H.GÜRER
5 Mai 2009
’’Eğer insanlığın çoğunluğu için
etkili
olabileceğimiz yeri seçmişsek,
hiçbir yük bizi kamburlaştıramaz,
Çünkü artık
o herkes adına ödenen bir bedeldir;
artık
tadına vardığımız şey yoksul, kısıtlı,
bencilce
bir sevinç değildir, mutluluğumuz milyonlara aittir,
eylemlerimiz
sessiz sedasız ama sonsuza dek
etkisini
sürecek ve küllerimizi soylu insanların
Evet, Dünya
proletaryasının bilge ustası, proletarya biliminin dehası, insanlık tarihinin gelişme yasasını keşfeden ve toplumsal
gelişmenin maddi nedenlerini açıklayan Karl Marks, yanıldı! Komünizm
hayaleti 161 yıldır yalnızca Avrupa’yı değil, tüm dünyayı kol geziyor!..
Marx ve
Friedrich Engels tarafından Komünistler Birliği’nin programı olarak
kaleme alınan ve ilk baskısı Şubat 1848’de yapılan Komünist Partisi
Manifestosu şu cümlelerle; ’’Avrupa’da bir hayalet kol geziyor-Komünizm hayaleti.
Eski Avrupa’nın bütün güçleri bu hayalete karşı kutsal bir sürek avında
birleştiler: Papa ile Çar, Metternich ile Guizot, Fransız radikalleri ile Alman
polisleri.’’[2] Başlayan, ve ’’Bütün
ülkelerin proleterleri, birleşin!’’ diye biten kitabı, Komünist Manifestoyu
bu sözlerle hafızalara kazıdılar.
Bugün enternasyonal
proletaryanın bilge ustası ve yol göstericisi Marks, doğumunun 191., ölümünün
126., Kapital’i yayınlamasının 142., Komünist Manifestoyu Engels ile birlikte kaleme
alıp yazmasının ise 161. yıl dönümünde! Aradan geçen koca asırlara karşın
burjuvazi Marks’ı toprağa gömer-gömer durur. Öyle ki, 126 yıl önce Marks’ı,
kitlelere kolayca unutturmak, onun mezarının ziyaretlerini engellemek için,
İngiltere burjuvazisinin ve ‘kutsal’ kiliselerinin lanetlediği Londra’da
bulunan “lanetlenmişlerin mezarlığı” “aşağılık insan türleri” şeklinde ifade
edilen ve onlara ayrılan Highgate mezarlığına gömülür. Terk edilmiş bir yer
haline gelmiş bu mezarlıkta adli suçlular, tecavüz, hırsızlık, cinayet gibi
suçlar işlemiş kimselerin mezarları bulunduğu ifade edilmektedir. Bol yağış
gören bitkilerin, mezarlığı deyim yerindeyse yutmuşçasına kaplamaları mezarlığı
korkunç kılmış, bu terk edilmişlik, yabanilik mezarlığa gerçekten gotik,
karanlık ve ürkütücü bir hava vermiştir. Marksın buraya gömülmesinde ki kasıt
da, bu ürkütücü mezarlığın yanından dahi geçmek istemeyen kimselerin bu
vesileyle mezarı ziyarete de gelmemesi ve bu şekilde Karl Marks’ın insanlık
tarafından unutulmasıdır.
Burjuvazinin bu hesapları tuttu mu dersiniz?
