17 Eylül 2017 Pazar

Rutinin ağırlığı; Sıkılmak!

(Kazanmak için vazgeçmek…)
H.Gürer
17 Eylül 2017

Yaşarken hayatın bizlere neler sunacağını ve neler alacağını bilmeyiz. Doğumlar ve ölümler, mutsuzluklar ve umutlar, ayrılıklar ve özlemlerle dolu şeyleri kucaklarız yaşamımız boyu. Bu belirsizlik, insanları farklı yaşam felsefeleri oluşturmaya ve farklı yaşam arayışlarına itmiştir. Kimileri için yarınlar meçhul olduğundan alfa beyin dalgasının dinginliği ve mutluluğu ile an yaşanırken, kimileri ise geçmişin hatıraları, meçhul yarınların hayal ve kaygısının yoğunluğuyla yani beta beyin dalgaları ile anı yaşamaz. O an yaşanması gerekenler meçhul yarına ertelenir. Meçhul yarınlarda yaşanılmasının hülyaları kurulur, onun için çalışılır, uğraşılır ve yaşam tüketilir. Buna ertelenmiş yaşamlar veya yaşadığı anı ıskalamak demek yanlış olmayacaktır. Bu bir çoğumuzun yaptığı hayati hatalardandır.


Kimileri ise içinde bulunduğu yaşamdan, mekandan, ilişkilerden, yürüdüğü en güzel sokaklardan, yaşadığı en güzel yerden; kısacası her şeyden sıkılır. Mutsuzdur, yorgundur, hiç bir şeyden zevk almaz, hiçbir şey yapmak istemez. Yaşamında şikayetçidir. Her şeyi bu denli sıkıcı, yorgun, mutsuz ve sevimsiz kılan gündelik yaşamımızdaki rutinin ağırlığıdır. Bu durumda insan farklı yaşamak, farklı bir yere gitmek, var olan her şeyi terk edip her şeye yeniden başlamak ister. Bu gidiş ile her şeyin düzeltileceği sanılır. Durup tüm sorunları kendisinde arayıp çözümleri de kendisi üretip düzeltmek için mücadele etmektense, “gitmek” en başat tercihtir.

Zihnin bu ‘çılgın’ sesi, çevremizdekilere göre değil kendi değer yargılarımızla hareket etmemizi emreder. Zihin her şeyi analiz edip yorumlamaya çalışır, gözümüzle değil beynimizle bakmaya, görmeye ve anlamlandırmaya çalışırız. Var olan ve alışılmıştan kopmak/vazgeçmek bir tercihtir. Tercih etmek, başkasından vazgeçmektir. Yaptığınız tercihler yaşamınızın toplamıdır ve insanı tercihleri tanımlar. Vazgeçmek bazen bilinmeyen bir şey için var olanı kaybediştir. Herkes buna cesaret edemez. Çünkü çoğunluğun zihninde yükselen o her şeye yeniden başlama, bilinmeze doğru korkusuzca adım atma sesini yine zihninde ki bir başka ses “rutin de olsa, sıkıcı da olsa var olandan bilmediğim bir şey için vaz geçmem” diyerek bastırır. Risk almamayı öğütler. Var olanı kaybetmenin delice korkusunu salgılar. Vaz geçmeyi zayıflık, salaklık, çılgınlık olarak baskılar ve böyle algılanmayı koşullar. Yaşamakta olunan hayatı tek seçenek olarak karşınıza çıkarır. Bu zihnin korku, kaygı ve kaybetme hormonlarıyla yönetilmesidir. Zihnin susturuluşudur. Rutinde kalmaktır onu süreğenleştirmektir. Böylece tüm sıkıcılığına ve şikayetçi olmamıza karşın, rutin kırılamaz. Rutini kırmak bir devinim, bir dinamizm ve bir özgüven ve güçlü bir enerji gerektirir. Kişinin bunları kendisinde bulamayışı, rutinin tüm bunları ondan enzimlemesinden kaynaklıdır. Rutinin farkındalığına varış sıkılma evresiyle ortaya çıkar. Bu evreyi (rutini) kendinde fark eden ve zihnindeki o ‘çılgın’ sese yüreğini kaptırıp gidemeyenler, rutinden hızla kurtul(a)mayanlar ona hapsolur, kadercileşir, rutinin bir yaşam tarzına dönüşmesini yavaşça ve tükenerek kabullenir. Oysa insanlık tarihinde yeniye, bilinmeyene atılan her adım zihnin o ‘çılgın’ sesine kapılarak başlamıştır.

Yeni bir şeye başlamak için karar vermek, başka bir şeyden vazgeçmek demektir. Bir zayıflık olarak algılanması istenen “vazgeçmek” aslında dikte edildiğinin aksine bazen de bırakacak kadar güçlü olmak demektir.  Her vazgeçiş bir karar veriştir (bu yeniye başlamak da olsa!)  Her karar veriş aynı zamanda yaşamdaki diğer olasılıkların sınırını da ifade eder. Yaşamda olasılıklar ne kadar sınırlıysa, insanın yeniden farklı bir rutin içine hapsolması da o kadar sıradan  bir durum haline gelir...

Rutine düşmemek için en önemli şey gündelik yaşamı her alanda her cephede tekrara düşmeden örgütleyebilmektir. Hayatı kendini yineleyerek değil, kendini durmaksızın, yorulmaksızın yenileyerek, sürekli üreterek, değişerek ve değiştirerek yaşamaktır. Her şeyin ama her şeyin bir bedeli vardır hayatta. Herhangi bir şeyi karşılıksız vermek, karşılık beklemeksizin var olandan vaz geçmeyi bilmek bir ‘kaybediş’ gibi gözükse de içsel dünyamızdaki kazanımdır. Zira en büyük kazanım içsel dünyamızdaki kazanımlardan damıtılarak geçer. İnsan iç dünyasıyla yaşar ve onunla ölür. Vaz geçmesini bilmeden kazanılmayacağını bilmek gerekir. Tıpkı özgürlüğün bedelinin mottosu gibi; ona sahip olmak çok şeye sahip olmakta değil, yaşamınızı karşılıksız feda etmeyi göze almakta gizli olduğunu bilmektir.

Her şeye yeniden başlamak, zihnin o ‘çılgın’ sesine, sizi çeken kuvvetine kulak vermek, her şeyden karşılık beklemeden vazgeçmekle olacaktır. Dedik ya; vazgeçmek bir tercihtir ve bizi tanımlar. Vazgeçmek, karar vermektir ve yeni bir yol/yaşam demektir. Bu aynı zamanda tercihlerimizin de yaşamdaki somut ifadesidir. Karar vermek aynı şekilde olasılıkların sınırlılığını ifade eder! Kararlarımızla yaşamdaki olasılıklarımızın sınırını belirlemek istemiyorsak, sürekli rutine düşmek ve başka yerlere gitmekte “çözümü” ve “mutluluğu” aramaktansa; yenilenerek, yaşamı değiştirerek, geleceği görmenin derin sancılarını hissederek farkındalıkla yaşamak gerekir. Ancak kendi yaşamımızın, mutluluğumuzun yaratımının kendi elimizde olduğu bu farkındalıkla bilinir. Keza yeni dünyanın şekillenmesinin yolu, tüm insanların bilince uyanmasıyla mümkün olacağı gerçeğinde saklıdır.