“Barış Yanlısı” ve “Tarafsız Ülke” Olarak Bilinen Tefeciler
Diyarı İsviçre Irkçılık ve Yabancı
Düşmanlığında Çığır Aşıyor!..
H.GÜRER
Mart, 2009
Dünya’nın kara para aklama merkezi/bankası ve kara
para kasası olan ve 1815 yılından beri savaşmayan, ‘tarafsız’, ‘demokrasinin
beşiği’ addedilen İsviçre’de, haçlı zihniyetinde olduğunu son yıllarda SVP
isimli ırkçı ve faşist partinin göçmenleri hedef alarak çıkardığı yasalarla,
uygulamalar ve afişlerde ispat etti.
İsviçre’de aşırı sağcı ve katışıksız azılı ırkçı
(Sweizerische Volkspartei) İsviçre Halk Partisi’nin (SVP) hazırladığı ve
İsviçre vatandaşlığına geçişin zorlaştırılmasını öngören yasa tasarısı yapılan
referandumla 1 Haziran 2008 tarihinde reddedilmişti. Resmi sonuçlara göre,
ırkçı içerikli yasa, İsviçre halkının yüzde 64’lük çoğunluğu ile reddedilmişti.
Referandum sonucunu değerlendiren Unia ve Travail Suisse sendikaları sözcüleri,
bu tavırlar ‘‘İsviçre halkının göç konusunun kötüye kullanılmasına kesin bir
ret cevabı verdiğini’’ ifade etmişlerdi. Travail Suisse sendikası sözcüsü, ’’İsviçre
halkı bir hukuk devletine yakışan vatandaşlık prosedürünü tercih etti’’ dedi.
Yasa tasarısı, vatandaşlık başvurularının halkoyuna sunulmasını öngörüyordu.
Siyasi yorumcular, ’’bu sonucun aşırı sağcı Halk Partisi SVP ve partinin eski
Adalet Bakanı Christoph Blocher için bir hezimet’’ olduğu görüşündeydi. SVP’nın
bu kampanyasının öncülü olan 21 Ekim 2007 tarihinde İsviçre’de yapılan genel
seçimlere, ‘akkoyun İsviçreli’ler tarafından İsviçre sınırları dışına tekmelenerek
itilen ‘karakoyun göçmenler’ afişiyle göçmenleri hedef almıştı. Ardından 2008
yılında başlattığı demokratikleştirme adı altında vatandaşlık haklarının
budanması teklifinin yanı sıra hastalık sigortasını zenginler ve fakirler için
ikiye ayırmak ve hükümetin halk oylamaları hakkında görüş belirtmesinin
kısıtlanması gibi yeni yasaların çıkarılmasını amaçlayan bu 3 yasa tasarısını
yüzde 64 gibi büyük bir farkla yapılan halk oylamasında 1 Haziran 2008
tarihinde kaybeden faşist parti SVP, bu yasa teklifi içinse bir kutu içerisinde
bulunan İsviçre pasaportlarına, farklı renklerde ellerin saldırdığı bir
grafiğin üzerine Stop! yazılı bir afişle propaganda yapmıştı. Bununla da
sınırlı kalmayan ırkçı parti, tarafından daha önce de göçmenlere karşı
geliştirdikleri ırkçı kampanyalara bir yenisi daha eklendi. Bu kez de leş
kargalarının (bu leş kargaları göçmenler oluyor!) İsviçre’yi yedikleri bir afiş
yaparak bu ırkçı ve yabancı düşmanlığını körükleyen afişleri İsviçre’nin hemen
her sokağına, her reklam panosuna büyük dev formatlarda asarak ırkçı ve faşizan
tutumlaarını sürdürüyorlar.
Göçmenleri hedef alan ve leş kargalarının İsviçre’yi
yediklerini yansıtan ve ‘herkese özgür pasaport için hayır’ başlıklı propaganda
afişinin, İsviçre’de son dönemlerde herkese oturum hakkı tanınmasını amaçlayan
eylemlerin yoğunlaşmasına paralel olarak asılmış olması dikkat çekici.
Bu arada not düşelim, afişler BM tarafından kınandı
ve İsviçre’li yetkili makamlarca ’’suçların genelde ‘yabancılar’ tarafından
işlendiği, ‘yabancılara’ karşı olmadıkları, sadece ülkelerinde suçlu
istemedikleri’’ gibi örtbas edici açıklamalar yapılmıştı.
