H.GÜRER
6 Ağustos 2009
’’Öyle alçak
bir kapıdır ki açlık, geçilmesi zaruri oldu mu,
insan artık ne
kadar büyükse,
(Victor Hugo)
“Açlık; Gözlerde fersiz
bir ışık karanlığı, / Sarı benizlerde dolaşan izler / Mecalsiz kalan dizler
gibi / Dolaştı tüm dünyayı... Açlık; Yalnızlığın ve kimsesizliğin / Zulme
mahkûm yollarında / Acı bir feryadın tükenen sesiydi… Açlık; Kâh karşımıza kara
Afrika olup çıktı,/ Kâh Afganistan’da savaş mağduru / Hindistan’da hint
fakiri,/ Çöller durduramadı bu hızlı yürüyüşü / Kıtalar atladı,/ Umuda
yolculuktu bu;/ Pastadan değil,kuru bir ekmekten / Payını istiyor,/ Ve
insanlığın üzerine yürüyor. (…)
Açlık; İnsanlığın alnına sürülmüş bir leke gibi / Nesilden-nesile geçecek bir mirâs gibi / Yok oluşun bir habercisi gibi,/ Boğazlarımıza sarılan bir ejder / Olup çıktı,duruyor,/ Ve son darbeyi vurmak için insanlığa / Dünyanın duvarlarını dövüyor. (…)”[2] “Sevgi Merdivenleri” adlı şiir kitabında bu şekilde uzunca bir şiirle dünyada ki açlık sorununa dikkat çekmeye çalışıyor şair Ahmet TIĞLI.
Açlık; İnsanlığın alnına sürülmüş bir leke gibi / Nesilden-nesile geçecek bir mirâs gibi / Yok oluşun bir habercisi gibi,/ Boğazlarımıza sarılan bir ejder / Olup çıktı,duruyor,/ Ve son darbeyi vurmak için insanlığa / Dünyanın duvarlarını dövüyor. (…)”[2] “Sevgi Merdivenleri” adlı şiir kitabında bu şekilde uzunca bir şiirle dünyada ki açlık sorununa dikkat çekmeye çalışıyor şair Ahmet TIĞLI.
Ahmet Tığlı’nın ve daha
bir çok kişi, kurum ve örgütlerin işaret ettiği dünyada ki açlık sorunu,
insanlığın üzerine yürüyen ve hatta yanında yürüyen kara bir gölge adeta. Öyle
ki, dünya nüfusunun yaklaşık üçte ikisi açlık çekmekte ve bu oran giderek
artmaktadır. Dolayısıyla da beslenme, sağlık, yoksulluk gibi sorunları ele
alırken varolan sistemle ilintilendirilmez ise sorun manipüle edilmiş olur. Bu,
sistemin sözcülerinin yaptığı gibi sorunu yalnızca “iklim değişiklikleri”yle,
“kuraklık”la ve “yetersiz üretim”le açıklamaya çalışmaktan başka bir şey olmaz.
Ki, aynı zamanda sorunun özünden arındırılması olacaktır. Nüfus değişiminde önemli bir unsur olan ölümlerin
nedenlerinden biri şüphesiz ki beslenme sorunudur, dolayısıyla da bu sorunu çok
yönlü bir şekilde sorgulamak gerekmektedir.
“Uluslararası Çalışma
Örgütü'nün yıllık istihdam raporunda, dünyada yoksul işçi sayısı son yıllarda
azalmakla birlikte, bugün 1,4 milyar işçinin günde 2 dolardan daha az kazandığı
(…)”[3]
bilgisini vermekteler. Bu durum işçiler özgünlüğünde böyleyken, genel olarak
hesaplandığında ise, dünya nüfusunun yaklaşık yarısından fazlasının dengesiz ve
yetersiz beslendiği ortaya çıkmakta. Yine uzmanlar “Besin maddeleri arzının
miktarına ve niteliğine bağlı olarak iki tür açlık” şeklinin olduğunu ifade
etmektedirler. Bunu da “Aç kalma”, veya “yetersiz beslenme”, yada “yeterli
miktarda yiyecek bulunmadığın da meydana gelmekte.” Olduğunu söylemektedirler.
Konuya yoksulluğun, Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK'e göre iki farklı tanımını
aktararak girelim: “İnsanların temel ihtiyaçlarını karşılayamama durumudur.
Yoksulluğu dar ve geniş anlamda olmak üzere iki türlü tanımlamak mümkündür. Dar
anlamda yoksulluk, açlıktan ölme ve barınacak yeri olmama durumu iken, geniş
anlamda yoksulluk, gıda, giyim ve barınma gibi olanakları yaşamlarını devam
ettirmeye yettiği halde toplumun genel düzeyinin gerisinde kalmayı ifade eder.”[4]
Şüphesiz TÜİK’in yoksulluğa ilişkin yaptığı bu iki tanımlamayla sınırlı
tutulamaz yoksulluk olgusu! Yoksulluk, bir çok farklı sözlükte farklı
karşılıklar içeriyor. Benzer, ancak farklı ifade şekilleri de söz konusudur yoksulluğun.
“16 Ekim Dünya Gıda Günü”!!!
“Açlıkla mücadele”! amacıyla 1945'te kurulan Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım
Örgütü'nün (FAO) kuruluş yıldönümü aynı zamana denk geliyor. 1981 yılından bu
yana da her yıl “kutlanmakta”!.. 1980 yılındaki FAO Genel Birleşiminde “Gıdanın
insanların yaşamaya en iyi şekilde devam etmesi için mutlak gerekli ve
vazgeçilmez gereksinim olduğu” yönünde alınan kararla, 16 Ekim gününün dünya
çapında kutlanması kararlaştırıl”mış. Özcesi, 16 Ekim Dünya Gıda Günü ve BM Gıda
ve Tarım Örgütü'nün (FAO) kuruluş serüveni böyle.
Dünyada açlığın
pençesinde ölümle cebelleşen “açlık ordusu”nu yalnızca “16 Ekim” tarihi
geldiğinde “Dünya Gıda Günü” vesilesiyle anımsamak, ve o yılın açlık ve ölüm bilançolarını açıklamak, tek başına
açlığı ortadan kaldırmıyor/kaldır(a)mayacaktır da!.. Onun için, dünyada ki
açlığın vahametine değinmek, eksik ve yetersiz de olsa bu açlığa, nedenlerine
ve sonuçlarına değinmek için “16 Ekim Dünya Gıda Günü”nü beklemeyi doğru görmemek,
ve, bu sorunun her gün gündeme getirilmesinin ise son derece yakıcı bir
acili-yet arz ettiğini bilmek zorundayız!..
