tabuların yıkılması gerekli.
Her türlü tabu yıkılmalı.
En başta da dinlerden ,
‘inanç’lardan kaynağını alan tabular.” [2]
H.GÜRER
Haziran 2009
“Ben tanrı yoktur demiyorum.
Tanrı vardır. Ama onu insanlar yaratır...” [3]
1-Din Nedir?
Din, genellikle
doğaüstü, kutsal ve ahlaki öğeler taşıyan, çeşitli ayin, uygulama, değer ve
kurumlara sahip inançlar bütününe verilen isim veya tanımdır. Zaman-zaman inanç
sözcüğünün yerine kullanıldığı gibi, bazen de inanç sözcüğü din sözcüğünün
yerinde kullanılır. Din tarihine bakıldığında, birçok farklı kültür, topluluk
ve bireyde din kavramının farklı biçimlere sahip olduğu görülür. Arapça kökenli
bir sözcük olan din sözcüğü, köken itibariyle “itaat, yol, hüküm, mükafat” gibi
anlamlara sahiptir.
2-Din’in Tanımı:
Din kavramının farklı tanımları vardır. Mevcut
ansiklopedik tanımlardan biri şöyledir:
"Din üyelerine bir bağlılık amacı, bireylerin
eylemlerinin kişisel ve sosyal sonuçlarını yargılayabilecekleri bir davranış
kuralları bütünü ve bireylerin gruplarını ve evreni açıklayabilecekleri
bir düşünce çerçevesi veren bir düşünce, his ve eylem sistemidir."
Sözcük olarak dinin tanımı ise,
Türk Dil Kurumu'na göre:
"Tanrı'ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal
varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum, diyanet"
ve "Bu nitelikteki inançları
kurallar, kurumlar, töreler ve semboller biçiminde toplayan, sağlayan düzen".
Sizce de
öylemidir? Yani “evreni açıklayabilecek
bir düşünce” sistematiği midir? Din evreni açıklayabilecek denli bilimsel
midir? Bunun cevabı tabii ki hayır!.. Çünkü din, uzağı göremeyecek kadar miyop,
yakını ise göremeyecek kadar hipermetroptur. Sözcük anlamı ve
ansiklopedik kavramsal izahı aşarak bir kurum olarak dini tanımlamakta bazı
güçlükler vardır. Bilim adamlarının dinin temel özelliği olarak kabul ettikleri
unsurlara göre din tanımları da farklılık göstermektedir. Din tanımı birçok
farklı bilim dalı ve felsefede farklı biçimlerde ele alınmıştır.
- Bergson’a
göre din, zekanın dağınıklığı ve çaresizliği karşısında
doğanın koruyucu tepkisi ve daha da ileride hayatın bütününe bağlanma’dır.
- Edward
Sapir’e göre din, günlük yaşantının anlaşılmaz ve tehlikeli
ortamı içinde gönül huzuruna iç huzuruna götürecek bir yolun bulunmasından
başka bir şey değildir ve çok karmaşık bir yapıya sahiptir.
- Psikologlara
göre din bir üst benlik olayıdır. Bireyi topluluğa
bağlayan kişisel yapısının projeksiyon aracılığıyla belirlediği ikincil
kurumlardır. Sosyologlar
ise dini toplumla açıklarlar.
- Sosyoloji
dine kutsalın toplum hayatındaki deneyimi olarak bakar.
- Parsons’a
göre ise din, kainatta insanın yeri, insanın
diğerleriyle ilişkisi, çevresi ve diğer insanlarla ilişkilere bağlı olarak
arzu edilir olan ve olmayan şeyler hakkında geliştirilen ve
gerçekleştirilen bir anlayıştır.
- Tasavvuf
ve din psikologlarına göre din, insan-ı kamil insan
olmaya sevk eden bir disiplindir.
- İslam
Peygamberi Muhammed'e göre "gittiğiniz
yoldur".
- Satanist
kilisesinin kurucusu Anton Szandor Lavey'e göre İnsan
yaşamını etkileyen her türlü elektriksel alandır.
- Karl
Marks’a göre ’’Din bir afyondur.’’
Farklı din
tanımlamaların ortak noktaları birleştirildiğinde, din insanlara bir hayat
tarzı sunan, onları belli bir dünya görüşü içinde tutan, bir değer biçme ve
yaşama tarzı; yaratıcıya isteyerek bağlanma, birtakım şeyleri duyma, onlara
inanma ve onlara uygun iradi faaliyette bulunma olgusu; “üstün varlıkla” ona
inanan insan arasındaki ilişkiden doğan deneyimin inanan kişinin hayatındaki
etkileri olarak tanımlanabilir.
Genel olarak din, doğaüstü bir nitelik taşır, mukaddestir, değişmezdir (dogmatiktir) ve gönülden bağlanmayı yani teslimiyeti gerektirir. Pek tabii ki din tanımı, özellikle dini bir bakış açısından, her farklı dini grup ve dinde çeşitlilik gösterir. Dinin taşıdığı nitelik ve öğeler de farklı dinlerde büyük bir değişiklik ve çeşitlilik göstermemektedir.