Irkçı saldırganlıklarını, faşist zihniyetlerini
özellikle de seçim
dönemlerinde afişlerinde yansıtmaları,
göçmenlerin alehine çıkarılmasını istedikleri yasalar, İsviçreli yerli
emekçilerin ‘milli duygularını’ okşayarak (‘milli duyguları’ olmayanlarda ise
bu duyguları canlandırarak) referandumlarda göçmen emekçilere yönelik
istedikleri yasaları kabul ettirme derdindedir SVP. 2007’de yapılan seçimlerde “İsviçre bayrağı üzerindeki kara koyunu
tekmeleyen 3 beyaz koyun” afişini kullanan ırkçı parti SVP, referandum için de
aynı tipte kışkırtıcı bir afiş seçmişti. Bu afişte de “sarı ve siyah elli
kişiler İsviçre pasaportuna uzanıyor.” ‘Suç oranını göçmenler artırdı’ diyerek
İsviçrede ki tüm olumsuzlukları göçmenlerin varlığına bağlayan ırkçı parti SVP,
7,5 milyon nüfuslu İsviçre’nin yüzde 5’inin göçmenlerden oluştuğunu ve bu
kesimin buranın yaşamında özne olduğunu, yıllardır çalışarak bu ülkeye
vergisini verdiğini unutmakta, Cezaevlerinde yatan suçluların yüzde 70’inin
yabancı kökenli kişiler olduğunu belirterek halkı referandumda tasarıya “Evet”
demeye çağırmışlardı.
’’Göçmenleri ’’güvenliğe tehdit olarak’’ olarak
göstermeye çalışan ve iktidarda olduğu dönemde bir dizi yabancı düşmanı yasanın
altına imza atan SVP, ülkede işlenen suçların büyük bölümünün göçmenler
tarafından işlendiğini iddia ederek, göçmelere yönelik yasaların
sertleştirilmesi gerektiğini savunmakta ve buna uygunda yasa tasarıları
parlamentoya verilerek halk oylamalarına sunmaktalar.
Nazi Almanya'sına benzer ırkçı söylem ve
uygulamalardaki artış tepki çekerken, vatandaşlık siteminin ırkçı niteliği
resmi olarak da doğrulandı. İsviçre Federal Irkçılık Komisyonu tarafından
yayımlanan vatandaşlığa kabul sürecine ilişkin yeni bir raporda, mevcut
sistemin ayrımcılığa dayandığı ve bir çok açıdan ırkçı nitelik taşıdığı
belirtildi.
Avrupa'da vatandaşlığa kabul yasalarının en sıkı ve
en katı şartlara tabi olduğu ülkelerin başında gelen İsviçre'de bir göçmenin
İsviçre vatandaşlığına başvurmadan önce en az 12 yıl İsviçre'de yaşamış olması
şartı aranıyor. Ayrıca İsviçre'de doğmuş olmak da doğrudan vatandaşlık hakkı
sağlamıyor.
Raporda, sistemde kapsamlı değişiklikler yapılması
gerektiği belirtilirken, herhangi bir topluluğa bağlı kişilerin vatandaşlık
başvuruları konusunda oy kullanmaları için izin almaları zorunluluğu
eleştirilmişti. Raporda, vatandaşlığa kabulün en zor olduğu kesimlerin
Müslümanlar ve Balkanlar'la Afrika'dan gelen göçmenler olduğu da vurgulanmakta.
Dünyada kişi başına düşen gelirin en yüksek olduğu ülkelerden biri kabul edilen
İsviçre’de işçi sınıfının dörtte biri vatandaş olmayan göçmenlerden oluşuyor.
Bunların yaklaşık 100 biniyse kaçak işçi statüsünde.
24 Eylül 2006 yılında ’’Yeni Yabancılar
Ve İlticacılar Yasası’’ şeklinde halk oylamasına sunulan yasa tasarısı, İltica
yasası yüzde 67.8, yabancılar yasası ise yüzde 68 oyla kabul edildi. Bu oran
birçok çevrede haklı olarak şaşkınlık yarattı. Çıkan sonuç nedeniyle Avrupa'nın
birçok ülkesinde, “İsviçre en sert yasalarla Avrupa'da yolu açtı”
değerlendirmesi yapıldı. İsviçre'de yasanın gündemde olduğu aynı süreçte
Almanya, Fransa, Avusturya, Belçika vd. belli başlı Avrupa ülkelerinde de
ırkçılık ve yabancı düşmanlığı politik gündemde belirgin bir yer tutuyordu.