Konu başlığımızda
oluşturmaya çalıştığımız denklemden de anlaşılacağı üzere, dünyada ki bütün
kötülüklerin ve faciaların anası konumundadır emperyalist kapitalist sistem. Bu
anlamıyla Kapitalizm, bir yandan inanılmaz bir zenginlik(!) diğer yanda ise
ölümcül bir yoksulluk üretiyor. Bu sistemsel bütünlük içinde, alabildiğine bir
varlık içinde yaşayan bir avuç azınlık söz konusuyken, sürdürülemez bir
yoksulluk ve açlık içinde yaşamlarını yitiren milyonlarca insanı görmek için,
ne teleskopa nede mikroskoba ihtiyacımız var. Çünkü bu gerçek ne çok uzağımızda
nede çok yakınımızda, bu gerçek kendi içimizde ve birebir kendimiz bu gerçekle
bir şekilde ilişkilenerek/ilişkilendirilerek yaşamaktayız! Ne yazık ki insanlık
böylesi bir sistemde yaşamakta.
Bu sistemin birincil
dereceden baston değnekliğini yapan ve Dünya Bankası’nın baş danışmanlarından
biri olan, Lawrence Summers'ın, Dünya Bankası uzmanlarına göndermiş olduğu bir
raporda bakın ne diyor?
“Şimdiye kadar hep az
nüfuslu Afrika ülkelerinin kirlilik açısından bakir olduğunu düşündüm. Aramızda
kalsın, ama artık Dünya Bankası'nın kirli sanayilerin az gelişmiş ülkelere
kurulmasını teşvik etmesi gerekmiyor mu? Bu önerim, ekonomik kaygılara
dayanıyor. Zehirli atıkların, çalışanlara az ücret ödenen ülkelere
gönderilmesinin günahı yoktur. Bunu göze almalıyız. Estetik ve sağlık
nedenleriyle daha temiz bir çevre isteme hakkı, gelirle doğru orantılıdır.
Kirli sanayiler insanların prostat kanserine yakalanıncaya kadar yaşadıkları
bir ülke için tehlike arz eder. Ancak, bu beş yaş altındaki ölüm oranlarının
binde yirmiye ulaştığı bir ülkede fazla bir değişiklik yaratmaz. Şimdiye kadar
ahlaki nedenler ve sosyal kaygılar yüzünden gündeme getirilemeyen bu
gerçeklerin artık Dünya Bankası'nın her önerisinde göz önünde tutulması
gerekir.”[5]
1991 yılında Lawrence
Summers'ın Dünya Bankası uzmanlarına göndermiş olduğu raporda işte bu satırlar
yer alıyordu! The Economist dergisinin deşifre ettiği bu rapor,
emperyalist-kapitalist sistemin kirli ve gerçek yüzünü, insanlara ve yaşam
haklarına karşı nasıl yaklaşıldığını ve en temel hak olan yaşama hakkının nasıl
çiğnendiğini gözler önüne koyarken, neden olduğu sonuçları da ortaya sermekte
ve kapitalistlerin dünya ve insanlık üzerinde ki azgın sömürü ve yağma
politikalarını da açıkça ifade etmektedir.
Bundandır ki, ’’Mısır,
Filipinler, Haiti gibi ülkeler 3 yılda ikiye katlanan gıda fiyatlarının
yarattığı krizin yarattığı ayaklanmalarla sarsılırken Dünya Bankası Başkanı
Robert Zoellick, bu durumun yoksul ülkelerde 100 milyon kişiyi daha da
yoksullaştıracağına dikkat çekerek, ’’Geçmişten bildiğimiz gibi bu gibi
sorunlar savaşlara neden olabiliyor. Dikkat etmeli’’uyarısı yaparak devam
ediyor; “(…) dibe vuracak gıda savaşları çıkabilecek.’’[6] denerek de ‘aç
insanların’ iç savaşlarla iktidarlarını yıkabilecekleri uyarısında bulunması
ise boşuna olmasa gerek!
Öyle ki, yaptıkları
politikaların ve bağdaş kurup insanlığın kanının içine ekmek doğrayarak
kaşıklayan kapitalistlerin daha fazla kar, daha fazla sömürü politikaları her 5
saniye içinde bir çocuğun açlıktan ölümüne neden oluyor! Bunu, bir dakikada 12
çocuğun ölüöü, yılda ise yaklaşık 6 milyon çocuğun “açlık” veya “kötü beslenme”
yüzünden yaşamını yitirdiğini istatistikler ifade ediyor! Yine, her gece 800
milyon insanın aç uyuduğu ve her gün 50 bin kişinin ise “önlenebilir
nedenlerle” açlık ve yoksulluktan öldüğü, dünya genelinde 1 milyarı aşkın
insanın aç durumda olduğu ve yine dünya üzerinde yoksulluk sınırında
yaşayanların sayısının ise neredeyse 3 milyar dolaylarında olduğunu ifade eden
istatistiği verilerdir. Şunun bilinmesinde fayda var, bu istatistiği veriler
bizim istatistiklerimiz değil! Birleşmiş Milletler (BM) ve ona bağlı Birleşmiş
Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)'nun, Uluslararası Çalışma Örgütü ve Dünya
Bankası gibi emperyalist-kapitalist sistemin kurumlarının istatistiği
bilgileridir. Dolayısıyla da tüm bu verilerin kaçta kaçına güvenmek gerekiyor ona
siz karar verin!.. Ayrıca bu istatistiği verilerin kaynaklarını yazımızda
dipnot olarak düştük, ki okur bu kaynaklardan yani birincil elden bu
istatistiği verilere ulaşabilsin…
Dünya halkları
cephesinde durum daha yüksek karlar için sömürülmek, savaşlarda katledilmek ve
açlıktan santim-santim ölüme gitmek iken, emperyalist-kapitalistler cephesinde
durum nedir? Onlar cephesinde de durum pek “parlak” olmasa gerek! Kendi
ürünleri olan bu tablodan görüleceği gibi, dünya genelinde “açlık ordusu”
büyüyor! Ve bu ordu emperyalist-kapitalistlerin surlarını döven ve döve-döve
aşındıran bir dalga, bir tusunamiye dönüşüyor adeta! “Suyun taşı delmesi
gücünden değil sürekliliğindendir!” gerçekliği gibi, Emperyalist-kapitalistlerin
kalelerini titreten açlık ordusunun tempolu vuruşları da kesintisiz, sürekli ve
sistemli bir şekilde sürmektedir. Bu vuruşlar, yer kürede derin sallantılara ve
fay hattını aşındıran şiddetli depremlere sebep olacaktır. Fay hattının derin oyuklarından
volkan dağları önlenemez bir şekilde nehir gibi dünyaya akacaktır. Taşan
volkanlarda ki lavların dünyada ki yanıcı maddeyi, yani açlık ordusunun kuruyan
bedenlerini birer ateş toplarına çevireceği zamanın da çok uzak olmadığını
gösteriyor!.. Uzak olmayan bu zaman dilimi, dünyanın ısısının dereceli ve
şiddetli bir şekilde artacağını da göstermektedir. Keza, bu ısının ne kaleleri,
nede surları tanımayacağı gerçekliğini, dünyanın “efendileri” olanlarca da
biliniyor. Ki, bu gerçeklik karşısında ki korkularındandır, silahlanmaya
ayrılan astronomik rakamlarda ki hacim!