Din kavram, anlayış ve türlerinin gelişimi tam olarak bilinemediği gibi tam olarak belirlenememektedir de. Bunun en büyük nedeni, açıkça ayrıştırılabilecek devrelere sahip olmamasıdır. Yine de, özellikle 1800'ler sonrası yapılan arkeolojik kazılar ve dünyanın geri kalanından izole edilmiş kültürlerin antropolojik[[4]] ve tarihi yapılarına dair elde edilen bilgi ve gözlemler sayesinde, bir kronoloji elde edilememiş olsa da bir tipolojiden[[5]] söz etmek mümkün.
En güncel
tahminlere göre bu gün, yerkürede yaşayan dünya nüfusu 2008 itibariyle 6.6
milyarı aşmıştır. Bu nüfusa Dinlerin
İnananları ve Eğilimleri şeklinde bir kronolojik sıralama çıkarıldığında
karşımıza şu tablo çıkmaktadır.
3-Dinlerin
İnananları ve Eğilimleri: [[6]]
1.Hristiyanlık - 2.1 milyar
2.İslam - 1.3 milyar
3.Seküler/Dinsiz/Agnostik/Ateist - 1.1 milyar
4.Hinduizm - 900 milyon
5.Budizm - 708 milyon
6.Çin geleneksel dini - 394 milyon
7.Ana yerli inançlar - 300 milyon
8.Afrika geleneksel ve diasporal - 100 milyon
9.Sihizm - 23 milyon
10.Juche - 19 milyon
11.Tinselcilik - 15 milyon
12.Musevilik - 14 milyon
13.Bahailik -12.5 milyon
14.Mormonizm - 12 milyon
15.Yehova’nın Şahitleri - 6.7 milyon
16.Jainizm - 4.2 milyon
17.Şinto - 4 milyon
18.Cao Dai - 4 milyon
19.Zerdüştlük - 2.6 milyon
20.Tenrikyo - 2 milyon
21.Neopaganizm - 1 milyon
22.Üniteryan Üniversalizm - 800.000
23.Rastafari akımı - 600.000
2.İslam - 1.3 milyar
3.Seküler/Dinsiz/Agnostik/Ateist - 1.1 milyar
4.Hinduizm - 900 milyon
5.Budizm - 708 milyon
6.Çin geleneksel dini - 394 milyon
7.Ana yerli inançlar - 300 milyon
8.Afrika geleneksel ve diasporal - 100 milyon
9.Sihizm - 23 milyon
10.Juche - 19 milyon
11.Tinselcilik - 15 milyon
12.Musevilik - 14 milyon
13.Bahailik -12.5 milyon
14.Mormonizm - 12 milyon
15.Yehova’nın Şahitleri - 6.7 milyon
16.Jainizm - 4.2 milyon
17.Şinto - 4 milyon
18.Cao Dai - 4 milyon
19.Zerdüştlük - 2.6 milyon
20.Tenrikyo - 2 milyon
21.Neopaganizm - 1 milyon
22.Üniteryan Üniversalizm - 800.000
23.Rastafari akımı - 600.000
İstatistik verilerden de görüleceği üzere, Dünya
nüfusunun ezici ve önemli bir oranı dinin etkisi altında, onun
yönlendiriciliğine “gönülden bağlı” ve din’e karşı “teslimiyeti” de bu oranda…
4-Kapitalistlerin Kitleleri
Uyuşturmasında Ustaca Kullandığı Bir Silah, DİN:
“Daha güzel bir dünyanın, daha özgürlüklü bir dünya
olmadan gerçekleşemeyeceği açık. Daha özgürlüklü bir dünyanın kurulabilmesi
için de tabuların yıkılması gerekli. Her türlü tabu yıkılmalı. En başta da
dinlerden , “inanç”lardan kaynağını alan tabular.” (Turan Dursun. “Din Bu: Tabu
Can Çekişiyor”adlı kitabından)
Marks'a göre, “dinin
eleştirisi bütün eleştirilerin öncülüdür”. O halde, Marks'ın eleştiriden neyi
anladığını sergilemek için, Marks'ın din eleştirisini nasıl ele aldığına
bakmakta fayda var:
"Dine karşı eleştirinin temeli şudur: Dini insan yaratır, din insanı yaratmaz. Din, gerçekte, kendisini henüz bulamamış yada tekrar kaybetmiş kişinin kendisi hakkındaki bilinci ve kendisine saygı duymasıdır. Fakat insan, bu dünyanın dışında mekân tutmuş soyut bir varlık değildir. İnsan, insanın dünyasıdır, yani devlettir, toplumdur. Bu devlet, bu toplum, dünyanın tersine dönmüş bilinci olan dini yaratır. Çünkü devletin, toplumun kendisi tersine dönmüş dünyadır. Din, bu dünyanın (bu tersine dönmüş dünyanın) genel teorisidir, ansiklopedik veri dökümüdür, popüler biçimdeki mantığıdır, manevi anlamda onur meselesidir, heyecanıdır, moral onaylanmasıdır, kutsal tamamlayıcısıdır. Din, bu dünyanın (bu tersine dönmüş dünyanın) mazeret ve tesellisinin evrensel temelidir. Din, insani öz sahici bir gerçeklik kazanamadığı için, insani özün fantastik biçimde gerçekleşmesidir. Bu nedenlerle, dine karşı mücadele, dolaylı olarak, ruhsal aroması din olan dünyaya (tersine dönmüş dünyaya) karşı mücadeledir.”
