3 Nisan 2010 Cumartesi

“Tüm katiller cezalandırılır, tabi büyük sayıda ve trampet sesleri eşliğinde öldürmedilerse!“[1]

H.GÜRER
Nisan 2010

             Geçtiğimiz günlerde bir katilin daha “eceli“ ile öldüğünü açıkladı medya. Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in ölüm yıldönümlerine yakın şu günlerde, hem bu saygı değer üç devrimci önderi anmak, hemde onların katline karar kılan, kalem kıran bir katili tekrar-tekrar lanetlemek için yazmak gerektiğine inanıyorum.
            Üç devrimci önderin katline karar vererek, onları asarak katletme emriyle boyunlarına ilmik geçirten ve darağaçlarında can vermelerini büyük bir keyifle izleyen, izlerken de muhtemelen ’yalvarmalarını’ görmeyi uman, ama bu hevesi de kursağında kalan, bunu da “İdam sehpasında bile komünizm propagandası yaptılar”[2] diyerek saklayamayan Ali Elverdi katili ’nihayet’ öldü!  
Ölümü, nefes borusuna kaçan yemek sonucu boğularak olmuş. O iğrenç nefes borusuna kaçan yemeğin getirdiği bu gecikmiş adaleti, ne yazık ki devrimci adalet 38 yıldır yerine getir(e)memişti!..  
            Bilindiği gibi Elverdi, 12 Mart askeri darbesinin ardından ilan edilen sıkıyönetim sürecinde Ankara 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanlığı’na getirilmişti. 25 Sanıklı THKO-1 davası 16 Temmuz 1971'de Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi'nde başladığında, Tuğgeneral Ali Elverdi başkanlığında, yine onun gibi bir katil olan Baki Tuğ’un savcılığını yaptığı Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 no'lu Mahkemesi'nde görüldü ve 9 Ekim 1971 günü bitti. Mahkeme, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ında aralarında bulunduğu 18 kişi hakkında idam, 3 kişiyi ise 5 yıl ağır hapis’e mahkum etti. Cezalar temyizden döndü. Ve üç devrimci önderin (Deniz Gezmiş,Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın) idamları onandı. 24 Nisan 1972'de ise Mahkemenin kararı TBMM'de 276 milletvekilinin "Evet", 48 milletvekilinin de "Hayır" oyu verdiği oylamada iki çekimser oy ile onaylanmış, tarihin yaprakları 6 Mayıs 1972 Cumartesi gününü gösterdiğinde ise, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan darağaçlarına çekilerek idam edilmişlerdi.

“Acele et.
Sen etrafta ahmakça dolaşırken,
ben bir düzine adamı asardım.”

Bu sözler, Carl Panzram adlı seri bir katilin, tutuklandıktan sonra infaz edileceği sırada celladına söylediği son sözleriydi. Bunu, geçtiğimiz günlerde ölen ve toplumun her kesimince lanetlenmiş olan Ali Elverdi katilinde ki iz düşümüne uyarlayacak olursak, “Etrafta bu kadar devrimcilik yapan insan varken, ve benim de hala hakim olarak yetkim olmuş olsaydı, daha çok insan asardım!..” olacaktır. Öyle ki, yapılacak olan infazları izlemek zorunda olan savcı iken, Ali Elverdi katili, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in asılma kararlarını vermekle yetinmemiş olacak ki, zorunlu olmamasına karşın gidip infazları da bir zat izlemiştir. Buda yetmeyecek ki, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idamlarını önlemek için mücadele eden ve Kızıl-dere katliamında sağ kurtulan Ertuğrul Kürkçü için de, “İdam edilmesi gerekirdi” ifadelerini kullanmıştır. İşte Elverdi, bu denli devrimci kanına doymayan katilin biriydi.
Gerek 12 Mart 1971 ve gerekse 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi döneminde, Halka ve devrimcilere karşı yapılan yığınla suç’a şu veya bu oranda karışmış olan kimileri, günümüze dek çeşitli açıklamalarıyla, işledikleri suçlardan dolayı “özürlerini”, “üzgünlüklerini”, “emir kulu” olduklarını vs kısmen de olsa dillendirmiş veya satır aralarında ifade etmiş veya etmeye çalışmışlardır. Bunu, “günah çıkarma” adına da olsa, yapan az sayıda da olsa kişiler mevcut.
Ancak, Ali Elverdi ve daha binlerce katil ise işledikleri suçları savunmuşlar, hatta az yaptıklarını da ifade ederek “şunun da asılması gerekirdi” diye de asamadıklarına da hayıflanmışlardır. Hatta, Elverdi’nin ölümünden sonra oğlunun açıklamalarından da anlaşıldığı üzere, verdiği idam kararlarından da “asla” ve “hiç pişman olmadı”ğı gerçekliğidir.
Elverdi katilinin cenazesine çok az sayıda insanın katıldığı, namazını kıldıran imamın ise cenaze namazından sonra bilinen uygulama olan, cemaate yönelik “merhumu nasıl bilirdiniz?” sorusunu sormadığını yine medyadan öğrenmiş olduk.
İmamın bu bilinen uygulamayı unutmuş olabileceğini düşünmek, çok büyük bir saflık olur. İmamın bu tavrı, aslında “merhum”u çok iyi tanıdığı/bildiği içindir. Sorunun cevabını da o denli biliyor olduğudur. İmam cemaate sormuş olsaydı, cevap çok açık ve net olurdu aslında; katildi!
Belki de imam, Elverdi katilinin cenazesine katılan bu az sayıda ki kimselere,o soruyu sormuş olsaydı, bu soruya “iyi bilirdik” diyebilecekleri ihtimalini de düşünmüştür. Ve alacağı bu cevaptan da rahatsız olacağı içinde sormamış olması da muhtemeldir.
Yine imam, namaz sonrasında 3 defa istenen ‘helallik hakkı’nı 1 defa isteyerek herkesi şaşırtmış. “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” sorusunu ilk sorduğunda “ediyoruz” cevabını alınca, “böyle bir katile hak helal edilir mi?” diye düşünmüş  ve rahatsız olmuş olacak ki bir daha sormamış.
 Bu durum, şüphesiz ki Denizlerin idamının toplumun her kesimi tarafından on-yıllardır nasılda reddedildiğini, hazmedilemediğini ve keza işlenen bu cinayetin kabullenilemediğinin de bir ifadesidir.
Ali Elverdi’nin ve diğer devrimci katillerinin öznel tarihlerini inceleyen herkesin göreceği önemli bir nokta var. O da, devrimci-komünistlere karşı olan  ‘nefret’leri, onları katletme ‘tutku’suyla doyup bilmedikleri ‘kin’leri birleşip ‘cinayet eylemleri’yle senteze dönüştüğüdür. Bu, aynı zamanda dünyanın nesnel tarihinde kıyıda köşede kalmış hücrelere gizlenen suç-ceza diyalektiğinin bir katilin (katillerin) tarihine nasıl yansıdığının kanıtını da verir bize. Evet, ‘cinayet eylemleri’ diyorum, çünkü; Onun (Elverdi’nin) ve şürekasının verdiği kararla Üç devrimci önderin asılarak katledilmesi cinayeti gerçekleşti.  Bu cinayetlerin kararını masa başında o ve şürekası verdi. Cellatları da infazları gerçekleştirdi. Ali Elverdi, bir katildi! Masa başı katili!..






[1] Voltaire
[2] Ali Elverdi. ‘Bu Vatana Kastedenler’ adlı kitabından.