“Uluslararası Barış
Enstitüsü (SIPRI), yayınladığı 2001 silahlanma raporunda yılda 722 milyar
doların silahlanmaya harcandığını ve silahlanma yarışının gittikçe hız
kazandığı”nı belirterek, “Dünyada insanlar açlık ve kıtlıktan dolayı can
verirken, silahlanma için milyarlarca dolar para harcanıyor. Hazırlanan
raporlara göre, silahlanma yarışının sadece geçen yılki bilançosu 772 milyar
dolar. (…)Silahlanmaya harcanan miktarın, dünyadaki gayri safi iç üretimin
yüzde 2.6'sını oluşturduğu”nu anlatılan rapora göre, “bu da kişi başına 137 dolar
harcandığı anlamına geliyor.”[7] Şeklinde
ifade edilen verilere, 2004 yılında BM’ye üye ülkelerin silahlanmaya
yatırdıkları rakam ise 3 trilyon dolar!
Bu uçuk rakamlar karşısında dünya gıda programına yaptıkları “bağışların”
miktarı ise sadece 219 milyon dolar şeklinde. Çeşitli kaynaklarca verilen bu
veriler, aşırı beslenmenin önüne geçmek için zayıflama rejimlerine harcanan
paranın ise açlıkla mücadelenin çok-çok üstünde olduğunu söylüyor. Yani neredeyse
silahlanmaya harcanan tutara yakın olduğunu göstermektedir. Emperyalist-kapitalistler
dünya’da olup bitenleri manupüle etmede ustalar. Dolayısıyla dünya genelinde açlık
çeken milyarlarca insanı, aşırı beslenen insanların “vicdan”larından uzak
tutmayı da son derece ustaca başarıyorlar, nasıl mı? Tabii ki yasama, yürütme
ve yargı gibi organlarının dışında, IV.Kuvvetleri konumunda olan Basın-Yayın, Medya
ile!..
“DW Türkçe” 27 Mayıs
2004 tarihli yayınlamış olduğu aşağıda ki şu verilerde insanlığın içinde
bulunduğu durumu ifade edecek türdendir. “Dünyanın en önemli sorunlarından biri
açlık ve dünya üzerinde yoksulluk sınırında yaşayanların sayısı neredeyse 3
milyara dayandı. Her geçen gün artan açlığa karşı, Dünya Bankası’nın Şangay’da
başlayan konferansında çözüm yolları aranıyor... Dünya Bankası verilerine göre,
yoksulluk sınırında yaşayanların sayısı 2 milyar 800 milyon kişi ve bu miktar
neredeyse dünya nüfusunun yarısı. Bu kategoriye girenlerin günlük harcamaları
iki doları bile bulmuyor. Dünya’da, 1 milyar 200 milyon insan ise günde 1
dolarla yaşamak zorunda.”[8]
***
“Hakkın Haksızlığa Dönüştüğü
Yerde
(Rosa Luxemburg)
Globalleşen kapitalizm
ve onun dünya halklarına çıkardığı global faturalarından biri de hiç şüphesiz
ki açlık, sömürü, savaş ve sürdürülemez düzeyde bir yoksulluktur. Hatırlanacağı üzere 2008, 40 ülkede birden başlayan
’’gıda krizi’’ ve ’’açlığa karşı’’ ayaklanmalara tanıklık etti. Açlık ve
sefalet içinde yaşamak zorunda bırakılan insanlar ayaklanmalarla bu köhnemiş
sistemi ve insanlığa reva gördüğü açlık, yoksulluk, savaş ve sömürüye baş
kaldırdılar… Bunun üzerine Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü'nün (FAO)
Haziran 2008 tarihinde Roma’da yüz’ü aşkın ülkenin temsil edildiği devlet
başkanları ve bakanlar düzeyinde bir zirve toplantısı ile 40 ülkede ayaklanmaya
yol açan gıda krizine sözde “çözüm” aramışlardı. Esasen “çözüm” dünyada 1
milyar’ı aşan sayıda insanın açlığına filan değildi, “çözüm” açlıktan kaynaklı
40 ülkede birden ayaklanan “açlık ordusu”nun bu ayaklanmasına karşı alınabilecek
önlemler, ayaklanmaların nabzını düşürüp bastırabilecek metotlardı!..
Bu savımızı doğrulayan
açıklamayı bu zirvenin hemen ardından BM Gıda Hakkı Raportörü Jean Ziegler’in
şu açıklaması yeterince doğrular nitelikte sanırız; “Dünyanın zenginliğinin tek
elde toplanmasından” küreselleşmeyi sorumlu tutan ve çokuluslu şirketleri bir
tür “yapısal şiddetle” suçlayan Ziegler, “Eşitsiz ve dehşet verici bir dünya
yaratan ve giderek vahşileşen bir borsa simsarları, spekülatörler ve mali
haydutlar çetesiyle karşı karşıyayız. Buna bir son vermeliyiz” demiş ve
eklemiş; “Böyle giderse, tıpkı Fransız Devrimi’nde olduğu gibi, günün birinde
aç insanların zalimlere karşı ayaklanacağını düşünüyorum!”[10] diyor ve ekliyor; “Küresel
gıda fiyatları artışının Sessiz bir katliama yol açmakta olduğu”nu söyleyen
Jean Ziegler’e diyeceğimiz şu ki, Fransız Devrimi’nde olduğu gibi, insanların
zalimlere karşı ayaklanacağı o gün çok uzak değil! Ama bu ayaklanmayı Ziegler’in ifade ettiği ve
sıfatlandırdığı gibi “aç insanlar” değil, dünya nüfusunun yaklaşık yarısını
açlık sınırında bırakan, ve insanlığın alabildiğine kanını emen, insanlığı
savaşlara, kitle katliamlarına, ve açlığa mahkum eden bu köhnemiş sistemin
yıkılmasını ve insanın insanca yaşayabildiği bir sistemi isteyenler yapacaktır.