"Dinsel ıstırap çekme, aynı zamanda, hem gerçek ıstırabın ifadesidir hem de gerçek ıstıraba karşı protestodur. Din, ezilmişlerin of çekmesidir, kalpsiz dünyanın kalbidir, ruhsuz koşulların ruhudur. Din halkın afyonudur.”
“Din kitlelerin afyonudur” sözü, dinin kitleleri hakları
için mücadele etmekten alıkoyan, statükoyu korumak için kullanılan bir araç
olduğunu anlatmak için kullanılır. Aslında bu sözü Marks daha farklı bir şeyi
anlatmak için kullanıyordu. Lenin bu sözü bahsedilen anlamı ile kullanmıştır.
Marks tam olarak şöyle demişti:
“Din, ezilmişlerin of çekmesidir, kalpsiz dünyanın kalbidir, ruhsuz
koşulların ruhudur. Din halkın afyonudur.”
Yukarda ki aktarımı
tercüme edecek olursak, toplumda gerçek bir ızdırapın çekildiği açık bir
şekilde ortaya konulmuştur. Din, bu gerçeği kendi fantastik söylem ve
ritüel’leriyle[[7]] bir şekilde kitlelerin gözlerine sis
perdeleri indirerek görülmesini engellemektedir. Din, ezilmişler açısından, bu
kalpsiz dünyada her ne kadar ızdırap çekilse de, her ne kadar acılar yaşasa da
ancak ‘öteki dünya’nın özlemiyle dolu yaşamalarının kaderine boyun
eğmelidirler. Bu anlatım zincirindeki afyon metaforuyla ise vurgulanmak istenen
şey, yığınların bu kalpsiz dünyada çektiği ızdırap, acı ve ezilmişlikler
karşısında bu yığınların tepkisiz ve refleksiz kalmasına yarayan düşünsel bir
uyuşturucu olmakla birlikte ve bu acılarını hissetmemeleri için
uyuşturulmaktır. Yukarıda ki iki satırlık dizenin tercümesi tam da bu oluyor.
Burada dünyanın sürekli cefasını çekenler bu anlamsızlığa
karşı “öte dünyadaki” “sefa” ile hayatlarını sürdürüyorlar ve bu “vaatlerle”
bir şekilde “ehlileştirilip” uyuşturuluyorlar. Olası tepkiler bu sayede bir
şekilde bertaraf edilebiliyor. Keza bu noktada Lenin, daha çok dinin “sorunları
yok sayma”da bir araç olarak kullanılmasına dikkat çekmiştir.
"Din, bütün yaşamı boyunca çalışan ve yokluk
çekenlere, bu dünyada azla yetinmeyi, kısmete boyun eğmeyi, sabırlı olmayı ve
öteki dünyada bir cennet umudunu sürdürmeyi öğretir. (...) Bu bakımdan din
halkın afyonudur". (Lenin, Sosyalizm ve Din) Belirlemesinde bulunur. Bu
konuda Marks’a da baş vurmakta fayda olduğu gibi, onun yaklaşımlarını da
aktarmakta fayda var. Marks’a kulak veriyoruz;
"Halkın illüzyon biçimindeki mutluluğu olarak dinin ortadan kalkmasını istemek, halkın sahici mutluluğunu talep etmektir. Halkı içinde bulunduğu koşullar hakkındaki illüzyonlarından vazgeçmeye çağırmak, illüzyonu gerektiren koşulları terk etmeye çağırmak demektir. Dinin eleştirisi, bu nedenle, dinin hâl elediği bu acılar vadisinin embriyonik eleştirisidir.”
Bu denli anlaşılır ve sorunun köklerine vurgular yapan ifadeleri bütünsellik sağlaması açısından Marksın "Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkıya Giriş" adlı yazısında ki yaklaşımı bütünselliyen metni olduğu gibi aktaralım:
"Eleştiri, zincirlerin üstündeki hayali çiçekleri koparıp atıyor. Bunu, insanlar zincirleri fantezileri yada tesellileri olmaksızın taşısınlar diye değil, fakat zincirlerin kendisini kaldırıp atsınlar ve sahici çiçeği çekip alsınlar diye yapıyor. Din eleştirisi, insanın illüzyonlarından kurtulup aklı başına gelerek kendi gerçekliğini düşünmesi, kendi gerçekliğini etkilemesi, kendi gerçekliğini biçimlendirmesi için, kendi gerçek güneşi olarak kendi çevresinde dönmesi için insanın gözünü açıyor. Din, insan kendi çevresinde dönmediği sürece, insanın çevresinde dönen aldatıcı bir güneşten başka bir şey değildir.”
Der ve devam eder:
"Öyleyse tarihin
görevi, gerçekliğin öteki dünyası yok olup gittikten sonra, bu dünyanın
sahicisini ortaya çıkarmaktır. Tarihin hizmetindeki felsefenin acil görevi,
insanın kendisinden yabancılaşmasının kutsal biçiminin maskesi düşürülünce,
yabancılaşmanın kutsal olmayan biçimlerinin de maskesinin düşürülmesidir.
Böylece, cennetin eleştirisi yeryüzünün eleştirisine, dinin eleştirisi hukukun
eleştirisine, teolojinin eleştirisi siyasetin eleştirisine dönüşür."(K.
Marks, "Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkıya Giriş",
Şubat 1844, METY, (İng.), c. 3, s. 175.)