Kuşkusuz ki hayır! Highgate mezarlığının tüm gotik, ürkütücü, karanlık ve
korkunçluğuna karşın Karl Marks unutulmamış, milyonlar tarafından ziyaretlere
uğramıştır. Deniz dalgalarının bu adayı her dövmesi, beraberinde Marks’ı
ziyaret eden yığınları da adaya dalganın kanatlar üzerinde taşımıştır. Highgate
mezarlığının o denli gotik, ürkütücü, karanlık ve korkunçluğuna karşın,
insanlar bu karanlık mezarlığın içinde Karl Marks’
mozolesini bularak karanfillerini bırakmayı, antlarını içmeyi, sözlerini
vermeyi ihmal etmiyorlar. Bunu gören burjuvazi mezarlığın girişini ve
mezarlıkta resim çekmeyi de ücretli hale getirir. Keza İngiliz burjuvazisi
bununla yetinmez, “Marks’ın Prodhon, Lasselle, Bakunin gibi dost-karşıtlarına
karşı zehir zemberek öldürücü polemiklerini yazdığı Londra’nın Clerkenwell
semtinde ki kütüphanede, şimdi Engels ve Lenin’in portreleri asılı, ortasında
Karl Marks… Kütüphanenin yöneticisi Tish Collins, “Yıllardır ıssızdı burası,
artık bitti sandık. Ama insanlar talep etmeye başladılar ve biz, hiç
planlamadığımız halde atölyelerden ısmarlamak zorunda kaldık” diyor. Atölyelerden
ne ısmarlamışlar dersiniz? Aynen; kalem üstünde Marks resmi, fincan üstünde
Marks resmi, mektup açacağı üstünde Marks resmi ve alçıdan Marks büstleri. “Küçük
büst 15 pfund’a, 20 santim olan büyüğünü ise 40 rfund’a satıyoruz, iyi para
kazanıyoruz” diyor Tish Collins. Bunda şaşılacak bir şey yok, Marks’a “iyi” bir
mezar yerini dahi çok gören İngiliz burjuvazisi, yıllardır mezar
ziyaretçilerine giriş bileti kesiyor, resim çekmek isteyenlerden de ekstradan
para alıyor.”[3] Burjuvazinin
satmış olduğu Marks büstleri kapitalizmin mali ve ekonomik krizine derman olur
mu dersiniz?
Marksın öğretileri ve
yol göstericiliğiyle, dünyanın üçte ikisi onun kitaplarını okuyup, flamalarını
taşıdı. Dağ başlarında, sokak ortalarında, zindanlarda farklı siperlerden
siperlere yerlerini aldılar kapitalizme karşı. Coşkulu yengiler ve ağır
yenilgiler alındı. Sosyal ve ulusal alt üst oluşlar sağlandı, tarihin tekerleği
insanlığın gelişiminden yana döndürülerek ilerletildi. Devrimlerden geri
dönüşler yaşandı, yenilgiler alındı. Her fırsatı değerlendirmeye çalışan
burjuvazi, her yenilgide Karl Marks’ı ve öğretisini onunla birlikte bir kez
daha mezara gömmeye çalışıyordu. Kitapları yasaklatıldı, büstleri kırıldı,
mezarına el bombalarıyla suikastlar düzenlendi. Resimleri imha edildi, ismi
lanetlendi… Burjuvazinin has kalemşorlarından ve ‘düşünür’lerinden olan Johan
Gottlieb Fichte gibi şahsiyetlerin kilerde unutulan tozlu büstleri cilalanıp parlatılarak,
sosyal akademilerde Marks’tan boşalan yeri doldurmak için tekrardan piyasaya
sürüldü. Ve Marks’ın bir tek Humboldt üniversitesinin girişine yazılı sözü
kaldı, ”Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır;
oysa sorun onu değiştirmektir.” diye. Tüm bunlara karşın, bir türlü
dünyanın dört bir kıtasında o ve düşünceleri unutturulamadı. Çok geçmeden
dünyanın her yerinde olduğu gibi, Humboldt üniversitesinde Karl Marks yeniden
hortladı. Humboldt üniversitesinde
kuzu-kuzu kendisini dinleyen öğrencilerine Marks’ın teorilerinin yanlışlığından
bahseden Proj.Starbatty, şimdi ise yalnızca yakındığının haberini alıyoruz;
“öğrencilerime söz geçiremiyorum” diye. Çünkü bu bayın deyimiyle, “karşımda
artık ‘chiliastler’ oturuyor; yani tanrının yeryüzünde ki cennetine inanan
öğrenciler, yani Karl Marks’ın öğretilerini yeniden keşfeden öğrenciler…
Engels
tarafından 1877 Haziranı ortalarında, 1878'de Brunswick'te çıkan Volks-Kalender
yıllığında yayımlanan yazıda Marks ve Komünist Parti Manifestosu’nun
serüveni şu şekilde özetleniyor: ’’Brüksel'de bir Alman İşçi Derneği kurma
fırsatını buldu ve böylece pratik ajitasyon yapmaya da başladı. Siyasal dostları ile birlikte, 1847'de,
uzun yıllardan beri varlığını sürdüren gizli bir dernek olan Komünistler
Birliği'ne (Liga) girdiği andan sonra, bu pratik ajitasyon onun için
daha da önemli bir duruma. geldi. Marx girdikten sonra, bu kuruluş dipten
doruğa değişti. O güne değin azçok gizli bir kuruluş olan dernek, yalnızca
ancak başka türlü yapamayacağı zaman gizli bir kuruluş olarak kalan olağan bir
komünist propaganda örgütü durumuna geldi; Alman Sosyal-Demokrat Partisinin ilk
örgütü oldu bu dernek. Birlik (Liga) , Alman işçi derneklerinin bulunduğu her
yerde var oldu; İngiltere, Belçika, Fransa ve İsviçre'deki hemen bütün işçi
derneklerinde olduğu gibi, Almanya'daki birçok işçi derneğinde de, yöneticiler
Birlik üyeleri idiler, ve bu birliğin doğmakta olan Alman işçi hareketine
katkısı o zaman çok büyük oldu. Ama Birliğimiz, aynı zamanda tüm işçi hareketinin
uluslararası niteliğini belirtmekte ve bu niteliği pratik içinde tanıtlamakta
da birinci oldu; çünkü üyeleri arasında İngilizler, Belçikalılar, Macarlar,
Polonyalılar, vb. bulunuyordu ve, özellikle Londra'da, uluslararası işçi
toplantıları düzenledi.
