“Mücadele Edenler
Her Zaman Kazanamazlar,
Her Zaman Kazanamazlar,
Ama
Tarihte Kazananlar,
Hep
Mücadele Edenler Olmuştur!”
H.GÜRER
Ocak 2008
Ülkemizde uzun yılları kapsayan bir sorun olarak
karşımızda duran Kürt sorunu, ve azınlıklar sorunu olmakla birlikte bir bütün
olarak Ulusal sorun tüm yakıcılığıyla karşımızda durmaktadır. Hiç şüphesiz ki
Türkiye’de ki ulusal sorun, Kürt sorunundan ibaret değildir ve bununla da
sınırlanarak çerçevelenemez! Çünkü, Türkiye’de ulusal baskıyı ve egemen ulusun
tahakkümünü çeşitli biçimlerde yaşayan ve yaşamakta olan Ermeni, Arap, Çerkez,
Laz, Rum, Gürcü, Ezidi, Süryani vd azınlıklarında varlığı söz konusudur. Ancak, ülkemizde ulusal sorun noktasında Kürt
sorununun daha da ön plana çıkmış olduğu da görülmelidir. Keza, Kürt ulusal
sorunu azınlık milliyetler sorunuyla kıyaslanmayacak ve aynılaştırılamayacak
kadar farklı özelliklere ve kapsama sahip niteliktedir.
Bilinmelidir ki, Kürt
ulusal hareketinin uzun yıllardır yürütmüş olduğu mücadelede ki kararlılığı ne
olursa olsun, varolan egemen sistemi alt edebilecek ve böylece Kürt sorununun
da gerçek çözümünü sağlayabilecek biricik sosyal kuvvet hiç şüphesiz ki Türkiye
coğrafyasında yaşayan ve çeşitli azınlık milliyetlerden ve uluslardan oluşan
(Arap, Çerkez, Laz, Rum, Gürcü, Ezidi, Süryani vd) Türkiye Proletaryasının
sınıfsal zeminde bütünleşmesi ve devrimci proletaryanın siyasal iktidarı kendi
eline geçirmesiyle mümkün olacaktır.
Yine bilinmektedir ki,
Türkiye coğrafyasında, Kürt sorununa ilişkin ilk tespitleri, Kürt ulusunun bir
ulus olduğunu ve Kürt realitesini ilk olarak dile getiren ve kaleme alarak
formüle eden Kaypakka’ya yoldaştır.
Binlerce kilometre uzaktan
gürleyen Büyük Proleter Kültür Devriminin top sesleri, arz yuvarlağındaki
devrimin elverişli koşullarının da
baskısıyla keskinleşen sınıf mücadelesi üzerinde kuvvetle yankı bulacak ve
TKP/ML, tarih sahnesine kurucu önderi İbrahim Kaypakkaya’nın önderliğinde
çıkacaktır. Kulaklarında Ekim devriminin gümbürdeyen ayak sesleri, Zihninde
Büyük Proleter Kültür devriminin aydınlık bilgeliğiyle Proletarya Partisinin
ihtilalci programını kaleme alan Kaypakkaya, 5 temel belge ve 11 ilke ile
şekillendirdiği proletarya partisinin programının temel belgelerden birisini
ulusal sorun’a yer vererek oluşturur ve Kürt sorununa programda kapsamlıca yer
verir.
Kaypakkaya, Kürt ulusunun devrimci saflarda dahi ulus
olarak görülmediği ve varlığının inkar edildiği bir dönemde, ülkemizin çok
uluslu bir ülke olduğunu, tüm çarpıtmalara ve inkar politikasına karşı çok açık
ifade ile belirtmiştir. Türklerden başka ezilen bağımlı ulus olan Kürt ulusu ve
diğer azınlıkların bulunduğunu ve bunlar üzerinde milli zulmün azgınca
sürdürüldüğünü, asimilasyon ve soykırımın ise faşist devletin esaslı politikası
olduğunu bilimsel kanıtlarıyla ortaya koymuştur.
Kaypakkaya, enternasyonal proletaryanın ulusal soruna
ilişkin olan evrensel ilkelerini kendisine temel alarak, Türk şovenizmine ve
Kürt milliyetçiliğine karşı, ulusal soruna MLM bilimi rehberliğinde doğru
çözümlemeler getirmiştir.