Dolayısıyla “İsviçre yolu açtı” değerlendirmesini tercüme edecek olursak “Avrupa
burjuvazisi İsviçre üzerinden yolu düzledi” biçiminde de yorumlamak mümkün.
İsviçre toplumsal ve sosyal sorunların büyümesine rağmen, mevcut durumda sosyal
çelişki ve çatışmaların zayıf olduğu, devleti sahiplenme duygusunun güçlü
olduğu özgünlükleri olan bir ülke. Bu, yabancıların İsviçre halkının refahını,
iş imkanlarını ve toplumsal “barışlarını” tehdit ettiği inancıyla birleştiği
ölçüde, ırkçı yasa bu ülkede yaşam hakkı bulabilirdi. Şimdi öteki Avrupa
ülkeleri aynı yolda yürüme kararlılığını göstereceklerdi. Zaten bu konuda
çeşitli denemeler yapılmış ve küçümsenmeyecek mesafede yol katedilmiş bulunuyor.
Genel seçimler öncesinde yoğun bir kampanya başlatan SVP,
göçmenlerin hakimler tarafından ceza olarak sınırdışı edilmelerinin önünü açan
bir yasayı referanduma götümek için 100 bin imza toplamaya çalışmış, Partinin
seçim vaatleri arasında bu yasanın genişletilerek, ’’18 yaşından küçük
hükümlülerin aileleriyle birlikte İsviçreden sürülmesi’’ni sağlayacak bir yasanın
varlığınıda ifade etmişlerdi. Dünya genelinde büyük tepki toplayan afiş ve yasa
teklifleri üzerine, BM'nin ırkçılıktan sorumlu raportörünün hükümetten bir
açıklama istediğini yazan The Independent gazetesi, yasalaşması halinde bu
uygulamanın, Nazi döneminden bu yana ilk defa Avrupa'da bir ülkenin ceza
hukukuna gireceğine dikkat çekti. Nazi döneminde 'Sippenhaft' adı verilen
uygulama, suçluların akrabalarının da cezalandırılmasına imkan veriyordu.
Hiç şüphe yok ki, tüm bu vb gelişmelere sonuç üzerinde bakmak yanıltıcıdır.
Sonuç sadece İsviçre'de ki ırkçı potansiyelin fark edilmeyen yanının açığa
çıkmasıdır. Şaşkınlık yaratan da, İsviçre gibi “demokratik, hümanist, insan
haklarında hassas ve sosyal” bir ülkede ırkçılığın bu denli güçlenmesinin
farkedilmemesidir. İsviçre'de irili-ufaklı aktif olan bir dizi ırkçı-faşist
örgütlenme bulunmasına rağmen gündelik yaşamda şiddet olaylarına öteki
ülkelerde olduğu gibi pek rastlanmamaktadır. Bu bir yanılsama yaratmış ve ırkçı
gelişme küçümsenmiştir. Sonuç sadece şaşırtıcı değil, aynı zamanda ürkütücüdür
de.
İsviçre’ye çalışmak için gelen göçmenleri ve siyasi
mültecileri “güvenliğe tehdit olarak” olarak göstermeye çalışan SVP, ülkedeki
suçların büyük kısmının göçmenler tarafından işlendiğini öne sürüyor.
Tefecilikle şişmiş İsviçre kapitalizminin ucuz emek gücü olarak sırtını
dayadığı göçmelerin kovulmasının İsviçre’deki suç oranını büyük ölçüde
azaltacağını savunan ırkçı parti, iktidarda olduğu dönem boyunca bir dizi
yabancı düşmanı yasanın altına imza attı.