Aşağıda
yazımızda değineceğimiz üzere, yığınla yapılan bilimsel araştırmaların en
büyüğü ve “yüz yılın deneyi” olarak tanımlanan ve “Nükleer Araştırmalar için Avrupa
Konseyi” anlamına gelen ve Fransızcada “Conseil
Européen pour la Recherche Nucléaire” sözcüklerinin kısaltması olan ve dünyanın en büyük parçacık fiziği laboratuarı unvanı’nı
taşıyan ve Cenevre-Fransa sınırında
bulunan CERN
merkezinde 10 eylül 2008 tarihinde yapılan deney öncesi bilim insanları
“tanrının zerreciğini” bulmaya çalıştıklarını ironi bir dille ifade ederek,
yığınla yapılan bilimsel araştırmalara karşın araştırmalarının hiç birinde de
tanrıyla karşılaşmadıklarına vurgular yaptılar. Tüm
bu bilimsel çalışmalar insanlık tarihinin en güçlü inanışlarından birini de
tehdit eder durumda, yani ‘Tanrı inancı’nı!..
Bunu deneyin yapılması aşamasında Eylül tarihinde Cenevre Üniversitesi
(UNIVERSITE DE GENECE) tarafından çıkarılan “Le Journal” isimli “Du 25
Septembre au 9 Octobre 2008” tarihli dergisinde yer verildi. Bir yandan
galaksileri barındıran görülebilir evrenin ücra köşelerine bakılıyor, elden
geldiğince uzaklar gözleniyor, diğer yandan, atom-altı boyutun derinliklerine
iniliyor ve her geçen gün özün özü keşfediliyor. Fakat yüzyıllarca inanıldığı
gibi olmuyordu; yani ‘Tanrı’,
beklenildiği gibi ne en içte, ne de en dışta, insanın karşısına bir türlü
çıkmıyor. Şayet bilim, insanlığın evreni anlamasın da bir referans olacaksa,
herhangi bir ‘yer’de bulunan bir ‘Tanrı’dan asla söz edilemeyecek!..
5-Devrimci-Komünistler Dinin
Yasaklanmasını Savunur Mu?
Devrimci
ve komünistler açısından yaşamın ve keza bir bütün olarak evrenin-dünyanın
açıklanması ve yorumlanabilmesi için “doğa üstü” ve “ilahi güçlerle” açıklamalara/ izahatlara
gerek yoktur. Çünkü onların evrenin oluşumundan tutalım da, toplumların
oluşumuna ve toplumsal sorunların çözümüne kadar yaşamın her alanında aldıkları
referans şüphesiz ki bilimdir. Ve her hangi bir “doğa üstü” ve “ilahi güçler”in olmadığını, aksini iddia
edenlerin ise iddialarını çürüten bilimsel felsefi materyalizmi esas alırlar.
Keza Bilim, dünyanın ve insanın milyonlarca yılda geliştiğini ve yaşamın
kendisinin inorganik maddelerden evrildiğini ispatlamış durumdadır.
Bilimsel
felsefi materyalizm açısından, Marksist, Leninist, Maoist ideoloji dinle
bağdaşmaz olsa da, MLM bilimi dini bastıran, yok sayan ve yasaklayan bir
anlayışa sahi olmadığı gibi baskı, yok sayma, ve yasakçı yaklaşıma da karşıdır.
Toplulukların ve bireyin herhangi bir dinsel inanca sahip olma yada inanmama
özgürlüğünü savunur.Herkes istediği dini savunmakta yada dinsiz olduğunu
açıklamakta özgür olmalıdır. Çünkü MLM ideolojisi hiçbir kimseyi diline,
dinine, renk’ine, cinsine ve ırkına göre ayırmaz/ayrımına da karşı çıkar. Çünkü
devrimci-komünistler, dindar olanlar da dahil tüm işçileri, köylüleri, ezilen
her tabakadan insan(lar)ı kapitalizme karşı mücadeleye katmak için uğraş
verirler. Yine devrimci-komünistler dinin çağımızın temel sorununu gizlemesine
izin veremezler. Çünkü onların (devrimci-komünistlerin) en önemli görevlerinden
biri de, insanı köle haline getiren uluslar arası sermaye diktatörlüğüne son
vermek isteyen herkesi mücadele içinde birleştirmektir. Ve dolayısıyla da bu kesimlerle
aralarına engeller dikmezler, aksine sınıf mücadelesine etkin bir şekilde katılmaları
için onları teşvik ederler. İnanan bir işçinin, köylünün ezilen-sömürülen
herhangi bir kişinin sosyalizm için mücadele vermeye istekli olduğu ama dini
terk etmek istemediği durumlarda kesinlikle onu dışlayıcı bir tavır al(a)mazlar.
Lenin’in de açıkladığı gibi Marksistler, “işçilerin dinsel inançlarına karşı
yapılan en küçük hakaretin dahi kesinlikle karşısındadırlar.”
MLM biliminin gerçek
simgesi ve ifadesi olan yaşam sevgisinin, yaşadığımız dünyayı değiştirmek ve
insanların yaşamlarını iyileştirmek için tutkulu bir arzuya yol açması gerekir.
