"Özgürleşen Seyirci" de
beyaz perdede; Ege Belgesel Film Günleri başlıyor
"Muhalif ruhu beslemek ve cesaretle birlik duygusunu yaşamak üzere
Ege Belgesel Film Günleri'ne katılmakta fayda var
Murat Türker*
Türkiye'deki en yetkin belgesel etkinliklerinden biri
olarak saygı gören Ege Belgesel Film Günleri, İzmirliler için kaçırılmaz bir
fırsat; gayet kapsamlı bir yelpazeye sahip olan programda Türkiye yapımı
eserler dışında dünyanın çeşitli ülkelerinden önemli belgeseller de yer alıyor.
Bu sene 10. kez düzenlenen Ege Belgesel Film Günleri,
İzmir'de 9-14 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek. Sektördeki ilerici
pozisyonunu seneler içinde iyice belirginleştirmiş olan etkinliğin
organizasyonu Ege Üniversitesi İletişim Çalışmaları Topluluğu ve Dokuz Eylül
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı Bölümü'ne ait.
Alsancak'taki Fransız Kültür Merkezi ve Dokuz Eylül
Üniversitesi Prof. Dr. Rauf Beyru salonunda yapılacak gösterimlerin
ücretsiz olması etkinliğin idealist ruhunu yansıttığı gibi siyasi duruşunu da
pekiştiriyor.
Türkiye'nin içinde bulunduğu vaziyete tepki olarak son
zamanlarda hararetlenen muhalif ruhu beslemek, cesaretle birlik duygusunu
yaşamak ve sarf edilen bunca çabaya yönelik takdir duygularını ifade etmek
üzere Ege Belgesel Film Günleri’ne katılmakta fayda var.
Zaman direniş zamanı
Gezi
direnişinin temelinde yatan Emek Sineması’nı kurtarmaya yönelik protestolar, Özgürleşen
Seyirci: Emek Sineması Mücadelesi belgeselinin
konusunu oluşturuyor. Kentlerin yüzyıllar içinde şekillenmiş kimliği yok
sayılarak birilerinin çıkarları için "soylulaştırma"ya tabi tutulan
semtlerden Beyoğlu'nun gayrımüslim geçmişi oldum olası rahatsızlık vermiştir.
Yönetmen hanesinde Begüm Özden Fırat ve Fırat Yücel adlarını
gördüğümüz filmde, azgın kapitalizmin mabedlerinden bir AVM'ye daha dönüşecek
İstiklal Caddesi’ndeki tarihi bina ve çevresi, İstanbul'u hâlâ fethetmekle
meşgul zihniyete teslim olmuş durumda. Dünyanın herhangi bir yerinde
görebileceğiniz mağazalar peş peşe dizilirken paranın Tanrı olduğu yeni
saltanatlar kuruluyor...
Taksim'deki
Gezi Parkı ruhunun ilham verdiği mücadelelerden biri de Aşk Bitti belgeselinin konusunu oluşturuyor.
Yönetmenliğini Mert Kaya'nın üstlendiği gayet akıcı ve şirin
belgesel, korkmamanın bulaşıcı olduğundan bahsediyor ve bizi Brezilya'da
kentlerden dışlanan sevimli kahramanlarının enerjisine kavuşturuyor.
Belgesel,
senaryosu, montajı, animasyon desteği ve sade diliyle direnişe devam etmenin
gereğini ifade edip geleceğe ümitle bakmamızı sağlıyor.
Azınlık olmak zor
Türkiye
Cumhuriyeti'nde azınlık statüsünde olup askerlik yapmak hiçbir zaman sanıldığı
kadar kolay olmadı. Ali Değil Ari Komutanım adlı belgesel olabileceği kadar mizahi
bir dil de kullanıyor fakat anılarını paylaşanların kimliklerini saklama çabası
da gözden kaçmıyor. Yönetmenliğini Deniz Özden'in yaptığı 21 dakikalık belgesel,
halkın çok daha geniş kesimlerinin kendilerini azınlık gibi hissetmeye
başladığı günümüzde gayet manidar.
Mana Mou
İstanbul belgeselinde ise Nihan Arısoy Türkiye tarihinin utanç sayfalarından
birine eğiliyor. Halkın bir kesiminin galeyana getirilip azınlıkların üzerine
salındığı 6-7 Eylül 1955 olayları Naziler'in ‘Kristal Gece’sini anımsatıyordu.
Yönetmen,
Yunanistan'a göç etmiş mağdurların dışında konuya psikanalitik olarak eğilen
uzmanlara da mikrofonunu uzatıyor. Linç duygularının tavan yaptığı saldırılar
siyah beyaz fotoğraflarla yansıtılırken, Julius Fucik'in Entry of the Gladiators müziği bazılarının içi kan ağlarken
bazılarının, bir karnaval veya bir panayırdaki coşkuyla kavrulduğunu
yansıtıyor.