Avrupa Genelinde Irkçılık ve ‘Yabancı’ Düşmanlığı
Gelişiyor:
Hatırlayalım; Dört yılda bir tekrarlanan uluslararası futbol şampiyonası
turnuvası olan Fifa Dünya Kupası (veya 2006 Dünya Kupası)'sı,
9 Haziran
ila 9 Temmuz
2006 tarihleri
arasında; ev sahipliği hakkını Temmuz 2000'de kazanan Almanya'da
yapılmıştı. Almanya’da çalışmalarını yürüten aşırı sağcı Ulusal Demokrat
Parti’nin (NPD) Dünya Kupası için hazırladığı broşürlerdeki ırkçı ifadeler
nedeniyle parti lideri Udo Voigt ile iki parti yöneticisi “halkı kışkırtmak”
suçundan yargıya sevk edilmişti. NPD,
Dünya Kupası sırasında dağıttığı broşürlerde Alman takımında siyahi oyuncuların
yer almasını eleştirmişti. Broşürde, Milli Takımı’nın siyahi oyuncusu Patrick
Ovomoyela’nın 25 numaralı formasını giyen beyaz bir oyuncu arkadan resmedilmiş,
üzerinde de “Gerçek bir milli takım için beyaz, sadece forma rengi olmamalı”
yazısı yer almıştı. Bu broşürü ikincisi izlemişti ve ikinci broşürde, 11
oyuncudan 10’u siyahi olarak resmedildi ve üzerine “2010 yılında milli takım böyle
mi olacak?” denildi. Broşürleri inceleyen Berlin Savcılığı, Voigt ile
broşürün basımından sorumlu parti üyeleri Klaus Beier ve Frank Schwerdt’in
“kışkırtıcılık yapmak ve hakaret” suçlamalarıyla yargılanacaklarını açıklamıştı.
Açıklamada, broşürlerin ifade özgürlüğünün sınırlarını aştığı vurgulanarak
“İfade özgürlüğü başkalarının temel haklarıyla ilişkilendirilir. Savcılık bu
broşürlerde siyahlara hakaret edildiği kanısındadır. Bu durumda ifade
özgürlüğünden söz edilemez” denildiği kaydedilmişti. Ve aşırı sağcı Ulusal Demokrat
Parti yetkilileri ‘suçlu’ bulunursa üç ila beş yıl arasında
hapis cezası alabilir diye de keskin bir açıklamada bulunulmuştu. Bu
açıklamaların ardından da Savcılık, 11 milli takım oyuncusundan sadece birinin
“beyazi” olarak resmedildiği broşürle, halkın kışkırtıldığı ve Ovomoyelas’ın
rencide edildiği kanısına vardı ve bu nedenle 70 bin broşür hakkında toplatma
kararı verilerek broşürler toplatılmıştı.
Şüphesiz ki aşırı sağcı Ulusal Demokrat Parti NPD’nin çalışmaları bununla sınırlı değildi. Tıpkı, İsviçre’de ki aşırı sağcı-faşist İsviçre Halk Partisi (SVP) gibi onunda göçmenlere yönelik son derece ‘renkli’ çalışmaları vardı. Ve NPD’nin bu çalışmalardan bir diğeri de hazırladıkları “iyi yolculuklar” başlıklı bir afişti. Hayırlanan bu afişle Almanya’da yaşamakta olan Türkiyeli göçmenleri bir an önce ülkeyi terk etmeye çağırmıştı. Bununla da yetinmeyen Almanya Ulusal Partisi, parti grubu, Almanlar'ın ve göçmenlerin ayrı okullarda kendi ana dillerinde eğitim görmesini talep etmişti.
Bitmedi!..
Hatırlanacağı gibi, iki yıl önce
Danimarka'da müslüman inancında olan kişilere hakaret içeren karikatürler
yayınlanmış ve bu karikatürler dünya çapında gösterilere, protestolara yol
açmıştı. Benzer bir gelişme İsveç'te de ortaya çıkmıştı. Yerel gazetelerden
Nerikes Allehanda'da 19 Ağustos'ta Hz. Muhammed'i insan başlı bir köpek gibi
tasvir eden bir eskiz yayınlanmış ve bu gelişme karşısında çeşitli islam
ülkeleri İsveç'i protesto ederken, bir çok ülkede de gösteriler yapıldı.
Emperyalist sitem tüm bunları ‘medeniyetler
çatışması’ veya ‘dinler savaşı’ olarak ifade etmeye
çalışsa da, bunun esaslı özü inceltilmiş ırkçılık ve yabancı düşmanlığıdır.