Din bizlere gözlerimizi göklere dikmemizi öğretirken, MLM bilimi yeryüzünde
daha iyi bir yaşam için mücadele etmemizi söyler. Marksizm, insanların kendi
yaşamlarını dönüştürmek ve insanlığı gerçek itibarına ulaştıracak bir toplum
yaratmak için mücadele etmeleri gerektiğine inanır. Bizler, insanların sadece
bir hayatı olduğuna ve kendilerini bireysel olarak değil tüm bir insan toplumu
olarak bu hayatı güzel ve tatmin edici kılmaya adamaları gerektiğine
inanıyoruz. Yeryüzünde (ve belki gelecekte uzak yıldızlarda da) cenneti kendi
ellerimizle kurmak ve tatmak mümkünken, bir öteki dünya cenneti hayaliyle
kendimizi avutmak neden?
Özetleyecek olursak; emperyalist-kapitalist
sistemi tarihte hakkettiği yere gönderecek ve dünyayı değiştirerek, baştan
ayağa yeniden biçimlendirecek olan enternasyonal proletaryanın, ve ezilen dünya
halklarının çeşitli katmanlarından oluşan devrimci ve komünist hareketlerin
öncülüğüyle yürütülen mücadelelerde, başarı sağlanan yer küredeki her kıta ve
coğrafya da kurulacak olan emeğin iktidarları altında İnsanlar,
kapitalist-emperyalist toplumda hiçbir zaman sahip olamadıkları kadar rahat bir
biçimde inançlarının yada inançsızlıklarının gereğini yapma özgürlüğüne sahip
olacaklardır. Yüz yıllardır insan emeği sömürüsüne dayalı olan, ve
iktidarlarını baskı, işkence, katliam ve şiddetle korumaya çalışan ve tüm
bunların yanı sıra da kendi saltanatlarını sürdürmenin bir aracı olarak
kullandıkları din, emeğin billurlaşmış bin-bir değerleriyle kurulan toplumsal
sitemde bu özelliğinden tümüyle arınacaktır. En basitinden din devletten
tümüyle bağımsız olacaktır. Keza ağır bedeller ve şiddetli çatışmalar ve sancılar sonucu bir avuç
azınlığın milyonlar üzerinde ki hegemonyası yıkılıp, emek güçlerinin
oluşturacağı bu toplumsal sistemde bilim, insanlığın emeğini sömürmek, sömürenlerin
de saltanatlarının güvenliklerini sağlamak için değil, ve yine egemenlerin
insanlığa karşı savaşlar yürütmek için silah, bomba üretmek içinde değil,
aksine tüm insanlığın bilimin en geniş, en kapsamlı imkanlarından
faydalanılarak sağlıklı yaşamaları ve bilimsel eğitim almaları yönünde ele
alınacaktır. Keza Bilimin bir bütün
olarak insanlığın hizmetine sunulmasıyla birlikte insanlar, dinin gerçek niteliğini
kavrayarak din olgusunu süreç içerisinde yaşamdan sileceklerdir. İnsanların Din
olgusundan bu yönlü bir kopuşu ile birlikte düşüncelerini daha bilimsel
temellerde geliştirebilmeleri mümkün hale gelecektir.
Kendi yaşadığımız coğrafya özgülünde de biliriz ki iktidarlar halkı devrimcilerden
uzak tutmak ve onları yalnızlaştırmak için bin-bir yalana ve asparagas
haberlere yer verirler. “sosyalizm-komünizm gelecek din elden gidecek/ din yasaklanacak
/ komünistler inananların başlarını vuracak” vb tarzda yalanlarla halkı
kandıracak propagandaya girişirler. Oysa kendileri de çok iyi bilirler ki
hiçbir MLM yapıtta/kaynakta böyle bir şey yoktur/bulamazlar da. Aksine okunduğunda
görülecektir ki tam tersini söyleyen bir çok alıntı ile karşılaşacaklardır.
Bu, şüphesiz ki egemenlerin demagojik anti-komünist propagandasından başka
bir şey değildir. Yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi, emeğin kendi
iktidarını oluştuğu toplumsal sistem, dini devlet ve siyasal otorite açısından
kişisel bir olgu olarak kabul eder. Devrimci-Komünistler açısından din
olgusunun devlet ile ilişkisinin demokrasi ve laiklik açısından anlamı gayet
basittir. Devlet (siyasi otorite) dine karışmaz, dini yönlendirmez, din de
devlette mutlak hakim değildir. Herkes istediği dini seçmekte veya dinsiz
olmakta özgürdür. Devlet hiçbir dini finanse etmez, devletin resmi dini yoktur.
Dini hizmetler devlet tarafından değil, çeşitli dini cemaatler tarafından
karşılanır. Dini eğitimi ailenin isteği ile dini gruplar tarafından verilir,
devlet din eğitimi vermez.
Her siyasal hareket gibi sosyalizmde de farklı akımlar vardır. Bu
akımlardan kimileri (örneğin Blankici sosyalistler) dinin, yasalarla
yasaklanabileceğini ve ortadan kaldırılabileceğini düşünmüşlerdir. Blankici
sosyalistler 1871 Paris Komünü’ne atıfta bulunarak şöyle diyorlardı:
"Komün, insanlığı, geçmiş sefaletin bu hayaletinden" (Tanrıdan), "bu davadan" (varolmayan Tanrı dava oluyor!) "mevcut sefaletlerinden ilelebet kurtaracaktır. — Komünde papazlara yer yoktur; her türlü dinsel gösteri, her türlü dinsel örgütlenme yasaklanmalıdır. " (parantez içindekiler Engels'e ait)
Engels ise şu şekilde cevap veriyor:
"İnsanları par ordre du mufti (müftünün emri ile) tanrıtanımazlar haline getirmek
yolundaki bu istem, Komünün iki üyesi tarafından imzalanmıştır; bunların iki
şeyi keşfetmek için yeterli olanağa kesinlikle sahip bulunmaları gerekirdi: Birincisi,
kâğıt üzerinde her şey buyurulabilir, ama bu onun uygulanacağı anlamına gelmez;
ikincisi, arzulanmayan inançları güçlendirmenin en emin yolu baskıdır; şu
kadarı kesin: “Tanrıya” bugün hâlâ yapılabilecek en büyük hizmet,
tanrıtanımazlığı zorunlu bir dogma yapmak ve dini genel olarak yasaklayarak
Bismarck'ın anti-klerikal Kulturkampf'ını
(Kültür Savaşı) da geçmektir."
