2 Ocak 2008 Çarşamba

Abdullah Öcalan’ın “demokratik cumhuriyet”i kimin cumhuriyetidir? Kitabına ÖNSÖZ!


“Mücadele Edenler
Her Zaman Kazanamazlar,
Ama Tarihte Kazananlar,
Hep Mücadele Edenler Olmuştur!”
H.GÜRER
Ocak 2008

Ülkemizde uzun yılları kapsayan bir sorun olarak karşımızda duran Kürt sorunu, ve azınlıklar sorunu olmakla birlikte bir bütün olarak Ulusal sorun tüm yakıcılığıyla karşımızda durmaktadır. Hiç şüphesiz ki Türkiye’de ki ulusal sorun, Kürt sorunundan ibaret değildir ve bununla da sınırlanarak çerçevelenemez! Çünkü, Türkiye’de ulusal baskıyı ve egemen ulusun tahakkümünü çeşitli biçimlerde yaşayan ve yaşamakta olan Ermeni, Arap, Çerkez, Laz, Rum, Gürcü, Ezidi, Süryani vd azınlıklarında varlığı söz konusudur.  Ancak, ülkemizde ulusal sorun noktasında Kürt sorununun daha da ön plana çıkmış olduğu da görülmelidir. Keza, Kürt ulusal sorunu azınlık milliyetler sorunuyla kıyaslanmayacak ve aynılaştırılamayacak kadar farklı özelliklere ve kapsama sahip niteliktedir.
            Bilinmelidir ki, Kürt ulusal hareketinin uzun yıllardır yürütmüş olduğu mücadelede ki kararlılığı ne olursa olsun, varolan egemen sistemi alt edebilecek ve böylece Kürt sorununun da gerçek çözümünü sağlayabilecek biricik sosyal kuvvet hiç şüphesiz ki Türkiye coğrafyasında yaşayan ve çeşitli azınlık milliyetlerden ve uluslardan oluşan (Arap, Çerkez, Laz, Rum, Gürcü, Ezidi, Süryani vd) Türkiye Proletaryasının sınıfsal zeminde bütünleşmesi ve devrimci proletaryanın siyasal iktidarı kendi eline geçirmesiyle mümkün olacaktır.

            Yine bilinmektedir ki, Türkiye coğrafyasında, Kürt sorununa ilişkin ilk tespitleri, Kürt ulusunun bir ulus olduğunu ve Kürt realitesini ilk olarak dile getiren ve kaleme alarak formüle eden Kaypakka’ya yoldaştır.
            Binlerce kilometre uzaktan gürleyen Büyük Proleter Kültür Devriminin top sesleri, arz yuvarlağındaki devrimin  elverişli koşullarının da baskısıyla keskinleşen sınıf mücadelesi üzerinde kuvvetle yankı bulacak ve TKP/ML, tarih sahnesine kurucu önderi İbrahim Kaypakkaya’nın önderliğinde çıkacaktır. Kulaklarında Ekim devriminin gümbürdeyen ayak sesleri, Zihninde Büyük Proleter Kültür devriminin aydınlık bilgeliğiyle Proletarya Partisinin ihtilalci programını kaleme alan Kaypakkaya, 5 temel belge ve 11 ilke ile şekillendirdiği proletarya partisinin programının temel belgelerden birisini ulusal sorun’a yer vererek oluşturur ve Kürt sorununa programda kapsamlıca yer verir.
            Kaypakkaya, Kürt ulusunun devrimci saflarda dahi ulus olarak görülmediği ve varlığının inkar edildiği bir dönemde, ülkemizin çok uluslu bir ülke olduğunu, tüm çarpıtmalara ve inkar politikasına karşı çok açık ifade ile belirtmiştir. Türklerden başka ezilen bağımlı ulus olan Kürt ulusu ve diğer azınlıkların bulunduğunu ve bunlar üzerinde milli zulmün azgınca sürdürüldüğünü, asimilasyon ve soykırımın ise faşist devletin esaslı politikası olduğunu bilimsel kanıtlarıyla ortaya koymuştur.
            Kaypakkaya, enternasyonal proletaryanın ulusal soruna ilişkin olan evrensel ilkelerini kendisine temel alarak, Türk şovenizmine ve Kürt milliyetçiliğine karşı, ulusal soruna MLM bilimi rehberliğinde doğru çözümlemeler getirmiştir.