Aksi halde bizde sayın Ziegler’in ifade ettiği gibi “aç insanlar” baş kaldırır
ve ayaklanır dersek, bu gerçeği ifade etmez. Aksi halde Afrika kıtasının bir
bütününün baş kaldırıp ayaklanması gerekmektedir!..
Bu zirvenin bir başka
çarpıcı yönü ise, bu defa da Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban
Ki-Mun, “Açlık sorunuyla mücadelede hükümetlerin yeni politikalar üretmek
durumunda oldukları”nı belirterek, “dünyanın daha fazla gıda üretimine
ihtiyacı var. Talep artışı doğrultusunda, 2030'a dek gıda üretimini
yüzde 50 oranında artırmak gerekiyor, aksi takdirde 1 milyar kişi açlıktan
ölebilir!” diyerek ekliyor, “2015'te dünya nüfusunun 7,2 milyarı bulacağı”nı
belirten BM Genel Sekreteri, “kısa vadede hükümetleri gıda maddeleri
ihracatında sınırlamaları kaldırmaya ve ithalat vergilerini asgariye indirmeye”
çağırdığını söylüyor ve devam ediyor; “Soruna kökten bir çözüm bulabilmek için,
(dikkat edin “kökten bir çözüm”den bahsediyor.BN) yani şu anda 6 milyar olan ve
2050 yılına kadar 9 milyarı bulacak olan dünya nüfusunu besleyebilmek için
üretimin iki katına çıkması gerekiyor.” (!!!)
Kuşkusuz,
nüfusa orantılı olarak üretimin arttırılması fiziksel bir zorunluluktur. Fakat
bunun, tartışılan sorunun, açlık sorununun çözümüyle doğrudan ilgisi yoktur. Burada ki
açıklamalardan da görüleceği üzere, küresel çaptaki açlığın temel kaynağını BM
sekreteri “dünyanın daha fazla gıda üretimine ihtiyacı var”, “gıda
üretimini yüzde 50 oranında artırmak gerekiyor”, “Soruna kökten bir çözüm
bulabilmek için, yani şu anda 6 milyar olan ve 2050 yılına kadar 9 milyarı
bulacak olan dünya nüfusunu besleyebilmek için üretimin iki katına çıkması
gerekiyor.”, şeklinde ifadelendirerek, sanki açlığın kaynağı yeterince gıda
üretiminin sağlanamamasından kaynaklı olduğu yansıtılarak sorunun esas yönü
olan, gelir dağılımında ki ve tüketim oranında ki dengesiz ve eşit olmayan “dağılım”,
“paylaşım” ve “tüketim” gerçekliğini ve keza
en temel yaşam kaynakların uluslar arası tekellerin elinde tutulması
gerçekliğini silikleştirmeye çalışıyor.
Gıda üretim miktarını değil
iki katına, on katına da çıkartsalar Dünyada ki açlığın hacmi değişmeyecektir. Çünkü açlık, dünyada herkese yetecek kadar yiyecek
olmadığından değil, herkes ona sahip olamadığı için yaşanıyor. Bu durumu 2008
yılında çıkarılan gıda üretim rakamları verileri ile, dünya ki açlık düzeyinin istatistik verilerinde ki rakamları
karşılaştırdığımızda bunu daha açık bir şekilde görebiliyoruz. O halde, “Dünya
gıda üretimi rekor düzeyde artarken, açların sayısının azalmayıp onun da rekor
düzeyde artması, sistemin işleyişini de gösteriyor bize. Elbette burada bir
soru daha gelecek akla; peki, rekor düzeyde artan gıda ürünleri, açların
midesine gitmediğine göre nereye gidiyor? Elbette, dünyada 1 milyar insanı
açlığa mahkum eden emperyalist sistemin “tüketim” çarklarının ulusal gelir
düzeyi yüksek müşterilerine…” anlayışımızı somutladıktan sonra, yönümüzü bu
defa da Worldwatch Enstitüsü'nün raporuna çevirelim. Rapora göre: “2000 yılında
dünyanın en zengin insanları, en fakir insanlarından 25 kat daha fazla
tüketmektedirler.” Aradaki astronomik rakamı görebiliyor musunuz? Rapor,
devamında şu bilgilere yer veriyor: “Dünya nüfusunun % 12'sini barındıran Kuzey
Amerika ve Avrupalı emperyalist ülkeler, dünya genelinde yapılan toplam
harcamaların % 60’ını yaparlarken, dünya nüfusunun 1/3'ünü barındıran Güney
Asya ve Orta Afrika ülkeleri ise bu harcamaların sadece % 3,2'sine ortak
olabilmiştir.” Tabloda ki veriler bize sorunun hiçte “yeterince gıda üretiminin
sağlanmaması”nı filan söylemiyor. Aksine, gıda üretiminde ki artışın dünya
genelinde ki “açların” azalmasına yol açmıyor, kapitalist-emperyalist ülkelerde
ki tüketimi daha da arttırıyor!
Öyleyse burada son
derece bilinçli ve sincisice yapılmak istenen, açlığın artık kemiğe dayandığı
ve bu duruma karşıda başkaldıran milyonların bilincini bir şekilde manupile
etme durumu söz konusudur. Bu yaklaşım ve açıklama yukarıda da altını
çizdiğimiz gibi, yapılan zirvede dünya çapında ki açlığa bir “çözüm” üretmekten
çok, küresel çapta 40 ayrı ülkede başlayan ayaklanmalara karşı alınacak
önlemler, bastırma taktikleri ve altını çizdiğimiz açıklamalarla manupilasyon
paketlerini üretmekten başka bir öze sahip değildir!.. Keza, bundan sonra
yapılacak bu yönlü ve isimsel olarak da “açlık”, “gıda zirvesi” vb zirvelerinde
bir “çözüm” bulmak veya aramak derdiyle yapılmadığı/yapılmayacağı bilinmelidir.
Egemenler yaptıkları bu zirvelere “40 ülkede çıkan ayaklanmayı bastırma, manupile
etme, sindirme zirvesi” isimlerini koyacak değiller ya! Bu tür zirvelerle amaçladıkları, dünyada varolan açlık sorunundan kendi
sorumluluklarını gizleyebilmek, diğeri ise bu açlık sorununun kendi düzenleri
için bir tehdit oluştur-oluşturmadığını tespit edip,buna yönelik önlemler almak.