Birliğin dönüşümü 1847'de toplanan, ve
ikincisi parti ilkelerini Marx ve Engels'in yazmakla görevlendirildikleri bir
bildirgede derleyip yayınlamayı kararlaştıran iki kongrede gerçekleşti. İlk kez
olarak 1848'de, Şubat devriminden az önce yayınlanan ve o zamandan beri hemen
tüm Avrupa dillerine çevrilmiş bulunan Komünist Parti Manifestosu
işte böyle doğdu.’’[4] diyerek noktalıyor satırlarını Engels.
Proletaryanın ölümsüz önderi Karl Marks,
İşçi ve emekçilere, devrimci ve komünistlere emperyalist kapitalizmin mezarını
kazmada yol gösteren ve ışık olmaya devam eden Kapital adlı eserini yazarken 49 yaşında, fakat ciddi sağlık sorunları olan ihtiyar
birisiydi. İhtiyar Marks, kapitali yazarken gerek yaşın ilerlemesinden ve
gerekse bir ömür boyu yaşadığı sıkıntılardan kaynaklı adeta baş belası olan
sağlık sorunları onu hayli zorluyordu. Baş ve ciğer ağrılarından tutalımda
romatizma sancılarının dayanılmaz ağrıları altında kapital’i yazarken ’’Söz
veriyorum ki, bütün bu ağrıların bedelini burjuvazi çok çekecek!’’ diye not
düşüyordu. Söz verdiği gibi de oldu, yazmış olduğu 3 ciltlik hacimli eser
Engels’in değimiyle; “Das Kapital’e Kara Avrupası’nda çoğu zaman “işçi
sınıfının İncil”i denir.”[5] milyonlar tarafından
benimsendi. Ve burjuvazi Karl Marks’ın lanetinden kurtulamadı.
Kendi yaşadığı yüzyılın
büyük dehalarından, bilimsel komünizmin ve, uluslararası modern devrimci
proletaryanın sınıf savaşımı teori ve pratiğinin kurucusu ve kuramcısı Marks,
bilimsel çalışmalarıyla dünya Proletaryasının Rotası/yörüngesi konumunda olan ciddi
eserler bırakmıştır geriye. Bu eserlerin toplamından süzülüp billurlaşmış ve
kristalize olmuş Marksist bilim, yalnızca sınıf savaşımının taktik ve
teorilerinden, pratik önermelerinden ibret bir doğma değil, yarını fethetme
cüretine sahip, özgür ve sömürüsüz bir dünyanın yaratılmasında gönüllü ve
kararlı herkes için bir eylem, bir isyan, bir başkaldırı kılavuzu
niteliğindedir. Çünkü bu bilim, felsefe, tarih, sosyoloji, siyaset, iktisat
gibi, çeşitli alanalrda belirli bir görüş ve metodu temsil eden, bilimsel bir
akım, iddialı bir düşünce tarzı olduğu kadar, aynı zamanda bir ihtilal
stratejisi ve taktiğidir de. Bundan da ötede, okumasını bilene, okuduklarını
bulunduğu toplumsal nesnel koşullarla buluşturmasını ve uyarlama kabiliyetini
gösterenlere ve insanlığa, geleceğin adeta falını söyleyen, bir kehanet
sanatıdır.