            Kaypakkaya, “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı”nı kayıtsız şartsız savunmuş, ve tüm milliyetler için tam hak eşitliği, çeşitli milliyetlerden işçi sınıfı ve halkların birliğinin önemine özel dikkat çekmiştir. Burada şu ayrımı koymakta fayda vardır. Komünistler, her ulusal hareketi desteklemekle yükümlü değildir! Bunun daha açıklayıcı ve somut olması açısından sözü Lenin’e bırakıyoruz: “(…) ‘burjuva demokratik’ kavramın yerine ‘ulusal-devrimci’ kavramını geçirmeyi biricik şey olarak gördük. Bu değişikliğin anlamı, komünistler olarak bizim, sömürge ülkelerde ki burjuva özgürlük hareketlerini ancak, bu hareketler gerçekten devrimciyse, temsilcileri bizim köylüleri ve geniş sömürülen katmanları devrimci düşünceyle eğitip örgütlememizi engellemezlerse desteklememiz gerektiği ve destekleyeceğimizden ibarettir. Eğer bu koşullar bile mevcut değilse, bu ülkelerde komünistler, II.Enternasyonal kahramanlarının da dahil olduğu reformist burjuvaziyle mücadele etmek zorundadır. (…)”[1] Yukarıda Lenin’inden aktardığımız paragraftan da anlaşılacağı üzere, tarihsel açıdan ileri(ci) bir istemle/muhtevayla hareket etmeyen, gerici, hatta emperyalist güç odaklarından birinin oyuncağı haline gelmiş  ‘ulusal hareketlere’ destek vermek proletaryanın çıkarlarıyla bağdaşmaz! Bundan dolayıdır ki, Kaypakkaya’nın, “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı”nı kayıtsız şartsız savunmuştur ibaresinden kesinlikle bu yön dikkate alınarak yorumlanmalıdır.
            Kaypakkya; Ulusal sorunun çözümünü, ezilen ulusun burjuva bayrağı altında ve örgütlenmesi etrafında değil, enternasyonal proletaryanın bayrağı altında ve proletarya partisinin saflarında birleşmenin zaruriyetini ve nedenlerini de net bir biçimde ortaya koyarak belirtmiştir.
            Yine Kaypakkaya yoldaşın, o yıllarda hiçbir kesimin dile getir(e)mediği ve keza devrimci hareketin aradan geçen uzun yıllara rağmen bugün dahi gündemine alarak tartıştığını neredeyse söyleyemeyeceğimiz bir sorunu, yani Ermeni sorununa kısa da olsa değinmiş olmasının altını da önemle çizmek gerekir. Keza TKP/ML’yi tamda ermeni soykırımının tarihsel yıl dönümünde kurmuş olması da bir tesadüf müdür?(!)
            Tüm bunları belirtmemde ki nedenin özü şu; Kaypakkaya’nın kaleme almış olduğu Türkiye’de ki ulusal soruna ilişkin tezleri, ortaya koymuş olduğu diğer temel belgelerin önemli bir kesimi gibi, yaşayan özünün gerçekliğini korumaktadır. Kaypakkaya’nın 1972’nin Türkiye’sinde kaleme almış olduğu tespitleri ve saptamaları, hiç şüphesiz ki Türkiye devrimci hareketine bırakmış olduğu teorik mirasının en sağlam ve kalıcı bölümlerinden yalnızca biridir ulusal soruna ilişkin yazdıkları.
            Bundan hareketle de, bizler bizlere bırakılan tüm değerleri ve kazanımları, dünya halklarının devrim ve demokrasi mücadelesinde ki kazanımın, yani bütünün bir parçası/bir halkası olarak görüyoruz. Bu bilinçle de; devrim ve demokrasi cephesinde kazanılan her mevzinin, muzaffer bir zaferle taçlanan her büyük sürecin, her büyük davanın ve ısrarla yinelenen esaslı bir mücadelenin ancak öz suyuna kavuşabileceğini biliyoruz. Bunu bilerek, yürütülen sosyal ve ulusal mücadelelerde iç hançerlenmelerle güçten düşürülmeler, darbelerle, komplolarla ve tasfiyecilikle kuşatılmalar, bu gün somutta olduğu gibi kaçınılmaz olabiliyor.
            Tarihsel süreci içinde ulusal mücadelelerin gelişimine göz atıldığında görülecektir ki, Büyük Ekim devriminin üzerinden çok geçmeden, Rusya proletaryasının büyük çarpışmalar sonucu kazandığı zaferin, coşkun sesleriyle derin uykusundan uyanan doğunun ezilen halklarının mücadelesi öne çıkacaktır ve Lenin bu derin uykudan uyanışı gözden kaçırmayacak ve fevkalade önemseyecektir. Bu önemseyiş, Komünist Enternasyonalin, Doğu halkları için “Bütün Ülkelerin Proleterleri Birleşiniz” şiarı yerine, “Bütün Ülkelerin Proleterleri ve Ezilen Halklar, Birleşiniz” şiarı kabul edilecek ve Ekim devriminden birkaç yıl sonra bu şiar benimsenecektir.