Engels’in söylemleri çok açık. Bunu 1936 Rus Sovyet anayasasından bir madde
ile daha anlaşılır kılmaya çalışalım:
‘’MADDE 124.
Yurttaşların vicdan özgürlüğünü güvence altına almak için, SSCB'de kilise
devletten ve okuldan ayrılmıştır. Dini ibadet özgürlüğü ve dinsizlik
propagandası özgürlüğü tüm yurttaşlara tanınmıştır.’’
Bunun öncesi süreçte, yani Lenin dönemindeki 1918
anayasasında da bu konuya ilişkin bir başka anayasa maddesi ile karşılaşıyoruz:
’’İşçilere gerçek vicdan
özgürlüğünün sağlanması maksadıyla din ile devlet işleri birbirinden ayrılmış,
buna paralel olarak eğitim de kiliseden ayrılmıştır. Dinî ve din karşıtı
propaganda yapma hakkı tüm vatandaşların en doğal hakkıdır’’ (SSCB 1918
anayasası/13. madde) şeklinde 1917 Büyük Ekim devriminden 1 yıl sonra ki
anayasa maddeleri içerisinde yer almaktadır.
Yine daha anlaşılır olması ve anlayışımızın
ete-kemiğe bürünmesi için, bilimimizin iletken telini oluşturan ve beş keskin
kılıçtan biri olan Engels’in “Fransa’da İç Savaş”’adlı yapıtın önsözünde dikkat
çektiği şu dizeleri aktaralım: “devlete ilişkin olarak, din bütünüyle kişisel
bir sorundur.” Bunu yorumlayan Lenin 1905’de şöyle yazıyordu: “Devlet dinle
ilgilenmemelidir; dinsel kurumlar devlete bağlı olmamalıdır. Herkes istediği
dini savunmakta yada dinsiz, yani genelde her sosyalist gibi ateist olduğunu
açıklamakta özgür olmalıdır.” (Lenin, Din
Üzerine, “Sosyalizm ve Din”)
Bununla birlikte Lenin
de, partiye ilişkin olarak, Engels’in devrimci partinin dine karşı mücadele
yürütmesi gerektiği yönündeki öğüdüne dikkat çekiyordu: “Proletaryanın partisi,
devletin dinin kişisel bir sorun olduğunu ilan etmesini ister, ama halkın
afyonuna karşı mücadeleyi, dinsel hurafelere vb. karşı mücadeleyi kişisel bir
sorun olarak görmez. Oportünistler sorunu, Sosyal Demokrat Parti dini kişisel bir sorun olarak
görüyormuş gibi çarpıtıyorlar.” (age,
“İşçi Partisinin Din Karşısında Tutumu”)
Ve devamında şunu
ekliyordu: “Modern dinin köklerinin gömülü olduğu yer, çalışan kitlelere uygulanan
toplumsal baskı ve onların kapitalizmin kör güçleri karşısındaki aşikâr
çaresizliğidir. […] kitleler dinin kaynak bulduğu toplumsal olgulara karşı
birleşik, disiplinli, planlı ve bilinçli bir tarzda mücadele etmeyi öğrenene
kadar, kapitalist egemenliğin tüm
biçimlerine karşı mücadele etmeyi öğrenene kadar, hiçbir eğitsel
kitap yığınların bilincinden dini söküp atamaz.” (age, “İşçi Partisinin Din Karşısında Tutumu”)
“Başkaları hesabına
çalışmaktan, yerine getirilmeyen isteklerden ve yalnız bırakılmışlıktan yılmış
halk kitleleri üzerine her yerde büyük ağırlıkla yüklenen ruhsal baskı
biçimlerinden biri dindir. Doğaya yenik düşen ilk insanların tanrılara,
şeytanlara, mucizelere ve benzeri şeylere inanmasına yol açışı gibi, sömürülen
sınıfların sömürenlere karşı mücadeledeki yetersizliği de kaçınılmaz olarak
ölümden sonra daha iyi bir yaşamın varlığına inanmalarına yol açar. Din, bütün
yaşamı boyunca çalışan ve yokluk çekenlere, bu dünyada azla yetinmeyi, kısmete
boyun eğmeyi, sabırlı olmayı ve öteki dünyada bir cennet umudunu sürdürmeyi
öğretir. Oysa yine din, başkalarının emeğinin sırtından geçinenlere bu dünyada
hayırseverlik yapmayı öğreterek, sömürücü varlıklarının ceremesini pek ucuza
ödemek kolaylığını gösterir ve cennet’te de rahat yaşamaları için ehven fiyatlı
bilet satmaya bakar. Böylelikle din, halkı uyutmak için afyon
niteliğindedir. Din, sermaye kölelerinin insancıl düşlerini, insana daha
yaraşan bir yaşam isteklerini içinde boğdukları bir çeşit ruhsal içkidir. Ne var ki, köleliğinin bilincine varmış ve
kurtuluşu için mücadeleye başlamış köle, kölelikten yarı yarıya çıkmış
demektir. Fabrika endüstrisinin yetiştirdiği ve kent yaşamının aydınlattığı
