1 Mayıs 2017 Pazartesi

Ege Belgesel Film Günleri başlıyor...

"Özgürleşen Seyirci" de beyaz perdede; Ege Belgesel Film Günleri başlıyor

"Muhalif ruhu beslemek ve cesaretle birlik duygusunu yaşamak üzere Ege Belgesel Film Günleri'ne katılmakta fayda var


Murat Türker* 
Türkiye'deki en yetkin belgesel etkinliklerinden biri olarak saygı gören Ege Belgesel Film Günleri, İzmirliler için kaçırılmaz bir fırsat; gayet kapsamlı bir yelpazeye sahip olan programda Türkiye yapımı eserler dışında dünyanın çeşitli ülkelerinden önemli belgeseller de yer alıyor.

Bu sene 10. kez düzenlenen Ege Belgesel Film Günleri, İzmir'de 9-14 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek. Sektördeki ilerici pozisyonunu seneler içinde iyice belirginleştirmiş olan etkinliğin organizasyonu Ege Üniversitesi İletişim Çalışmaları Topluluğu ve Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı Bölümü'ne ait.


Alsancak'taki Fransız Kültür Merkezi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Prof. Dr. Rauf Beyru salonunda yapılacak gösterimlerin ücretsiz olması etkinliğin idealist ruhunu yansıttığı gibi siyasi duruşunu da pekiştiriyor.

Türkiye'nin içinde bulunduğu vaziyete tepki olarak son zamanlarda hararetlenen muhalif ruhu beslemek, cesaretle birlik duygusunu yaşamak ve sarf edilen bunca çabaya yönelik takdir duygularını ifade etmek üzere Ege Belgesel Film Günleri’ne katılmakta fayda var.

Zaman direniş zamanı

Gezi direnişinin temelinde yatan Emek Sineması’nı kurtarmaya yönelik protestolar, Özgürleşen Seyirci: Emek Sineması Mücadelesi belgeselinin konusunu oluşturuyor. Kentlerin yüzyıllar içinde şekillenmiş kimliği yok sayılarak birilerinin çıkarları için "soylulaştırma"ya tabi tutulan semtlerden Beyoğlu'nun gayrımüslim geçmişi oldum olası rahatsızlık vermiştir. Yönetmen hanesinde Begüm Özden Fırat ve Fırat Yücel adlarını gördüğümüz filmde, azgın kapitalizmin mabedlerinden bir AVM'ye daha dönüşecek İstiklal Caddesi’ndeki tarihi bina ve çevresi, İstanbul'u hâlâ fethetmekle meşgul zihniyete teslim olmuş durumda. Dünyanın herhangi bir yerinde görebileceğiniz mağazalar peş peşe dizilirken paranın Tanrı olduğu yeni saltanatlar kuruluyor...
Taksim'deki Gezi Parkı ruhunun ilham verdiği mücadelelerden biri de Aşk Bitti belgeselinin konusunu oluşturuyor. Yönetmenliğini Mert Kaya'nın üstlendiği gayet akıcı ve şirin belgesel, korkmamanın bulaşıcı olduğundan bahsediyor ve bizi Brezilya'da kentlerden dışlanan sevimli kahramanlarının enerjisine kavuşturuyor.
Belgesel, senaryosu, montajı, animasyon desteği ve sade diliyle direnişe devam etmenin gereğini ifade edip geleceğe ümitle bakmamızı sağlıyor.

Azınlık olmak zor

Türkiye Cumhuriyeti'nde azınlık statüsünde olup askerlik yapmak hiçbir zaman sanıldığı kadar kolay olmadı. Ali Değil Ari Komutanım adlı belgesel olabileceği kadar mizahi bir dil de kullanıyor fakat anılarını paylaşanların kimliklerini saklama çabası da gözden kaçmıyor. Yönetmenliğini Deniz Özden'in yaptığı 21 dakikalık belgesel, halkın çok daha geniş kesimlerinin kendilerini azınlık gibi hissetmeye başladığı günümüzde gayet manidar.