Yine, Yoksul ülkelerin
ve ekonomik geliri düşük olan ve dünya nüfusunun yaklaşık yarısından fazlasını
oluşturan bir kesimin temel gıda maddesi olarak tükettiği makarna, pirinç ve
bulgur’un ithalatının faturası ise, bu yıl yüzde 40 civarında artacağı
belirtilmektedir. Düşünün ki, fiyat olarak %40 artacak bir ürünü alım gücü
olmayan ve açlık sınırında sürdürülemez bir açlık içinde olan, sayısal olarak
da bir milyarı aşkın insanın hali ne olacak? Kapitalistlerin “Açlığı önleme” zirvelerinde
çıkardıkları “çözüm paketleri” bu olsa gerek, yani doğrudan açlıktan öldürmek!?..
Bir aktarımla devamla devam edelim; “Uluslararası Gıda ve Politika Gelişimi
Enstitüsü’nün raporuna göre açlıktan ölümlerin en önemli nedeni kronikleşen
yetersiz beslenme ve mutlak yoksulluk. Dünya Gıda Örgütü’nün raporuna göre ise
yaklaşık 6.5 milyar nüfusa sahip dünyada 1 milyar insan açlık çekiyor. Yaklaşık
852 milyon ise sürekli açlık ile karşı karşıya, bu rakam geçen yıl 842 milyon
idi. Yine aynı örgütün verilerine göre yaklaşık 5 milyar insan az gelişmiş
ülkelerde, gelişmiş ülkelere göre daha kötü koşullara mahkum yaşıyor.”[11]!!!
Şu trajikomik duruma bir
bakın ki, pişkince yapılan açıklamalardan birini de aynı zirve sonrası açıklama
yapan Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick şu şekilde ifade ediyor; “Artan
gıda fiyatları nedeniyle Afrika'da 30 milyon insan açlık tehlikesiyle karşı
karşıya.” Öyle ki, Afrika’da her gün insanların/özelde de çocukların açlıktan,
temiz su ve yetersiz beslenme nedenlerinden ötürü öldüğü gerçekliğini “açlık
tehlikesiyle karşı karşıya” diyerek, sanki bugüne kadar Afrika kıtasında açlık
yokmuş da, bugün “artan gıda fiyatları nedenlerinden” ötürü olmayan bir açlık
ortaya çıkacakmış izlenimi verilmeye çalışılmakta! Artık kendi görsel ve yazınsal medyalarının da
yansıttığı bir gerçek olan ve sürdürülemez bir açlık içerisinde olan Afrika
kıtasında, gün-be gün eriyen/ölen insanların gerçekliği adeta örtbas edilmeye
çalışılmakta.
Yapılan bu zirvenin
diğer bir mesajı ise, bir çok yazınsal ve görsel basında yansıtılan ve akşam
gazetesinde de “Makarna ile doydular” başlığı altında yer alan şu paragrafta yine
insanlığın gözünü boyamak amaçlı verilen mesajlardan yalnızca birisidir; “2002
yılında Birleşmiş Milletler Gıda Zirvesi'nde yedikleri pahalı yemekler yüzünden
ikiyüzlülükle suçlanan dünya liderleri, bu zirvede daha sade bir mönü tercih
ettiler. Yeni mönüde ıstakoz ve kazın yerini makarna, mozarella peyniri ve
ıspanak aldı. Liderlerin yemekte şarap olarak da Orvieto Classico Poggio
Calvelli 2005 içtikleri ve sonrasında mısır tatlısı yedikleri belirtildi.
Zirvenin son günü, yani yarınki mönüde ise courgette tart (makarna), peynirli
risotto, sebzeli yahni, limonlu dondurma ve çilek sosu bulunuyor.”[12]
Sanıyoruz ki bu paragrafın ardından fazla bir yoruma gerek yok!
***
“15 gün pirinç yemeyin,
bulgur alın fiyatlar düşer!”[13]
(R.Tayip Erdoğan)
“2008 yılı Dünya Açlık
Raporu'na göre, yeryüzünde yaklaşık bir milyar kişi açlık çekiyor. Küresel
kriz, yükselişe geçen gıda fiyatları ve küresel ısınma nedeniyle açlık sorunu
büyüyor!”[14] Tayip
Erdoğan’ın “teğet geçer” dediği kriz bu, yine Türkiye halklarına pirinç ve bulgur
yememelerini öğütleyen tayip, bu besin maddelerinin, İnsanların doğal ve temel
besin maddeleri olduğundan haberdar olmaması mümkün mü? Yine BM
araştırmalarının yer verdiği bir araştırmayı daha aktararak, tayip’in “teğet
geçer” dediği krizin BM açısından çekilen dikkatine yer verelim; ’’Birleşmiş
Milletler’e göre, aç insanların sayısı bu yıl bir milyarı geçecek. Ortaya çıkan
bu tabloda, küresel ekonomik kriz ve yüksek gıda fiyatları etkili...
Karınlarını yeterli şekilde doyuramadan yaşam mücadelesi veren kesime 2007`de
75 milyon kişi, geçen yıl ise 40 milyon kişi eklendi. Birleşmiş Milletler Gıda
ve Tarım Örgütü`ne göre, bu yıl (2009), dünyada açlık sorunuyla karşı karşıya
kalanların sayısı bir milyarı geçecek.’’[15]
Sonuç olarak açlığın
Türkiye ayağını, yani lokal boyutunu geçerken, FAO’nun Türkiye’ye konuya dair
çıkarmış olduğu istatistiği de aktarmakta fayda var. “FAO'nun istatistik
tablolarına göre Türkiye'de (…) bölgesel gıda dağılımını gösteren verilerin
eksik olduğunu söylüyor. Örgüt, ulusal ölçekte sosyal, ekonomik ve beslenme
durumunu gösteren bir araştırmanın acilen yapılmasını ve buna uygun politikalar
oluşturulmasını istiyor. Örgüt, Türkiye nüfusunun una dayalı beslendiğini
söylüyor: “Ana enerji kaynağı ekmek (yüzde 44) ve diğer tahıllar (yüzde 58). En
yaygın tüketilen süt ürünü yoğurt. Taze meyve ve sebze yıl boyunca
bulunabiliyor ve tüketiliyor. Gıda tüketimiyle ilgili belirleyici parametreler
gelir seviyesi ve bilgi eksikliği. Sorun gıda yokluğu değil; gıdanın eşitsiz
dağılımı.”[16] şeklinde
yer veriyor. Evet, şu son cümleler son derece önemli, “Sorun gıda yokluğu
değil; gıdanın eşitsiz dağılımı.” Bu kelimeler açlığın evrensel çaptaki
gerçekliğini ifade etmektedir. Yine bu kelimeler istatistiği çıkaran FAO’da
dahil olmak üzere, emperyalistlerin tüm sözcülerini ve teorik savlarını da boşa
çıkarmakta ve yalanlamaktadır. Buna okur yazımız içerisinde tanıklık edecektir.
