya dönüşmekte olan iktidarın sanatı ve bilimi, geçmişi ve tarihi, kendi denetimi altına almak, istediği gibi kendi amaçları çerçevesinde yeniden dizayn ederek, kullanmak istemesinden kaynaklanıyor...

Bu haliyle de “bağımsız” olan hiçbir şeye tahammül edemiyor. “Yandaş” olmalı, “yalaka, bağımlı” olmalı. Her şeyi bağımlı hale getiren bir iktidarın hüküm sürdüğü topraklarda bağımsız bir sanat nasıl olur? 

Her türden bağımlılık çürütür!
Çünkü her türden bağımlılık ilişkileri gericiliği üretir. İster uluslar arasında, ister çiftler arasında, ister kadın-erkek ilişkisinde, ister ekonomik ilişkilerde, ister düşünsel alanda bağımlılık, her ne türden olursa olsun fek etmez. Hepsinde bir tarafın diğer taraftan beslenmesi, diğer tarafın ise o beslenen tarafın haklarına, özgürlüklerine, düşüncesine vs. tahakkümü vardır. Eşit, özgür, demokratik bir ilişki ve gelişim yoktur. Özgür bir üretim yoktur/olamaz! Kendilerine bağımlı kıldıkları her ilişkiyi iktidar çürütüyor… Çürümeyen her ilişki tasfiye edilmeye çalışılıyor. 

Tarihte, tarihi, sanatı ve bilimi denetimi altına almaya çalışan bütün otoriter ve totaliter iktidarların toplumları çok kötü felaketlere sürüklediğini ve sonunun da çok kötü olduğunu görüyor/biliyoruz...

İktidar için sanat değil, kendi ideolojik propagandaları esastır!
İktidarın her alanı olduğu gibi sanat alanını da kendi ideolojisine göre şekillendirmek istediği açık. Çükü İktidar için sanat değil, kendi ideolojik propagandaları esastır! Ama atlanan bir şey var. Sanat öyle kulağa bilinmeyen bir dilde okunacak iki ilahi ile yola gelmez. Sanat öyle baskı ve yasakla susmaz. Aksine daha da perçinleşir. Zor koşullar ve şartlar onun toprağıdır. Tınılar, edebi üretimler vs. ise meyvesidir.

Sanat düşmanlığı, bağımsız sanata müdahale, entelektüel gelişimi “batıya özenme” şeklinde yorumlayıp, yönünü ortaçağ karanlığına dönme,  anti-entelektüelcilik, zevksiz binalar yapmak, doğayı yok etmek, hepsi bu iktidarda alabildiğine mevcut. Sanatı ve sanatçıyı desteklemek değil, sadece iktidarın propagandasını  yapan şeyler desteklenir durumda. 

Doğru sorular, yanlış olanı güneş görmüş kar gibi eritir, gerçeği ise ortaya çıkarır!
Bu yüzden, yalaka, yandaş, bağımlı olmayan, siz ve sizin gibi sanatçıları listelerine aldıklarında kendinizden şüphe duyup, kaygılanmanız gerekir! Bu iktidar ve düşündaşlarının kendi kulvarlarında kulaç atmayanlara ne havuzda yer, ne de su vermeyeceklerini biliyoruz. O halde, sorgulamaya devam ederken, bunun salt yorum yazan diğer arkadaşların yaptığı gibi yakınarak yapmamalı, daha bilinçli, sistematik, amaç ve hedefler içeren kampanyalara dönüştürülmesi de hesaplanmalıdır! 

Aksi halde, burada anlattığınız diğer gerçekler gibi bu gerçeği bilmek, bilenler açısından bir durum olmanın ötesine gidemeyecektir. Oysa, haksızlığı, eşitsizliği ve sömürüyü bilmenin bir durum olduğunu, ancak bunlara karşı olmanın ise bir duruş olduğunu bilerek davranmak gerekir! Bunu yapmak ise doğru yönü gösteren parmağa bakmakla değil, parmağın gösterdiği yere bakmakla, oraya ulaşmak için mücadele etmekle mümkün olduğunu bilmek gerekir.

Ne yapmalı? Nereden başlanmalı? Nasıl Yürünmeli?
Soruları son derece önemli. Cevapları da bu önem oranından daha da ağır ve tayin edici bir durum içeriyor. O halde herkes yakınmak yerine, bu sorulara samimiyetle yanıtlar vermelidir… Sayın Say gerek kendisi ve gerekse yüzlerce insan hakkında ifade ettiği ve maruz kaldığı ayrımcı ve haksızlıkları sadece ifade etmekle kalmamalı, kendisini takip eden binlerce insanı harekete geçirecek, bu haksızlık ve ayrımcılıklarla ilgili kampanyalar örgütleyecek bir yönelim içerisine girmesi, duyarlı insanların yalnızca burada tepkilerini sosyal medyada “lanetlemek” veya “kahrolsun” ile sınırlamaması, bu pasifize oluşun ötesine taşıması, daha somut ve değiştirecek bir güce dönüştürmesi açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Bu sadece sayın Say için değil, diğer duyarlı sanatçı, aydınlar içinde böyle. Aksi halde herkes sosyal medya hesabından “tepkisini” pasifçe dile getirip gündelik yaşamına devam ediyor. Ancak baskılar, ayrımcılıklar, ötekileştirmeler durmuyor ve son hızla devam ediyor…

Klasik bir ifadeyle reel gerçekliğimizin tanımı şudur; 
“Öyle yok tek başına kurtuluş, ya hep beraber, ya hiç birimiz!..”