Kaypakkaya,
“Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı”nı kayıtsız şartsız savunmuş, ve tüm
milliyetler için tam hak eşitliği, çeşitli milliyetlerden işçi sınıfı ve
halkların birliğinin önemine özel dikkat çekmiştir. Burada şu ayrımı koymakta
fayda vardır. Komünistler, her ulusal hareketi
desteklemekle yükümlü değildir! Bunun daha açıklayıcı ve somut olması açısından
sözü Lenin’e bırakıyoruz: “(…) ‘burjuva
demokratik’ kavramın yerine ‘ulusal-devrimci’ kavramını geçirmeyi biricik şey
olarak gördük. Bu değişikliğin anlamı, komünistler olarak bizim, sömürge
ülkelerde ki burjuva özgürlük hareketlerini ancak, bu hareketler gerçekten
devrimciyse, temsilcileri bizim köylüleri ve geniş sömürülen katmanları
devrimci düşünceyle eğitip örgütlememizi engellemezlerse desteklememiz
gerektiği ve destekleyeceğimizden ibarettir. Eğer bu koşullar bile mevcut
değilse, bu ülkelerde komünistler, II.Enternasyonal kahramanlarının da dahil
olduğu reformist burjuvaziyle mücadele etmek zorundadır. (…)”[1] Yukarıda Lenin’inden aktardığımız paragraftan da
anlaşılacağı üzere, tarihsel açıdan ileri(ci) bir istemle/muhtevayla hareket
etmeyen, gerici, hatta emperyalist güç odaklarından birinin oyuncağı haline
gelmiş ‘ulusal hareketlere’ destek
vermek proletaryanın çıkarlarıyla bağdaşmaz! Bundan dolayıdır ki, Kaypakkaya’nın, “Ulusların Kendi Kaderini Tayin
Hakkı”nı kayıtsız şartsız savunmuştur ibaresinden kesinlikle bu yön dikkate
alınarak yorumlanmalıdır.
Kaypakkya; Ulusal
sorunun çözümünü, ezilen ulusun burjuva bayrağı altında ve örgütlenmesi
etrafında değil, enternasyonal proletaryanın bayrağı altında ve proletarya
partisinin saflarında birleşmenin zaruriyetini ve nedenlerini de net bir
biçimde ortaya koyarak belirtmiştir.
Yine Kaypakkaya yoldaşın, o yıllarda hiçbir kesimin dile getir(e)mediği ve
keza devrimci hareketin aradan geçen uzun yıllara rağmen bugün dahi gündemine
alarak tartıştığını neredeyse söyleyemeyeceğimiz bir sorunu, yani Ermeni
sorununa kısa da olsa değinmiş olmasının altını da önemle çizmek gerekir. Keza
TKP/ML’yi tamda ermeni soykırımının tarihsel yıl dönümünde kurmuş olması da bir
tesadüf müdür?(!)
Tüm bunları belirtmemde ki
nedenin özü şu; Kaypakkaya’nın kaleme
almış olduğu Türkiye’de ki ulusal soruna ilişkin tezleri, ortaya koymuş olduğu
diğer temel belgelerin önemli bir kesimi gibi, yaşayan özünün gerçekliğini
korumaktadır. Kaypakkaya’nın 1972’nin Türkiye’sinde kaleme almış olduğu
tespitleri ve saptamaları, hiç şüphesiz ki Türkiye devrimci hareketine
bırakmış olduğu teorik mirasının en sağlam ve kalıcı bölümlerinden yalnızca
biridir ulusal soruna ilişkin yazdıkları.
Bundan hareketle de,
bizler bizlere bırakılan tüm değerleri ve kazanımları, dünya halklarının devrim
ve demokrasi mücadelesinde ki kazanımın, yani bütünün bir parçası/bir halkası
olarak görüyoruz. Bu bilinçle de; devrim ve demokrasi cephesinde kazanılan her
mevzinin, muzaffer bir zaferle taçlanan her büyük sürecin, her büyük davanın ve
ısrarla yinelenen esaslı bir mücadelenin ancak öz suyuna kavuşabileceğini
biliyoruz. Bunu bilerek, yürütülen sosyal ve ulusal mücadelelerde iç
hançerlenmelerle güçten düşürülmeler, darbelerle, komplolarla ve tasfiyecilikle
kuşatılmalar, bu gün somutta olduğu gibi kaçınılmaz olabiliyor.