Engels`in Marks`ın
mezarı başında yaptığı konuşmanın son sözcükleri saplandı aklıma; ”Adı
yüzyıllar boyunca yaşayacak, yapıtı da!” Engels’in bu anlamlı son sözlerinin ardından
geçen koca 126 yıla karşın Karl Marks ve bilimi hala yaşıyor ve hiç şüphesiz ki
sömürüsüz ve sınıfsız bir dünya kuruluncaya dekte yaşamaya devam edecek!.. Engels’in
son olarak Marks’a veda ettiği bu anlamlı konuşmasına yer vermeden geçmek
olmaz! Ölümsüzleşmesinin 126.yıl dönümünde ve 191.yaş gününde küçük bir anekdot
şeklinde de olsa Engels’in Marks’ın arkasından Highgate Mezarlığı’nda söylediği son sözlerini
yalnızca bu sayfaya değil, aklımıza, bilincimize ve yüreğimize not düşelim:
14 Mart
günü, öğleden sonra üçe çeyrek kala, yaşayan düşünürlerin en büyüğü artık
düşünmez oldu. Ancak iki dakika yalnız bıraktıktan sonra, odaya girince, onu
koltuğunda rahat-rahat, ama sonsuzluğa dek, uyumuş bulduk.
Avrupa ve Amerika militan proletaryasının bu adamda yitirmiş bulunduğu şey, tarihsel bilimin bu adamda yitirmiş bulunduğu şey, ölçülemez. Bu devin ölümü ile bırakılan boşluk, kendini duyumsatmakta gecikmeyecek.
Nasıl ki Darwin organik doğanın gelişme yasasını bulduysa, Marx da insan tarihinin gelişme yasasını, yani insanların, siyaset, bilim, sanat, din, vb. ile uğraşabilmelerinden önce, ilkin yemeleri, içmeleri, barınmaları ve giyinmeleri gerektiği; bunun sonucu, maddi ilksel yaşama araçlarının üretimi ve, böylece, bir halk ya da bir dönemin her iktisadi gelişme derecesinin, devlet kurumlarının, hukuksal görüşlerin, sanatın ve hatta sözkonusu insanların dinsel fikirlerinin üzerinde gelişmiş bulundukları temeli oluşturdukları ve, buna göre, bütün bunların şimdiye değin yapıldığı gibi değil, ama tersine, bu temele dayanarak açıklamak gerektiği yolundaki, daha önce ideolojik bir saçmalıklar yığını altında üstü örtülmüş bulunan o temel olguyu buldu.
Ama hepsi bu değil. Marx günümüz kapitalist üretim tarzı ile onun sonucu olan burjuva toplumun özel hareket yasasını da buldu. Artı-değerin bulunması, sonunda, bu konuyu aydınlattı; oysa, burjuva iktisatçıların olduğu kadar sosyalist eleştiricilerin de daha önceki bütün araştırmaları, karanlıklar içinde yitip gitmişlerdi.
Bu türlü iki bulgu koca bir yaşam için yeterdi. Kendisine böyle bir tek buluş yapma nasip olana ne mutlu! Ama Marx araştırmada bulunduğu her alanda (bu alanların sayısı çoktur ve bir teki bile yüzeysel irdelemelerin konusu olmamıştır), hatta matematik alanında bile, özgün buluşlar yaptı.
Bilim adamı olarak, buydu. Ama onun etkinliğinde asıl önemli olan, hiç de bu değildi. Marx için bilim, tarihi etkinliğe geçiren bir güç, devrimci bir güçtü. Pratik uygulamasının düşünülmesi belki de olanaksız olan herhangi bir teorik bilimdeki bir bulgudan duyabileceği sevinç ne denli katıksız olursa olsun, sanayi için, ya da genel olarak tarihsel gelişme için doğrudan doğruya devrimci bir önem taşıyan bir bulgu sözkonusu olduğu zaman duyduğu sevinç bambaşkaydı. Böylece Marx, elektrik alanındaki bulguların gelişmesini ve, daha şu son günlerde, Marcel Deprez'in çalışmalarını çok dikkatli bir biçimde izliyordu.