“Kapitalistler
Gölgesini Kesemedikleri Ağacı Keserler“![K.Marks]
Tüm ifade ettiklerimiz
hiç şüphesiz ki genel olarak dünyada ve özel olarakta Avrupa kıtasında gelişen
ve gelişmekte olan ırkçı-ayrımcı ve yabancı düşmanlığı rüzgarının her geçen gün
daha da sertleşerek estiğini bize göstermektedir. Bu yabancı düşmanlığı ve
ırkçı rüzgarın avrupa kıtasını dört bir koldan sarmalamasının bir çok yönü
olduğu gibi bir yönünü de yaklaşık 2 yıl öncesine doğru giderek hatırlayacak
olursak, o dönemler İngiltere'de muhalefetteki Liberal Demokrat Parti'nin
ülkede kaçak konumda yaşayan göçmenlere yönelik genel bir “af“ yasası
çıkartılması önerisinde görebilmek mümkün.
Hatırlanacağı
üzere bu öneriye İçişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada ’böyle bir affın
sözkonusu olmadığı’ belirtilmişti. Ancak gerek öneri, gerek itiraz gerekçesi,
göçmenlere bakış açısının nasıl olduğunu çarpıcı biçimde gösteriyordu. Bu
çarpıcı gerçeklik şu şekildeydi;
Göçmenlere af çıkartılmasını da yine insani veya demokratik açıdan
değil, "İngiltere'nin
çıkarları" adına savunuyorlardı.
Liberal Demokrat Parti Sözcüsü Nick Clegg, ’af’ önerirken "İngiltere'ye yasal olmayan yollardan
giren göçmenlerden pek çoğunun yüksek niteliklere ve iyi bir ticaret kafasına
sahip olduğuna" dikkat çekiyor ve sözlerini şöyle tamamlıyordu: "İngiltere'de uzun yıllar kaçak olarak
yaşamış ancak hiç bir suça karışmamış ve İngilizcesini iyi duruma getirmiş olan
göçmenlerin yasallaştırılarak iş dünyasına kazandırılması gerekir".
Liberal Demokrat Parti Sözcüsü Clegg, sözde affın "hesabını" da çıkarmayı ihmal etmemiş: "Ülkede kaçak konumda yaşamını sürdüren göçmenlerin sınır dışı edilmelerinin ülkeye yaklaşık 5 milyar sterline mal olacağına" dikkat çekip bunu tersine, yani paraya çevirmenin o ’muazzam formülasyonu’nu da şu şekilde ortaya koymuştu;"genel bir af yasası sonucu kaçak konumdaki göçmenlerin yasallaşmalarıyla birlikte ülkeye yılda yaklaşık 3 milyar dolar vergi geliri sağlanabileceğini" söylemişti. Yani herşey paraya çevrilebilir? Ve Her politikanın dolar, sterlin cinsinden bir karşılığı vardır!
Liberal Demokrat Parti Sözcüsü Clegg, sözde affın "hesabını" da çıkarmayı ihmal etmemiş: "Ülkede kaçak konumda yaşamını sürdüren göçmenlerin sınır dışı edilmelerinin ülkeye yaklaşık 5 milyar sterline mal olacağına" dikkat çekip bunu tersine, yani paraya çevirmenin o ’muazzam formülasyonu’nu da şu şekilde ortaya koymuştu;"genel bir af yasası sonucu kaçak konumdaki göçmenlerin yasallaşmalarıyla birlikte ülkeye yılda yaklaşık 3 milyar dolar vergi geliri sağlanabileceğini" söylemişti. Yani herşey paraya çevrilebilir? Ve Her politikanın dolar, sterlin cinsinden bir karşılığı vardır!
Sonuç
Olarak;
“Barış yanlısı” ve
“tarafsız ülke” olarak bilinen tefeciler diyarı İsviçre, ırkçılıkta ve yabancı
düşmanlığında çığır aşıyor. İktidardaki İsviçre Halk Partisi’nin ak koyunların
kara koyunları ülkeden defetmesi, farklı renkte ellerin İsviçre pasaportuna
saldıran logoları, İsviçre’yi yiyen leş kargaları afişlerini canlandıran
“sevimli” afileri, ülkede birbiri ardına çıkan ırkçı yasaları özetler
gibi. Gerek yaşamakta olduğumuz ülkede ve
gerekse Avrupa’nın ve dünyanın her metre karesinde gelişmekte olan vede
gelişebilecek ırkçı saldırılara karşı tüm göçmenler, demokratik kurum, kuruluş
ve kişiler ve anti-faşistler birlik olmaya, örgütlenmeye ve ortak mücadele
etmeye dünden daha çok mecbur olduklarını görerek dayanışma ağlarını
güçlendirmek zorundadırlar.