Tarihsel süreci içinde
ulusal mücadelelerin gelişimine göz atıldığında görülecektir ki, Büyük Ekim
devriminin üzerinden çok geçmeden, Rusya proletaryasının büyük çarpışmalar
sonucu kazandığı zaferin, coşkun sesleriyle derin uykusundan uyanan doğunun
ezilen halklarının mücadelesi öne çıkacaktır ve Lenin bu derin uykudan uyanışı
gözden kaçırmayacak ve fevkalade önemseyecektir. Bu önemseyiş, Komünist Enternasyonalin,
Doğu halkları için “Bütün Ülkelerin
Proleterleri Birleşiniz” şiarı yerine, “Bütün
Ülkelerin Proleterleri ve Ezilen Halklar, Birleşiniz” şiarı kabul edilecek
ve Ekim devriminden birkaç yıl sonra bu şiar benimsenecektir.
Lenin, şiarın bu şekle kavuşturulmasının
gerekçelerini ortaya koyarken şunları ifade ediyor: “(…) Koşullar şiddetlenmiştir. Tüm Almanya kaynıyor,tüm asya kaynıyor.
Hindistan’da devrimci bir hareketin ortaya çıkmak üzere olduğunu okudunuz.
Çin’de Japonlara karşı sınırsız bir nefret var, Amerikalılara karı da.
Almanya’da Antant’a karşı korkunç bir nefret hakim. Bu nefret bizim için ancak
Alman işçisinin kendi kapitalistlerine karşı nefretine baktığımızda anlaşılır
olacaktır. Böylece Rusya, dünyanın ezilen halk kitlelerinin tamamının doğrudan
temsilcisi haline gelmiştir.”[2]
Anlaşılacağı gibi,
1999’dan buyana, İmralı'da Kürt sorununun çözümü adına geliştirilen, ve özü
itibariyle de resmi ideolojiye bağlılık ifade eden ve Kürt halkının çıkarlarına
hizmet etmeyen "Demokratik Cumhuriyet Projesi"nden vazgeçilmediği;
tersine daha kabul edilebilir hale getirilmeye çalışıldığı görülmektedir.
Dolayısıyla da, Halil’in bu çalışması daha bir önem arz etmektedir.
İmralı savunmasında “Kürtlerin en ağırlıklı bölümü, yüzde yetmişlere varan
kısmı Türkiye’de olduğu gibi diğer parçalar veya alanlardaki Kürtler ve
birlikte yaşadıkları için Türkmenler de Misak-ı Milli gereği Türkiye’den
sayılırlar.”[3] diyerek
belirten Öcalan, 20 senedir Türkiye Devrimci Hareketini “misaki-millici”,
“sosyal-şoven”, “Türk solu” diye suçluyorlarken, Şimdi Türkiye’nin bilinen
“misak-ı milli” sınırları da aşılarak, 1925 antlaşmasında “misaki-millici”
sınırları dışında kalan kesimi de katarak, orası “vatan toprağı”dır, denilir
hale gelmiş durumdadırlar.
“Demokratik Cumhuriyet”
tezleri oluşturulurken, inci zincirine
yeni yeni halkalar eklenerek şöyle devam edilmekte; “Misak-ı Milli'nin dışında kalan parçalarda ki
Kürt-Türkmen topluluklarına en azından yaşadıkları devlet içinde soykırıma
uğramadan demokratik kimlikleriyle yaşamalarına Türkiye Cumhuriyetinin yardımı
hem ahlaki hem siyasi bir görevidir, diyorum. Bu başka devletlerin iç işlerine
karışma değildir.” Diyerek gerekli müdahalelerde bulunmaya da
teşvik primi sağlıyor.