1915 Ermeni
soykırımından sağ çıkıp Anadolu'da yaşamaya devam edebilmiş insanların hayatı
da hiç kolay olmadı. Derdo Ana ve Ceviz Ağacı adlı belgesel, geçenlerde düzenlenen
İstanbul Film Festivali’nde en iyi belgesel ödülünü kazanmıştı. Bitlis'in bir
köyünde yaşayan Derdo Ana'nın kocası öldürüldüğünde adalet bir
türlü tezahür etmeyince kahramanımız sekiz çocuğunu alıp İstanbul'a göç etmek
zorunda kalır. Yıllar sonra köyüne döndüğünde evinin işgal edildiğini görünce
bu sefer de mal varlığına tekrar sahip olabilmek için bir hukuk mücadelesine
girişir. Yönetmen Serdar Önal, Macbeth'in
Üç Cadısını hatırlatan sahnelerle seyirciyi kahkahalara boğarken nesillerden
beri hazine hülyalarıyla yaşayanların varlığını da bir kez daha gözümüze
sokuyor.
Kürt olmak da ayrı mesele!
Futbol tüm
gezegende bilhassa erkekleri gayet etkin biçimde oyalarken stadyumlarda
ırkçılık tavan yapabiliyor. Ölen insanlar için saygı duruşu çağrısının
yuhalanabildiği Türkiye'de, Kürt kimliği uygun görülmüş Amedspor da nefret,
öfke ve şiddet sarmalının ortasında kalabiliyor.
Diyarbakır'ın
takımı olup içinde Türk futbolcular da barındıran ekip, fanatik bir güruh
haline gelmiş olan futbol seyircisinin gazabına uğrayıp duruyor. Sportif
değerlere öncelik tanıması beklenen futbol camiasının yetkilileri de
tarafsızlığını koruyamıyor ve güvenlik kuvvetleri tarafından önüne nedense bir
türlü geçilemeyen linç pratikleri birbirini takip ediyor.
Esin Kana'nın Yeşil
Kırmızı adlı
belgeseli Türkiye'de nefretin vardığı zirveleri belgelerle teşhir ederken ancak
barışla halledilebilecek bir meseleye manalı bir bakış atıyor.
Diyarbakır 5 No'lu cezaevindeki
uygulamalar Hakan Gürer'in İZ adlı belgeselinde tekrar karşımıza çıkıyor. 35 yılı aşkın bir süreyi kapsayan ve
travması toplumda sürmekte olan mevzubahis hapishanedeki uygulamalar 2011
yılında araştırılmaya başlandı ve belgesele konu oldu.
Avrupa ve
dünyanın en geniş ve en prestijli belgesel etkinliklerinden, Hollanda'nın
başkenti Amsterdam'da düzenlenen IDFA'dan ödüllü bir belgesel: Radyo Kobani.
Coğrafyada
uzun süre bulunup Kürt meselesiyle ilgili çeşitli belgesellere imza atmış olan
yönetmen Reber Dosky bu
sefer kamerasını kadınlara yöneltiyor. IŞİD'in işgal ettiği Kobani yerle bir
olmasına rağmen Kürtler mücadelelerini sebatla sürdürdüler. 20 yaşındaki
Dilovan şehir tekrar özgürleştiğinde bir radyo istasyonu kurup mücadeleye
katkıda bulunmayı sesiyle devam etti. Kadınların hür ve bağımsız olduğu
zihniyetin hakimiyetindeki ortamda, kahramanımız kendi yolunu çizme konusunda
seyirciye ilham veriyor.
Dünyadan belgeseller
10. Ege
Belgesel Film Günleri’nde kaçırılmaması gereken, yerkürenin muhtelif
köşelerinden belgeseller de dikkat çekici.
Türkiye'de
nükleer santraller kurma konusundaki ısrarlar göz önüne alındığında Holly Morris'in Çernobil'in
Babuşkaları dünyanın
en zehirli çevrelerinde birinde var olmanın ne demek olduğunu gayet iyi
anlatıyor.
Silah
endüstrisinin ekmeğine yağ sürercesine, yıllardan beri bir türlü sona
erdirilemeyen savaşlardan biri, Suriye batağından kaçan çocuklar...
Zaatari Cini adlı belgeselde Hollanda'dan Catherine
Van Campen, Ürdün Çölü’nde kurulmuş çadır kent Zaatari'de bizi,
her şeye iyimserlikle direnmeyi başaran çocukların dünyasına zarafetle dahil
ediyor. Türkiye'de bulunan Suriyelilere yönelik ırkçılık ve ayrımcılık had
safhaya ulaşmışken insanlığımızı hatırlamak için bir fırsat.
Ya diktatör
deyince akla gelen liderlerden Vladimir Putin hakkında
bir belgesel izlemeye ne dersiniz? Jean-Michel Carré imzalı Putin Geri
Döndü yüzsüzce
iktidarda kalmaya devam eden, gaddarlıkla harmanlanmış her türlü icraatına kulp
bulmaya çalışan, halkının içindeki acımasızlığı ortaya çıkaran siyasetçiyi
ayrıntısıyla teşhir ediyor. Gazetecilik dilini kıvraklıkla kullanan belgesel
Rusya hakkında öğrenmek istediğiniz birçok ayrıntıya vâkıf olmanızı
sağlayacaktır.
10. Ege
Belgesel Film Günleri hakkında ayrıntılı bilgiye ulaşmak için tıklayınız.
Kaynak: Murat Türker /03
Mayıs 2017
http://t24.com.tr/haber/ozgurlesen-seyirci-de-beyaz-perdede-ege-belgesel-film-gunleri-basliyor,402502