1 Dakika’da 12 Çocuk Ölüyor!..
İstatistiği verilerle
herkesin malumu olan bir diğer acı gerçek ise, dünyada her yıl yaklaşık 6 milyon
çocuğun “açlık” veya “kötü beslenme” yüzünden öldüğüdür. “Küresel yoksullukla
mücadele amacıyla, bugün dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan
uluslararası bir eyleme katılıyor.” UNICEF’in yaptığı
son araştırmaya göre, dünyada her gün 50 bin kişi yetersiz ve dengeli
beslenememeden kaynaklanan bulaşıcı hastalıklardan ve önlenebilir
nedenlerle ölmesini “kınamak amacıyla düzenlenen kampanyanın adı ‘Ayağa Kalk ve
Konuş’. Dünyada hala bir milyara yakın insan 1 Doların altında parayla yaşamak
zorunda!”[17] Bu dudak
ısırtan rakamı ve ölüme neden olan “açlık ve kötü beslenme” gerekçesini kabul
etmek mümkün mü? Çocuk ölümlerini ve istatistik verilerini Birleşmiş Milletler (BM) Özel Raportörü Jean
Ziegler’in, BM genel kuruluna sunmuş olduğu dünyadaki açlık ile ilgili çarpıcı
bilgileri içeren raporuna bakmak gerekiyor.
Jean Ziegler’in Raporuna
göre dünyada, “bir dakikada beş yaşın altında 12 çocuk açlık yada kötü beslenme
yüzünden ölüyor. Geçen yıl içinde dünyada 842 milyon insan sürekli ve ciddi
şekilde az yada kötü beslenmek zorunda kaldı. Bu rakam bir önceki yıla oranla
aç insan sayısının 2 milyon arttığını gösteriyor. Sadece son bir yılda değil,
rapora göre aç veya kötü beslenen insan sayısı 1996'da yapılan Dünya Gıda
Zirvesi'nden bu yana her yıl daha da artıyor. Raporda, annenin hamilelik dönemi
ve bebeğin ilk yıllarındaki kötü beslenmenin ağır ve tedavi edilemez fiziksel
ve zihinsel hastalıklara yol açtığı da bildirildi.”[18]
“2007 Dünya Nüfusu Veri
Belgesi” ismiyle Merkezi Washington'da olan Nüfus Referans Bürosu adlı
araştırma kuruluşunun yayımladığı ve belgeye eşlik eden iki raporda, “ölen
çocukların çoğunun düşük ve orta gelir düzeylerine sahip ülkelerde olduğu,
yüksek gelir düzeyine sahip ülkelerde de kötü beslenmeden çocuk ölümlerine
rastlandığı” ifade edilmekte!.. Yine Jean Ziegler’in Raporuna göre “düşük ve
orta gelirli ülkelerdeki çocukların yüzde 30 kadarının normal kilolarının
altında olduğu, bu sorunun en ağır biçimde Güney Asya ve Sahra altı Afrika
ülkelerinde yaşandığı” kaydedilmiş. Hindistan'ın bazı eyaletlerinde ise çocukların
yüzde 50'sinin normal kilonun altında olduğu ifade edilerek, “annenin hamilelik
dönemi ve bebeğin ilk yıllarındaki kötü beslenmenin ağır ve tedavi edilemez
fiziksel ve zihinsel hastalıklara yol açtığı” da belirtilerek, Kuruluşun
başkanı Bill Butz isimli kişi, “çocuk ölümlerinin birçoğunun etkili olduğu
bilinen ve çoğu zaman da maliyeti az olan beslenme önlemleri ile
önlenebileceği”ni açıklamış olsa da, bu ölümleri durduracak bir yaklaşımın
olmadığı gibi, çok sayıda çocuğun bugün hala beslenmek için yeterli yiyecek
bulamamasından dolayı ölmesi gerçekliği söz konusudur. Yayınlanan
bir raporda, Irak’a uygulanan ambargonun sadece haziran ayında çoğu çocuk olmak
üzere 9 bin 90 Iraklının ölümüne yol açtığı anlatılıyor. Ölenlerin 6 bininin 5
yaşından küçük çocuklar olduğunu ifade eden araştırma, ölüm nedenlerinin
başında ishal ve diğer hastalıklar, kalp ve solunum sorunları ve yetersiz
beslenmenin geldiğini belirtiyor. Irak ise, 11 yıllık ambargo yüzünden toplam 1
milyon 520 bin kişinin öldüğünü açıklamıştı.
%15’lik bir oranın
dünyada ki toplam servetin yaklaşık %85’ini elinde tutuyor olduğu ve bu %15’lik
kesimin sınırsız tüketime ve rekabete dayalı yaşantılarına uygun olarak
şekillendirilen sistemin gerçekliği ortada iken, “açlığın üstesinden gelmeye
çalışıyoruz” şeklinde ki yalanlarla insanlık kandırılmaya çalışılıyor. Bu yanıltsama
öyle boyutlu ki, tüm bu açlığın asıl ve gerçek kaynağı olan kapitalizmin, DTÖ, BM,
Dünya Bankası, IMF, gibi global gasp ve baskı organizasyonlarının ve tabii ki yine
“küresel kapitalizm”in zorunlu bir sonucu olduğu gerçeği saklanarak, aksine bu
kokuşmuş köhne sistemin ve kapitalist kurumların “açlığın üstesinden gelebilmek”
için oldukça “yoğun” “uğraş” ve “çabalar” içerisinde olmalarına karşın ne yazık
ki hala “açlığın üstesinden gelinemedi”ği yalanlarıyla insanlık kandırılmaya
çalışılmaktadır. Dünyadaki toplam servetin %80'ini elinde bulunduran %15’lik
nüfusun çıkarları doğrultusunda kurgulanan sistem, çok doğal olarak da
milyonları ise açlığa, hastalığa, köleliğe ve göçe itmekten başka bir şey
vermeyecektir. Bunu şu alıntımızla daha da somut kılmaya çalışalım; “eğer
dünya nüfusunu on kişiden ibaret sayarsak, bunlardan biri ortadaki zenginliğin
yüzde 99'unu alırken, geri kalan 9 kişi geriye kalan yüzde 1'i paylaşıyor!”