Çünkü Marx, her şeyden önce bir devrimciydi. Kapitalist toplum ile onun yaratmış bulunduğu devlet kurumlarının yıkılmasına şu ya da bu biçimde katkıda bulunmak, kendi öz durumunun ve gereksinmelerinin bilincini, kendi kurtuluş koşullarının bilincini kendisine ilk onun vermiş bulunduğu modern proletaryanın kurtuluşuna yardımda bulunmak, onun gerçek yönelimi işte buydu. Savaşım onun en sevdiği alandı. Ender görülür bir tutku, bir direngenlik ve bir başarı ile savaştı o. 1842'de birinci Rheinische Zeitung'a, 1844'te Paris'teki Worwärts'a, 1847'de Brüksel'deki Deutsche-Brüsseler-Zeitung'a, 1848-1849'da Neue Rheinische Zeitung'a 1852'den 1861'e değin New York Tribune'e katkı, ayrıca, bir sürü kavga broşürünün yayınlanması, tüm yapıtının doruğu olan büyük Uluslararası Emekçiler Derneğinin kuruluşuna değin Paris, Brüksel ve Londra'da çalışma, işte, eğer başka hiçbir şey yapmasaydı bile, yapıcısının gurur duyabileceği sonuçlar.
Marx, işte bu yüzden zamanının en sevilmeyen ve en çok kara çalınan adamı oldu. Mutlakiyetçi olduğu kadar cumhuriyetçi hükümetler de kovdular onu; tutucu burjuvalar ile aşırı demokratlar onu kara çalma ve kargışlara boğmakta birbirleri ile yarışıyorlardı. O bütün bunları, hiç aldırmaksızın, örümcek ağları gibi yolunun dışına atıyor ve ancak çok zorunlu durumlarda yanıtlıyordu. Sibirya madenlerinden Kaliforniya'ya değin, Avrupa ve Amerika'nın her yanına dağılmış, tüm dünyanın milyonlarca devrimci militanı tarafından ululanmış, sevilmiş ve aklanmış olarak öldü o. Ve ben çekinmeden söyleyebilirim ki, onun birçok karşı-düşüncede olan hasmı olabilirdi, ama kişisel düşmanı pek o kadar yoktu.
Adı yüzyıllar boyunca yaşayacak, yapıtı da!
Friedrich Engels
Karl Marx'ın
Mezarı Başında Yapılan Konuşma
Highgate Mezarlığı, Londra
17 Mart 1883’’[6]
Karl Marx'ın
Mezarı Başında Yapılan Konuşma
Highgate Mezarlığı, Londra
17 Mart 1883’’[6]
İngilizce
olarak yapılan bu konuşma, beş gün sonra Almanca olarak, 22 mart 1883 günlü
social-demokrat'ın 13. sayısında yayınlanmıştır. Marks’ın cenaze törenin Engels
ve Liebknecht dışında Charles Longuet ve Paul Lafargue de katılmış, Liebknecht
Almanca, Longuet Fransızca birer konuşma yapmış, Fransa ve İspanya’daki işçi
partilerinden gelen iki telgrafın okunması ve Engels’in yukarıda aktardığımız
İngilizce konuşmasıyla da toplam 11 kişi bulunan cenaze töreni tamamlanmıştır. Highgate
Mezarlığı, Londra Mezartaşı Büyük Britanya Komünist Partisi tarafından, özgün
haline de saygı gösterilerek alçak gönüllü bir mimariyle, 1954 yılında bir anıt
haline getirilmiştir. 1970′de el yapımı bir bombayla bu anıtı yok etmek
amacıyla yapılan bir girişim başarısız olmuştur. Öyle ki, Marks, mezarına
tahammül edilemeyecek düzeyde acı çektirmektedir burjuvaziye!
Rosa Luxemburg’un ifadeleriyle; “Tek bir halk olacak yalnızca: her ırk ve
dilden emekçiler. Tek bir yasa olacak: tüm insanların eşitliği. Tek bir amaç olacak
yalnız: herkes için zenginlik ve ilerleme!”[7] Marks, insanlığın toplumsal yaşamı ve doğayı tanımadaki
bütün kazanımlarını,geçmiş tarihin doğru ve ileri olan her şeyi özümlemiştir.
191.doğum günü olan Marks bugünde fikirleriyle yaşıyor ve savaşıyor!
[2] Karl
Marx ve Friedrich Engels, Komünist Partisi Manifestosu ve Komünizmin Temel
İlkeleri / İnter yayınları. Sf: 37.
[4] Engels tarafından 1877 Haziranı ortalarında yazılmıştır. 1878'de Brunswick'te çıkan Volks-Kalender
yıllığında yayımlanmıştır.
[6]
Friedrich Engels. Highgate Mezarlığı, Londra 17 Mart 1883. İngilizce yapılan konuşma.
Marks-Engels: Seçme Yapıtlar, Cilt: 3, Sol Yayınları, 1979