Nisan 2010
Üç
devrimci önderin katline karar vererek, onları asarak katletme emriyle boyunlarına
ilmik geçirten ve darağaçlarında can vermelerini büyük bir keyifle izleyen, izlerken
de muhtemelen ’yalvarmalarını’ görmeyi uman, ama bu hevesi de kursağında kalan,
bunu da “İdam sehpasında bile komünizm propagandası
yaptılar”[2]
diyerek saklayamayan Ali Elverdi katili ’nihayet’ öldü!
Ölümü, nefes borusuna kaçan
yemek sonucu boğularak olmuş. O iğrenç nefes borusuna kaçan yemeğin getirdiği
bu gecikmiş adaleti, ne yazık ki devrimci adalet 38 yıldır yerine getir(e)memişti!..
Bilindiği gibi Elverdi, 12 Mart askeri darbesinin ardından ilan edilen
sıkıyönetim sürecinde Ankara 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanlığı’na
getirilmişti. 25 Sanıklı THKO-1 davası 16 Temmuz 1971'de Ankara
Sıkıyönetim Mahkemesi'nde başladığında, Tuğgeneral Ali Elverdi başkanlığında,
yine onun gibi bir katil olan Baki Tuğ’un savcılığını yaptığı Ankara
Sıkıyönetim Komutanlığı 1 no'lu Mahkemesi'nde görüldü ve 9 Ekim 1971 günü
bitti. Mahkeme, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ında aralarında
bulunduğu 18 kişi hakkında idam, 3 kişiyi ise 5 yıl ağır hapis’e mahkum etti.
Cezalar temyizden döndü. Ve üç devrimci önderin (Deniz Gezmiş,Yusuf Aslan ve
Hüseyin İnan'ın) idamları onandı. 24 Nisan 1972'de ise Mahkemenin kararı
TBMM'de 276 milletvekilinin "Evet", 48 milletvekilinin de
"Hayır" oyu verdiği oylamada iki çekimser oy ile onaylanmış, tarihin
yaprakları 6 Mayıs 1972 Cumartesi gününü gösterdiğinde ise, Deniz Gezmiş,
Yusuf Aslan
ve Hüseyin İnan darağaçlarına çekilerek idam edilmişlerdi.
“Acele et.
Sen etrafta ahmakça dolaşırken,
ben bir düzine adamı asardım.”
Bu sözler, Carl Panzram adlı
seri bir katilin, tutuklandıktan sonra infaz edileceği sırada celladına
söylediği son sözleriydi. Bunu, geçtiğimiz günlerde ölen ve toplumun her
kesimince lanetlenmiş olan Ali Elverdi katilinde ki iz düşümüne uyarlayacak
olursak, “Etrafta bu kadar devrimcilik yapan insan varken, ve benim de hala
hakim olarak yetkim olmuş olsaydı, daha çok insan asardım!..” olacaktır. Öyle
ki, yapılacak olan infazları izlemek zorunda olan savcı iken, Ali Elverdi
katili, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in asılma kararlarını vermekle yetinmemiş
olacak ki, zorunlu olmamasına karşın gidip infazları da bir zat izlemiştir.
Buda yetmeyecek ki, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idamlarını önlemek için mücadele
eden ve Kızıl-dere katliamında sağ kurtulan Ertuğrul Kürkçü için de, “İdam
edilmesi gerekirdi” ifadelerini kullanmıştır. İşte Elverdi, bu denli devrimci
kanına doymayan katilin biriydi.
Gerek 12 Mart 1971 ve gerekse 12
Eylül 1980 askeri faşist darbesi döneminde, Halka ve devrimcilere karşı yapılan
yığınla suç’a şu veya bu oranda karışmış olan kimileri, günümüze dek çeşitli
açıklamalarıyla, işledikleri suçlardan dolayı “özürlerini”, “üzgünlüklerini”,
“emir kulu” olduklarını vs kısmen de olsa dillendirmiş veya satır aralarında
ifade etmiş veya etmeye çalışmışlardır. Bunu, “günah çıkarma” adına da olsa, yapan
az sayıda da olsa kişiler mevcut.
Ancak, Ali Elverdi ve daha
binlerce katil ise işledikleri suçları savunmuşlar, hatta az yaptıklarını da ifade
ederek “şunun da asılması gerekirdi” diye de asamadıklarına da
hayıflanmışlardır. Hatta, Elverdi’nin ölümünden sonra oğlunun açıklamalarından
da anlaşıldığı üzere, verdiği idam kararlarından da “asla” ve “hiç pişman olmadı”ğı
gerçekliğidir.
Elverdi katilinin cenazesine çok
az sayıda insanın katıldığı, namazını kıldıran imamın ise cenaze namazından
sonra bilinen uygulama olan, cemaate yönelik “merhumu nasıl bilirdiniz?”
sorusunu sormadığını yine medyadan öğrenmiş olduk.
İmamın bu bilinen uygulamayı
unutmuş olabileceğini düşünmek, çok büyük bir saflık olur. İmamın bu tavrı,
aslında “merhum”u çok iyi tanıdığı/bildiği içindir. Sorunun cevabını da o denli
biliyor olduğudur. İmam cemaate sormuş olsaydı, cevap çok açık ve net olurdu aslında;
katildi!
Belki de imam, Elverdi katilinin
cenazesine katılan bu az sayıda ki kimselere,o soruyu sormuş olsaydı, bu soruya
“iyi bilirdik” diyebilecekleri ihtimalini de düşünmüştür. Ve alacağı bu
cevaptan da rahatsız olacağı içinde sormamış olması da muhtemeldir.
Yine imam, namaz sonrasında 3
defa istenen ‘helallik hakkı’nı 1 defa isteyerek herkesi şaşırtmış. “Hakkınızı
helal ediyor musunuz?” sorusunu ilk sorduğunda “ediyoruz” cevabını alınca,
“böyle bir katile hak helal edilir mi?” diye düşünmüş ve rahatsız olmuş olacak ki bir daha
sormamış.
Bu durum, şüphesiz ki Denizlerin idamının
toplumun her kesimi tarafından on-yıllardır nasılda reddedildiğini,
hazmedilemediğini ve keza işlenen bu cinayetin kabullenilemediğinin de bir ifadesidir.
Ali Elverdi’nin ve diğer
devrimci katillerinin öznel tarihlerini inceleyen herkesin göreceği önemli bir
nokta var. O da, devrimci-komünistlere karşı olan ‘nefret’leri, onları katletme ‘tutku’suyla doyup
bilmedikleri ‘kin’leri birleşip ‘cinayet eylemleri’yle senteze dönüştüğüdür.
Bu, aynı zamanda dünyanın nesnel tarihinde kıyıda köşede kalmış hücrelere
gizlenen suç-ceza diyalektiğinin bir katilin (katillerin) tarihine nasıl
yansıdığının kanıtını da verir bize. Evet, ‘cinayet eylemleri’ diyorum, çünkü; Onun
(Elverdi’nin) ve şürekasının verdiği kararla Üç devrimci önderin asılarak
katledilmesi cinayeti gerçekleşti. Bu
cinayetlerin kararını masa başında o ve şürekası verdi. Cellatları da infazları
gerçekleştirdi. Ali Elverdi, bir katildi! Masa başı katili!..