2000 yılı itibariyle dünya zenginliğinin yüzde yarısından fazlasını elinde
bulunduran en tepedeki yüzde 2'lik grup, en az 1 milyon dolar sermayeye sahip
olan kişilerden oluşuyor. Tüm dünyada sayıları 37 milyonu bulan bu en zengin
kişilerin yarısı da ABD yada Japonya'da yaşıyor. Dünya malının yarısından
fazlasına dünya nüfusunun yüzde biri sahip.”[19]
Dünyada ki açlığın
sonlandırıl(ma)ması gerçeği sizce yeterince gıda ‘üretiminin olmayışından’ mı?
Yoksa gerçekten ‘paranın yokluğu’ mu? Yada para, dünyada ki açlığı bir bütün
olarak ortadan kaldırabilir mi? Bu sorulara yazımızın içinde cevap vermeye
çalışacağız.
Ziegler’den aktarımlar yaparak yazımıza devam edelim. Ziegler BM için hazırladığı raporda bazı tespitler de bulunuyor ve şöyle diyor; “Açlığı tamamen ortadan kaldıracak kapasitede ve bugüne kadar olmadık kadar zengin bir dünyada yaşıyoruz. Açlığın nasıl yok edileceği bir sır değil. Bu konuda yeni teknolojilere ihtiyaç yok. Sadece zengini daha zengin yapan, yoksulu ise daha yoksullaştıran mevcut politikalara karşı bir siyasi iradeye ihtiyaç var.’’ diyor.
Dünyada ki açlığa son vermek, temel sağlık
sorunlarının en azından asgari düzeyde de olsa çözümünü sağlamak çok zor değil.
Hele de tüm bu sorunlar parayla çözülebilecek olsa inanın hiç sorun değil.
Neden? Birincisi, dünyada ki açlığın verilerini değerlendirdiğimizde açlık ve
temel sağlık sorunlarının çözümü noktasında gerekli olan parasal hacim dünyadaki
silahlanma harcamalarının %1’ine tekabül ediyor. Daha çarpıcı bir örnek verecek
olursak, ABD’de şişmanlıktan kaynaklı sağlık giderlerinin 10’da 1’iyle
karşılanabildiği uzmanlarca açıklanıyor. Düşünün ki bir taraftan alabilidiğine
açlık ve sefalet var ve insanlar gıda maddesi bulamadığından dolayı ölüyor,
diğer taraftan alabildiğince bol miktarda gıda maddesi var ve insanlar aşırı
tüketimden dolayı şişmanlayarak çeşitli yollara baş vurup şişmanlıklarından
kurtulmak zorunda kalıyor! Bu dağılım ve tüketim de ki eşitsizliğin sadece bir yönü.
Diğer bir çarpıcı örnek ise, dünyada bir yılda parfüm ya da makyaj
malzemelerine ve kedi-köpek mamalarına harcanan paranın 4’te 3’ü dünyadaki
açlığın üstesinden gelmeye yetebilir olduğu uzmanlarca tespit edilmiş durumda… Anlaşılacağı
üzere sorunun parayla çözülebileceği düşünülse dahi, ortada bir kemer sıkma
politikasına gitme durumuna gerek kalmıyor. Fakat burda ki sorunun özü şu,
açlığı engellemenin yolu açlığa itilen insanlara para yardımı yapmak mı? Burada
ki temel sorun insanların yardıma muhtaç hale getirilmesidir. Yardıma muhtaç
hale getirilmiş insanlara ‘yardım’ yapmak, bu durumu bozmaz, aksine bu
yardımlarla bağımlılık arttırılır. Kapitalizmin yaptığıda tamda budur. Yani
sözde ’’yardımlar’’ yerel ekonomileri küresel kapitalizme bağlama ya da entegre
etme amacını taşıdıklarından, her zaman açlığı ve yoksulluğu besleyen unsurlar
olmuşlardır. Dolayısıyla da bizlerin yaklaşımı Sorunun
yardımlarla değil devrimlerle çözülebileceği yönünde olmak zorundadır.
Emperyalist tekellerin dünya çapındaki hakimiyeti varolduğu müddetçe, açlık
sorununun köklü bir şekilde çözümü de mümkün olmayacaktır!..
Silah sektöründe dönen paranın bir kısmının ya da
parfüme-makyaja yada kedi-köpek mamalarına harcanan paranın açlık içerisinde
bulunan kıtalara/bölgelere transfer edilmesi bir ’’çözüm’’ olamaz! Neden? Kapitalizmin
mantığında tüketimde yapılacak kısıtlamalarla böyle bir fon oluşturmanın gerçekliği
yoktur. Bu kapitalizmin doğasına aykırıdır ve bu yüzden de imkansız olmasının
yanı sıra, açlığın esas ve tek nedeni olan insanların yiyecek satın alacak para
bulamaması değil, lokal üretimlerinin küresel politikalarla tahribi nedeniyle
yaşayabilmek için satın alma gerçekliğidir. ’’Yani küresel kapitalist ekonomiye
dahil olmak zorunda bırakılmalarıdır. Bu anlamda, dünyadaki açlığın
bitirilmemesinin nedeni para yokluğu değil, paranın varlığıdır aslında!’’[20]
Ve para, her zaman açlığı ve yoksulluğu besleyen unsur olagelmiştir.
***
’’Sahtekârlığın evrensel düzeyde egemen
olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek
devrimci bir eylemdir.’’
(George Orwell)[21]
olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek
devrimci bir eylemdir.’’
(George Orwell)[21]
Dünya genelinde ki çocukların
genel durumuna değinmişken, Türkiye Çocuk Vakfı tarafından hazırlanan ve
Türkiye’de ki çocukların durumunu ifade eden araştırmayı da aktaralım; “Çocuk
Vakfı, 1 Ekim Dünya Çocuk Günü nedeni ile 'Türkiye'de Çocuk Gerçeği'ni yansıtan
ve 10 başlıktan oluşan bir karne hazırladı. Çocuk Vakfı tarafından hazırlanan
çalışmaya göre Türkiye çocuk sorunlarını erteleyen bir ülke görünümünde. Vakfın
hazırladığı 'karne'ye göre, Türkiye'nin çocuklar açısından durumu şöyle:
- Dört çocuktan biri yoksul
- Beş çocuktan biri çalışıyor
- Sokaktaki çocuklar konusunda en sorunlu iki il İstanbul ve Diyarbakır
- Son 5 yılda çocuk suçlarında artış oldu.
- Çocuk ihmali ve istismarı yaygınlaştı.
- Türkiye çocuk hakları öğretiminde en sorunlu ülkelerden biri.