“Demokratik Cumhuriyet”
başlığı altında filizlenip çiçeklenen tezlerin iç yüzünü açık ve berrak bir
şekilde deşifre eden Halil’in, bu çalışmasıyla “Demokratik Cumhuriyet” süngüsünü
de düşürmüş oluyor.
Halil bu çalışmasında
“Demokratik Cumhuriyet” tezlerinin yalnız süngüsünü düşürmemiş, ona hem içerik
hem de biçim olarak ilham veren ve Öcalan’ın kendisine yol ve yön gösterici,
pusula görevi görmesi için örnek aldığı ve ‘Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin
Hakkını’ ret eden ve Kürt halkının
“bağımsız Kürdistan” kurma istem ve düşünü hançerlemenin koltuk değnekleri
olarak kendisine dayanak olarak aldığı ve uzun uzun aktarımlarda bulunduğu
Leslie Lipson’un da hangi ideolojik dereden suyunu içtiğini ve hangi sınıfın
çıkarlarına hizmet ettiğini de ortaya koyarak “Demokratik Cumhuriyet”
tezlerinin de esasen Leslie Lipson’dan alındığını da ortaya koyarak mahkum
ediyor.
Öcalan ve İmralı
çizgisinin savunucuları Leslie Lipson’u izlemeye devam ediyorlar! Biz ise,
yaşanmış ve yaşanabilecek gerçekleri bir bütün olarak okurun denetimine sunmak
için Uluslar arası Proletaryanın engin bilimi olan MLM bilimini izliyoruz.
Öcalan’ın ve yön belirleyicisi olan Leslie Lipson’un çabaları ‘Ulusların Kendi
Kaderlerini Tayin Hakkını’ ve MLM nin büyük ustalarını eklektik düşünce
sistematiğiyle çarpıtamayacak ve yok sayamayacak kadar MLM bilimi derin,çaplı
ve bilimseldir.
Gerek uluslar arası proletaryanın iktidar
mücadelesinde, gerekse ulusların yürütmüş olduğu ulusal mücadelelerde geçici
yol kazalarına uğramalarına karşın, aldığı ağır yenilgi ve darbelere rağmen,
canlı olanla zenginleşmiş taze bir rüzgarı arkasına alarak emperyalizmin
kafasında direniş davullarını çalmayı hiç eksik etmeden bu günlere kadar gelindiği
bir gerçektir. Uluslar arası Proletarya ve dünya ezilen halkları geçici yol
kazalarına, göreli yenilgilere karşın, tarihsel tecrübelerinden aldığı güçle,
kuşandığı ruhla, emperyalistlerin demir ağlarla kuşatılmış çemberi altında,
kendisini büyütmeyi başarabileceğini bir kez daha gösterecektir.
21. yüzyıl, önlenemez bir
biçimde, dünyanın emek güneşi çevresinde döneceği günlere doğru yol alıyor. Ve
sınıf bilinçli proletarya, emperyalizminin sultasına ve dünya gericiliğine
karşı yeni darbeler vurmak ve yeni gedikler açmak için örgütleniyor.
Küreselleşme masalının fena haldeki sonuçları; halkların sömürülmesi, yıkıma
uğratılması, köleleştirilmesi ve yağmalanması dünya halkları tarafından
görülmekte. Küreselleşme masalı gelinen noktada aşı tutmuyor. Dünyanın arz
yuvarlağında toplumsal kaynama çoktan başladı bile. Dünya kapitalizmi yanar
dağın üstünde…
Sefalete itilen dünya emekçi halklarının ve işçi
sınıfının, öfke seli sokakları doldurmaya başladı bile. Avrupa meydanları
ayakta. Suların yükselmesi henüz istenilen seviyede değil ama, toplumsal
kaynama dereceli kutuplaşmayı işaret ediyor. Ezilen dünya halklarının “YA
BASTA”, yani “ARTIK YETER” haykırışlarıyla baş kaldırdığı direniş ve mücadele
soluğu burjuvazinin ensesindedir.
21. yüzyılın ilk çeyreği,
dünyanın kırlarında ve, giderek şehirlerinde biriken yanıcı maddeyi, dünyanın
çatısından yükselen devrimin sıcak aleviyle tutuşmasına tanık olmaktan geri
kalmayacaktır. Halkların Düşmanlar dünyasının, İşçi ve emekçilerin direniş,
mücadele ve devrimin lavlarıyla alev alacağı günler hiç de uzak değil.