Lozan Antlaşmasında hakları korunmuş olsa da Türkiye'nin Rumları devletin resmî ve gayrıresmî yaptırımları yüzünden memleketlerini terk etmiş durumda. İstanbul'un son yeşil alanlarından biri olarak kendini savunması gereken bir mıntıka hâline gelmiş Prens Adaları'ndayız. Kınalı'daki zangoç Mihal Şişko "Son Yaprak" belgeselinin konusu. Yönetmen Handan Erdil adada yaz kış oturan son Rum olarak hayat mücadelesi sürdüren kahramanına şefkatle kamerasını yöneltiyor ve milliyetçilik yüzünden ülkenin kaybettiği değerlere bir kez daha dikkat çekiyor.

Mana Mou İstanbul belgeselinde ise Nihan Arısoy Türkiye tarihinin utanç sayfalarından birine eğiliyor. Halkın bir kesiminin galeyana getirilip azınlıkların üzerine salındığı 6-7 Eylül 1955 olayları Naziler'in ‘Kristal Gece’sini anımsatıyordu.    
Yönetmen, Yunanistan'a göç etmiş mağdurların dışında konuya psikanalitik olarak eğilen uzmanlara da mikrofonunu uzatıyor. Linç duygularının tavan yaptığı saldırılar siyah beyaz fotoğraflarla yansıtılırken, Julius Fucik'in Entry of the Gladiators müziği bazılarının içi kan ağlarken bazılarının, bir karnaval veya bir panayırdaki coşkuyla kavrulduğunu yansıtıyor.

Ermenilik de zor zanaat!
1915 Ermeni soykırımından sağ çıkıp Anadolu'da yaşamaya devam edebilmiş insanların hayatı da hiç kolay olmadı. Derdo Ana ve Ceviz Ağacı adlı belgesel, geçenlerde düzenlenen İstanbul Film Festivali’nde en iyi belgesel ödülünü kazanmıştı. Bitlis'in bir köyünde yaşayan Derdo Ana'nın kocası öldürüldüğünde adalet bir türlü tezahür etmeyince kahramanımız sekiz çocuğunu alıp İstanbul'a göç etmek zorunda kalır. Yıllar sonra köyüne döndüğünde evinin işgal edildiğini görünce bu sefer de mal varlığına tekrar sahip olabilmek için bir hukuk mücadelesine girişir. Yönetmen Serdar Önal, Macbeth'in Üç Cadısını hatırlatan sahnelerle seyirciyi kahkahalara boğarken nesillerden beri hazine hülyalarıyla yaşayanların varlığını da bir kez daha gözümüze sokuyor.

10.Ege Belgesel Film Günleri’nde Ermeni konusuna eğilen bir diğer belgesel Taşlı Yollar. Yönetmenliğini Arnaud Khayandjanian'ın üstlendiği 60 dakikalık yapım Anadolu boyunca yapılan bir yürüyüşün hikâyesi. Ermeni soykırımından kurtulmuş atalarının topraklarında yönetmen zorlu bir maceraya atılırken bir resimden, karşılaşmalardan ve akrabalarının anlattıklarından yola çıkarak 1915'te hayatlarını kurtaran insanları araştırıyor. 

Kürt olmak da ayrı mesele!

Futbol tüm gezegende bilhassa erkekleri gayet etkin biçimde oyalarken stadyumlarda ırkçılık tavan yapabiliyor. Ölen insanlar için saygı duruşu çağrısının yuhalanabildiği Türkiye'de, Kürt kimliği uygun görülmüş Amedspor da nefret, öfke ve şiddet sarmalının ortasında kalabiliyor.
Diyarbakır'ın takımı olup içinde Türk futbolcular da barındıran ekip, fanatik bir güruh haline gelmiş olan futbol seyircisinin gazabına uğrayıp duruyor. Sportif değerlere öncelik tanıması beklenen futbol camiasının yetkilileri de tarafsızlığını koruyamıyor ve güvenlik kuvvetleri tarafından önüne nedense bir türlü geçilemeyen linç pratikleri birbirini takip ediyor.
Esin Kana'nın Yeşil Kırmızı adlı belgeseli Türkiye'de nefretin vardığı zirveleri belgelerle teşhir ederken ancak barışla halledilebilecek bir meseleye manalı bir bakış atıyor.
Diyarbakır 5 No'lu cezaevindeki
uygulamalar Hakan Gürer'in İZ adlı belgeselinde tekrar karşımıza çıkıyor. 35 yılı aşkın bir süreyi kapsayan ve travması toplumda sürmekte olan mevzubahis hapishanedeki uygulamalar 2011 yılında araştırılmaya başlandı ve belgesele konu oldu.