modern, sınıf bilinçli işçi, dinsel önyargıları bir yana atar, cenneti
papazlara ve burjuva bağnazlarına bırakır ve bu dünyada kendisi için daha iyi
bir yaşam elde etmeye çalışır. Bugünün proletaryası, din bulutuna karşı savaşta
bilimden yararlanan ve işçileri bu dünyada daha iyi bir yaşam adına kavga
vermek için birleştirerek öteki dünya inancından kurtaran sosyalizmin yanında
yer alır.” (Lenin, sosyalizm Ve Din. Novaya Zihn Sayı: 28, 3 Aralık 1905)
Düşünce tarihinde, Din
daima en gerici türden bir rol üstlenmiştir. Galileo Galilei “Kutsal Engizisyon”un
işkence tehdidi altında fikirlerinden dönmeye zorlandı. Giordano Bruno yine
Engizisyon mahkemelerinde kazıkta yakıldı. Charles Darvin, Tanrının dünyayı
altı günde yarattığı şeklindeki yerleşik görüşe meydan okuma cesaretinden
dolayı İngiltere’deki kurulu dinsel düzen tarafından acımasızca sıkıştırıldığı ve
daha buna benzer bilimsel araştırmalara ve araştırmacılara karşı örgütlü dinin
yaklaşımlarını ve uygulamalarını unutmamalıyız.
Ve tabii ki, tüm bu
baskılara karşı baskıya maruz kalan bilimcilerin devrimci duruşlarından
tavizsiz duruşları da unutulmamalıdır. Bunun en açık cevabını yine Giordano
Bruno’nun verdiği şu sözlerde görmek mümkün: “Ne gördüğüm hakikati gizlemekten
hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık
arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan
dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi
akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak
yaşadım.”
Özcesi; Yine Marks’ın o
beylik sözlerinden birine yer vermeden geçmeyelim. “Dine saldırmayın,çürütün!”
Marks ve Engels, sonrasında da Lenin dinlerin doğumlarından yok oluşlarına
kadar, insansal varlığın öze uyumsuzluğunun ürünü yani yabancılaşma sürecinin
bir parçası olduğunu vurgularlar… Dolayısıyla da hiç bir din, ve hatta din
motifli hiç bir olgu ilerici özellikler taşımaz ve ilerici olarak
nitelendirilmez…
6-Dinin Geleceği:
Din,
insanların kavrayışını ve kavradığı şeyleri yorumlayış yetilerini
sakatlaştırır, kötürümleştirir ve yatalak hasta misali işlevsiz hale getirir.
İnsanların kavrayışını dünyadan uzaklaştırıp mistik ve gizemli düşünce
anaforuyla bezer, hakkında hiçbir şey bilemeyeceği ve soru dahi sormanın
yararsız olduğu bir ötekiliğe (otherness) yöneltir.
Doğası gereği insan,
dünyayı, evreni kısacası her şeyi anlamak ve kavramak ister. Anlayamadığı
şeyler onu rahatsız eder. Bu ‘öğrenme’, ‘anlama’ ve ‘kavrama’ istemi ve arzusu
bilgi edinme sürecinin temel taşlarını oluşturur. Bilinmezliğe olan ilgi ve
merak tükenmeyen bir duygudur. Ve bilimsel araştırmalar ve incelemelerde evren ve evrende olagelen olayların bir
bölümünü veya bir bütününü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe
dayanarak araştırmalar yapan ve bunlar üzerinde çalışan ve düzenli olarak elde
edilen bilgilerin toplamıdır bilim. İnsanlık, dünyayı ve evrenin
yasalarını, yaşadığı toplum ve onu çevreleyen doğa hakkında bilgi edinme
mücadelesi vermektedir yüz yıllardır. Din, insanlığın tüm bu bilgi edinme ve
bilimsel ilerlemesinin önünde durmuş, önemli zaman dilimlerinde bilimin
ilerlemesini sekteye uğratmıştır. Çünkü, bilimin ilerlemesi, bilimsel
düşüncedeki ilerlemeler, “giz” gibi görünen, (daha açık ifadesiyle din’in
göstermemeye çalıştığı şeyleri)insanlık için anlaşılır kıldığı ölçüde, din
geriletilmiştir. Din’in, bu gerilemeyi bilime saldırarak, onu kendi himayesi
altına alarak kendisine entegre etmeye çalışma yönünde ki ümitsiz artçı
direnişlerine karşın bunu başaramamıştır. Çünkü bilim, din’in o dar ufkuyla
biçtiği gömleğin içerisine gir(e)meyecek kadar büyük,hacimli ve gelişimi
sonsuzdur. Çünkü bilgide sınır yoktur… Bilgi süreklidir,değişkendir ve
sonsuzdur! Bilimde/Bilgide statikliğe, durağanlığa, doğmaya yer yoktur. O tüm
bunların düşmanıdır.