Açlığa ve sefalete itilen
dünya emekçi halklarının, çareyi örgütlenmede ve mücadele etmede aramaları
kaçınılmazdır. “Anarşi içinde anarşiyle işleyen” kapitalist toplum da, “her
şeyin celladı sermaye”nin de uykularının kaçacağı günler pek uzak olmasa gerek!
Halil’in bu kapsamlı
çalışmasında, Kürt ulusal mücadelesinin devrimci öğelerinin, ‘Ulusların Kendi
Kaderlerini Tayin Hakkı’ (UKKTH) ilkesinin ve Ulusal mücadele saflarında ki
devrimci dinamiklerin nasılda eritilerek sisteme entegre edilmek istenmesinin
çarpıcı ve açık çözümlemesini bulacaksınız. Yine Halil’in bu çalışmasının
satırlarında, bir ulusun görkemli mücadelesini teslimiyete sürükleyen çizginin
sahiplerine karşı, dünya işçi sınıfının ve ezilen halklarının yol göstericisi
bilge ustalarının, özgürlüğünü elde etmek isteyenlere sundukları MLM biliminin
yol göstericiliğiyle direniş ve mücadele tuğlalarını üst üste koyarak öz suyunu
buradan alıp, teslimiyete karşı direnişin, yılgınlığa karşı mücadelenin kızıl bayrağını
dalgalandırdığını da göreceksiniz.
Sonuç Olarak; Bu çalışma hemen İmralı savunması
sonrasında yapılmış, 2001 yılı Mart’ında da Umut Yayımcılığa gönderilmiştir.
Basımı için dizgisinin de tamamlandığı, ancak sonradan basılamadığı ve bugüne
kadar da basma fırsatı bulunamamıştır.
Aradan hayli zaman geçti ve bu süre içinde
Öcalan’ın bir çok savunma ve “çözüm projeleri” ürettiğini, ve ama
incelendiğinde, bütün bunların “İmralı savunması” olarak geçen, ilk savunmanın
perspektifinde şeyler olduğu, özünün değişmediğini ve son dönemde bağımsız
adaylarla meclise girilmesiyle birlikte İmralı savunmasında öngörülen “çözüm”
felsefesine doğrudan geri dönüş yapıldığını görmek mümkündür.
Kürt sorununa çözümü 1921’lerde M.Kemal’in ileri
sürdüğü özerk-yerel yönetimler eksenine oturtması sebebiylede, İmralı
savunması’nın güncelliğini tap taze koruduğunu, bu savunmalarda ileri sürülen
temel duruş ve yaklaşım mahkum edilmeden Kürt ulusal hareketinin doğru yolu
bulamayacağı görülmelidir. Demokratik Halk Devriminin bir dinamiğinin ve Kürt
emekçilerinin sosyal kurtuluş mücadelelerinde yerlerini almada ciddi engellerin
olacağı, Kürt coğrafyasında sosyal kurtuluş eksenli devrimci savaş
yürütülmesinin alanının daralacağı görülmek zorundadır. İşte buna doğru
temelde hizmet etmesi amacıyla Halil’in bu çalışmasının güncel ve pratik bir
önem arz ettiğini, “İmralı savunmaları”nın yapıldığı süreçte olduğu gibi,bu
günde yakıcılığını koruduğu açıktır ve bu yönden okurla buluşturmanın bir
sorumluluk gereği olduğu görülmelidir.
Dünya Proletaryası, insanliğın
özgürlük düşünü, nasırlı ellerinde tuttuğu yaşamın çekiciyle, yıldızlara
çivileyeceği gün çok uzak değil…
[1] Lenin, Komünist
Enternasyonal II.Kongresi’nde Ulusal ve Sömürgesel Sorun Komisyonu’nun Raporu.
26 Temmuz 1920. Sayfa:263/264/265.
[2]
Lenin,Moskova Hücre Sekreterlerinin Toplantısında Konuşma. 26 Kasım 1920. Seçme
Eserler. Cilt-8. Sayfa:307