Avrupa ve dünyanın en geniş ve en prestijli belgesel etkinliklerinden, Hollanda'nın başkenti Amsterdam'da düzenlenen IDFA'dan ödüllü bir belgesel: Radyo Kobani
Coğrafyada uzun süre bulunup Kürt meselesiyle ilgili çeşitli belgesellere imza atmış olan yönetmen Reber Dosky bu sefer kamerasını kadınlara yöneltiyor. IŞİD'in işgal ettiği Kobani yerle bir olmasına rağmen Kürtler mücadelelerini sebatla sürdürdüler. 20 yaşındaki Dilovan şehir tekrar özgürleştiğinde bir radyo istasyonu kurup mücadeleye katkıda bulunmayı sesiyle devam etti. Kadınların hür ve bağımsız olduğu zihniyetin hakimiyetindeki ortamda, kahramanımız kendi yolunu çizme konusunda seyirciye ilham veriyor.

Dünyadan belgeseller

10. Ege Belgesel Film Günleri’nde kaçırılmaması gereken, yerkürenin muhtelif köşelerinden belgeseller de dikkat çekici.
Türkiye'de nükleer santraller kurma konusundaki ısrarlar göz önüne alındığında Holly Morris'in Çernobil'in Babuşkaları dünyanın en zehirli çevrelerinde birinde var olmanın ne demek olduğunu gayet iyi anlatıyor.

Usta yönetmen Hubert Sauper'in Dost Olarak Geliyoruz'u, belgesel estetiği açısından sizi mutlaka tatmin edecektir, ne de olsa Afrika'nın kalbine yapılan bilim-kurguvari, baş döndürücü bir yolculuk. Çinli petrol işçileri, Birleşmiş Milletlerin arabulucuları, Sudanlı diktatörler ironik bir biçimde ortak noktada buluşuyor. Tüm gücünüzü yoğunlaştırarak bu belgeseli pür dikkat izlemenizi tavsiye ederim.

Silah endüstrisinin ekmeğine yağ sürercesine, yıllardan beri bir türlü sona erdirilemeyen savaşlardan biri, Suriye batağından kaçan çocuklar...
Zaatari Cini adlı belgeselde Hollanda'dan Catherine Van Campen, Ürdün Çölü’nde kurulmuş çadır kent Zaatari'de bizi, her şeye iyimserlikle direnmeyi başaran çocukların dünyasına zarafetle dahil ediyor. Türkiye'de bulunan Suriyelilere yönelik ırkçılık ve ayrımcılık had safhaya ulaşmışken insanlığımızı hatırlamak için bir fırsat.

Programlar iptal edilerek kesinlikle izlenmesi gereken bir diğer belgesel Gökyüzünü Seyredenler. Yönetmen Edet Belzberg insanlığın bir türlü dizginlenemeyen kötülüğüne set çekmeye çalışan bir insana methiye düzüyor. Raphael Lemkin bir daha yaşanmaması için "soykırım" olgusunu üst düzey diplomatik çevrelere kabul ettirmek üzere hayatı boyunca inanılmaz bir mücadele yürütüyor. Nürnberg'den Lahey'e, Bosna'dan Darfur'a, suçtan adalete, kayıtsızlıktan eyleme doğru provokatif bir yolculuk. Salim kafayla sinema salonuna gidip sonrasında uzun uzun tartışılacak içeriğe sahip 121 dakikalık bir eser.

Ya diktatör deyince akla gelen liderlerden Vladimir Putin hakkında bir belgesel izlemeye ne dersiniz? Jean-Michel Carré imzalı Putin Geri Döndü yüzsüzce iktidarda kalmaya devam eden, gaddarlıkla harmanlanmış her türlü icraatına kulp bulmaya çalışan, halkının içindeki acımasızlığı ortaya çıkaran siyasetçiyi ayrıntısıyla teşhir ediyor. Gazetecilik dilini kıvraklıkla kullanan belgesel Rusya hakkında öğrenmek istediğiniz birçok ayrıntıya vâkıf olmanızı sağlayacaktır.
10. Ege Belgesel Film Günleri hakkında ayrıntılı bilgiye ulaşmak için tıklayınız.


Kaynak: Murat Türker /03 Mayıs 2017


http://t24.com.tr/haber/ozgurlesen-seyirci-de-beyaz-perdede-ege-belgesel-film-gunleri-basliyor,402502