Din, Hıristiyan’lara
“eğer yanağına bir tokat atılırsa diğer yanağını çevir”mesi tavsiye edilir,
İslamcılara ‘İslam’ kelimesinin anlamı olan “itaat” etmesi öğütlenir. Eski
Ahit’in peygamberleri “her şeyin bir hiç” olduğunu temin eder. Bu iktidarsızlık
anlayışından, biz “hiçbir şeyken” kendisi “her şey” olan bir “Yüce Varlık”
ihtiyacı çıkar. İnsan fanidir; Tanrı ölümsüz. İnsan zayıftır; Tanrı güçlü!
İnsan evrenin sırları karşısında ‘cahil’dir ve onları hiçbir zaman kavrayamaz,
‘evrenin sırları çözülemez’, onu ancak tanrı bilir. Çünkü Tanrı her şeyi bilir!
vs. İşte din, işte dört “büyük” kitap[[8]] ve öğretilerinin özü!..
İnsanlığın ihtiyaç
duyması gereken şey, kafasında kurmuş olduğu olmayan doğa üstü “güçlere”
“kölece tapınma” “kaderci” inanış ve körü körüne “boyun eğmek” “minnet ve
şükretmek”le körlenen bir bilinç’e değil, gerçek bir bilinç’e, yani; evrene ve
onun içindeki yerimize bilimsel bir bakış açısı ile bakma, baktığı şeyi görme,
gördüğü şeyleri sorgulama, sorguladığı şeylerden sonuçlar çıkarma yetisine
sahip olmasıdır. Doğru ve insanlığa yararlı ola(cak)n bilinç budur. Din ise yanlış bir bilinç olduğu gibi, insanlığın
tarih tekerinin dönmesini engelleyen bir bilinçtir. Ve bugün dünyada olan hiç
bir şeyi açıklayamaz!..
7-DİN’e Son Söz Yerine:
Proletaryanın bilimi
(MLM), dinle bağdaşmaz olsa da, bilinmeli ki, bu bilim, insanlığın gelişimi ve
özgürce yaşaması önünde getirilen her türlü baskı ve yasakçı zihniyetleri ret
ettiği gibi, dini bastıran veya yasaklayan her düşünceye de karşı çıkar(ız).
Bireyin/topluluğun inançsal özgürlüklerini savunur(uz). Proletaryanın bilimi,
dine karşı mücadelesinde –yani akılcı düşüncenin akıl dışılığa karşı
mücadelesinde– gücünü bilimden alır.
Proletarya biliminin
görevi ve mücadelesi, insanlığı saran sis perdelerini kat be kat ortadan
kaldırarak, sislerin arkasında insanlıktan çıkmış halde bulunan insanı insan
olarak inşa etme mücadelesidir. Marks, bunu ortaya çıkarmak için, toplumdaki “var
olan her şeyin acımasızca eleştirisi”ni yapar. Marks, eleştiriyi dinin
eleştirisinden hareketlendirerek ekonomi politiğin, sivil toplumun, siyasetin,
devletin eleştirisine doğru her cephede mücadeleye dönüştürür. Din, egemen
sınıfların yığınlara enjekte ettiği zihinsel bir uyuşturucudur! O halde
külliyen reddedilmelidir. Marks, toplumu bir muammaya çeviren mistik
ilişkilerin, fetiş biçimlerin tamamına ve onları mazur gösteren bütün teorik
sistemleri taarruz eder. Marks'a göre yığınların zihninin gizemden arınması,
eğitim-öğretim faaliyetiyle sınırlı kalmayarak, günlük yaşamdaki mistik
toplumsal işleyişleri fiilen ortadan kaldırmaya yönelen devrimci,
pratik-eleştirel faaliyete bağlıdır. İnsana yabancı, insana aykırı, sapkın
ilişkileri ortadan kaldırmak için, böylece sahici insan ilişkilerini yaratmak
için, bütün mistik toplumsal ilişkilerin, fetiş biçimlerin ve bunların zihinsel
yansımalarının devrimci, pratik-eleştirel faaliyetle dönüştürülmesi gerekmektedir. Ve, İnanca saygı, düşünceye özgürlüğü savunmayan her türden yaklaşıma karşı çıkılmalıdır!
Konuya dair
düşüncelerimizi sonlarken, Kapital cilt bir’de “Metaların Fetişizmi ve Bunun
Sırrı” başlığı altında yapmış olduğu çözümlemeyle tekrardan sözü dünya
proletaryasının baş ustalarından Marks’a bırakalım:
”Günlük yaşamdaki pratik ilişkiler insanın insanla ve insanın doğayla ilişkilerini mükemmelen anlaşılır ve makul bir ilişki olarak sunduğu zaman, işte ancak o zaman, gerçek dünyanın dinsel yansıması tamamen kaybolup gidecektir. Özgürce birleşmiş insanlar saptanmış bir plâna uygun olarak ve bilinçli bir biçimde üretimi düzenlenmedikçe, maddi üretim sürecine dayanan toplumun yaşam süreci kendisini saran mistik tülü (mülkiyet, meta, değer, para, sermaye gibi mistik toplumsal olguları ve onların mistik bilincini - YZ) sıyırıp atamaz.” (K.Marks, "Metaların Fetişizmi ve Bunun Sırrı", Kapital, 1867, (İng.), c. 1, s. 84.)