- Çocuklara yönelik hak ihlalleri yaygınlaştı.
- Çocuk hakları uyum yasaları hazırlanamadı.
- Çocuk Koruma Kanunu çocuk adalet sisteminin gerçekleştirilmesi için yeterli değil.
- Bebek ve 5 yaş altı ölümleri hâlâ yüksek.
- Anne Çocuk Sağlığı Acil Eylem Programı etkin biçimde uygulanamadı.
- 0–18 yaş sağlık güvencesi sağlanamadı.
- Nitelikli eğitim başarılamadı.
- Üstün yetenekli çocukları eğitemeyen bir ülke.
- Okul Sağlığının İyileştirilmesi Projesi yaygınlaştırılamadı.
- Korunmaya muhtaç çocuk sayısı artıyor.
- Özürlüler Kanunu'nun kuşatıcılığına karşın verilen hizmet sınırlı.
- TBMM Çocukları Sokağa Düşüren Nedenlerle Sokak Çocuklarının Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Araştırma Komisyonu Raporu askıda kaldı.
- Türkiye, çocuk pornografisi konusunda riskli ülkeler arasında.
- Medyanın olumsuz etkilerinden çocuğu koruma sistemi geliştirilemedi.
- Türkiye'nin çocuk göstergeleri dünya ortalamasının altında.”[22]
***
Yazımızı sonlandırırken,
evrensel çaptaki genel doğrulara, Türkiye özgünlüğünde ele alınan
istatistiklerin aktarımlarında bulunarak katkı sunmak ve yazının içeriğini
zengin kılmak amaçlı bu istatistikleri de kısa puntolar halinde aktaralım. TUİK 2004 Yoksulluk Çalışması Sonuçları; “Türkiye nüfusunun %1.29’u açlık sınırının
altında!” olduğunu gösteriyor.
“2004 yılında Türkiye’de
fertlerin yaklaşık % 1.29’u yani 909 bin kişi sadece gıda harcamalarını içeren
açlık sınırının, % 25.6’sı yani 17 991 bin kişi ise gıda ve gıda dışı
harcamaları içeren yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Kişi başı günlük
harcaması satın alma gücü paritesine göre 1 Doların altında kalarak yaşamlarını
sürdürenlerin oranı %0.02 yani yaklaşık 11 bin kişi olarak hesaplanmıştır.
2004 yılında, 4 kişilik
hanenin aylık açlık sınırı 182 milyon TL, aylık yoksulluk sınırı ise 429 milyon
TL'dir. (…) Kırsal yerleşim yerlerinde yaşayanlarda yoksulluk oranı % 39.97
iken kentsel yerlerde yaşayanların yoksulluk oranı % 16.57’dir.”[23]
Yine TUİK 2005 Yoksulluk Çalışması Sonuçlarına
göre ise; “Türkiye’de yoksulluk oranı %
20.5’tir” şeklinde ifade edilmektedir.
“2005 yılında Türkiye’de
fertlerin yaklaşık % 0.87’si yani 623 bin kişi sadece gıda harcamalarını içeren
açlık sınırının, % 20.5’i yani 14 681 bin kişi ise gıda ve gıda dışı
harcamaları içeren yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Kişi başı günlük
harcaması satınalma gücü paritesine göre 1 Doların altında kalarak yaşamlarını
sürdürenlerin oranı %0.01 yani yaklaşık 10 bin kişi olarak hesaplanmıştır.
2005 yılında, 4 kişilik
hanenin aylık açlık sınırı 190 YTL, aylık yoksulluk sınırı ise 487 YTL'dir. 2004 yılında % 1.29
olarak tahmin edilen açlık sınırının altında yaşayan fert oranı 2005 yılında %
0.87’ye, yoksul fert oranı da % 25.6’dan % 20.5'e düşmüştür.
Kırsal yerleşim
yerlerinde yaşayanlarda yoksulluk oranı % 32.95 iken kentsel yerlerde
yaşayanların yoksulluk oranı % 12.83’tür.”[24]
***
“İstemek
yetmez,
amacımıza
ulaşmak için
şiddetle
arzulamamız gerekir.”[25]
Sonuç Olarak; küresel ısınmadan
tutalım da, Savaşlardan ve yoksulluktan en az payı olan insanlar, tüm bunların
sonuçlarından ötürü en ağır bedelleri ödemek zorunda kalmaktalar! Elif
Çağlı’nın Kapitalizmin Hal ve
Gidişatı adlı makalesinde ifade ettiği gibi: “… ya kapitalizm insan
soyunun mahvına neden olacak, yada örgütlü ve devrimci proletarya kapitalizmi
dünyamızdan süpürerek insanlığı kurtaracak. Yakıcı sorunların olumlusundan
çözümlenme olasılığı, bugün yaşanan olayların tozu dumanı ve kitlelerin
örgütsüzlük koşullarının yarattığı karamsarlık nedeniyle henüz berrak biçimde
algılanamıyor. Ancak, aslında tarih önümüze istenirse çözümü pekâlâ mümkün olan
sorunları koymuş bulunuyor. Dünya işçi sınıfı, emperyalist-kapitalizmin
insanlığı uçuruma sürükleyecek top-yekûn saldırısını püskürtecek tarihsel
kudrete sahiptir. Bu muazzam potansiyel, dünyanın kaderini yoksul ve masum
insan yığınlarının lehine değiştirmek üzere devrimci bilinç ve örgütlenmenin
tılsımıyla fiili güce dönüşmeyi bekliyor.”[26] O halde şimdi,
‘biz bu dünyadan değiliz’ diye haykırmanın ve başka bir dünya istemenin zamanı,
nasıl bir dünya mı? Tabii ki Kara adamların kara ve kirli ellerini
yıkayamadıkları bir ırmak olan, bir Dünya!..
[2] Ahmet TIĞLI, “Sevgi Merdivenleri” adlı kitabından
[3]
Hürriyet, 7 Aralık 2004
[5] The Economist, 12 Aralık 1991.
[8] DW
Türkçe/27 Mayıs 2004
[9] Rosa Luxemburg
[12] Akşam
Gazetesi, 4
Haziran 2008
[13] R.Tayip
Erdoğan
[16]
Bianet.org / 16 Ekim 2007
[18]
Aktaran; Tufan Kıymaz
[19] Sabah
Gazetesi, 5 Aralık 2006
[20]
Kapitalist Utanır mı? 20 Şubat 2005 / itusozluk
[21]
George Orwell
[22] Özgür
Gündem / 1 Ekim 2007
[25]
Ovidivs
[26] Elif Çağlı / “Kapitalizmin Hal ve Gidişatı”