            Lenin, şiarın bu şekle kavuşturulmasının gerekçelerini ortaya koyarken şunları ifade ediyor: “(…) Koşullar şiddetlenmiştir. Tüm Almanya kaynıyor,tüm asya kaynıyor. Hindistan’da devrimci bir hareketin ortaya çıkmak üzere olduğunu okudunuz. Çin’de Japonlara karşı sınırsız bir nefret var, Amerikalılara karı da. Almanya’da Antant’a karşı korkunç bir nefret hakim. Bu nefret bizim için ancak Alman işçisinin kendi kapitalistlerine karşı nefretine baktığımızda anlaşılır olacaktır. Böylece Rusya, dünyanın ezilen halk kitlelerinin tamamının doğrudan temsilcisi haline gelmiştir.”[2] 
            Anlaşılacağı gibi, 1999’dan buyana, İmralı'da Kürt sorununun çözümü adına geliştirilen, ve özü itibariyle de resmi ideolojiye bağlılık ifade eden ve Kürt halkının çıkarlarına hizmet etmeyen "Demokratik Cumhuriyet Projesi"nden vazgeçilmediği; tersine daha kabul edilebilir hale getirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Dolayısıyla da, Halil’in bu çalışması daha bir önem arz etmektedir.
            İmralı savunmasında “Kürtlerin en ağırlıklı bölümü, yüzde yetmişlere varan kısmı Türkiye’de olduğu gibi diğer parçalar veya alanlardaki Kürtler ve birlikte yaşadıkları için Türkmenler de Misak-ı Milli gereği Türkiye’den sayılırlar.”[3] diyerek belirten Öcalan, 20 senedir Türkiye Devrimci Hareketini “misaki-millici”, “sosyal-şoven”, “Türk solu” diye suçluyorlarken, Şimdi Türkiye’nin bilinen “misak-ı milli” sınırları da aşılarak, 1925 antlaşmasında “misaki-millici” sınırları dışında kalan kesimi de katarak, orası “vatan toprağı”dır, denilir hale gelmiş durumdadırlar.
            “Demokratik Cumhuriyet” tezleri oluşturulurken,  inci zincirine yeni yeni halkalar eklenerek şöyle devam edilmekte;  “Misak-ı Milli'nin dışında kalan parçalarda ki Kürt-Türkmen topluluklarına en azından yaşadıkları devlet içinde soykırıma uğramadan demokratik kimlikleriyle yaşamalarına Türkiye Cumhuriyetinin yardımı hem ahlaki hem siyasi bir görevidir, diyorum. Bu başka devletlerin iç işlerine karışma değildir.” Diyerek gerekli müdahalelerde bulunmaya da teşvik primi sağlıyor.
            “Demokratik Cumhuriyet” başlığı altında filizlenip çiçeklenen tezlerin iç yüzünü açık ve berrak bir şekilde deşifre eden Halil’in, bu çalışmasıyla “Demokratik Cumhuriyet” süngüsünü de düşürmüş oluyor.
            Halil bu çalışmasında “Demokratik Cumhuriyet” tezlerinin yalnız süngüsünü düşürmemiş, ona hem içerik hem de biçim olarak ilham veren ve Öcalan’ın kendisine yol ve yön gösterici, pusula görevi görmesi için örnek aldığı ve ‘Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkını’  ret eden ve Kürt halkının “bağımsız Kürdistan” kurma istem ve düşünü hançerlemenin koltuk değnekleri olarak kendisine dayanak olarak aldığı ve uzun uzun aktarımlarda bulunduğu Leslie Lipson’un da hangi ideolojik dereden suyunu içtiğini ve hangi sınıfın çıkarlarına hizmet ettiğini de ortaya koyarak “Demokratik Cumhuriyet” tezlerinin de esasen Leslie Lipson’dan alındığını da ortaya koyarak mahkum ediyor.
            Öcalan ve İmralı çizgisinin savunucuları Leslie Lipson’u izlemeye devam ediyorlar! Biz ise, yaşanmış ve yaşanabilecek gerçekleri bir bütün olarak okurun denetimine sunmak için Uluslar arası Proletaryanın engin bilimi olan MLM bilimini izliyoruz. Öcalan’ın ve yön belirleyicisi olan Leslie Lipson’un çabaları ‘Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkını’ ve MLM nin büyük ustalarını eklektik düşünce sistematiğiyle çarpıtamayacak ve yok sayamayacak kadar MLM bilimi derin,çaplı ve bilimseldir.
Gerek uluslar arası proletaryanın iktidar mücadelesinde, gerekse ulusların yürütmüş olduğu ulusal mücadelelerde geçici yol kazalarına uğramalarına karşın, aldığı ağır yenilgi ve darbelere rağmen, canlı olanla zenginleşmiş taze bir rüzgarı arkasına alarak emperyalizmin kafasında direniş davullarını çalmayı hiç eksik etmeden bu günlere kadar gelindiği bir gerçektir. Uluslar arası Proletarya ve dünya ezilen halkları geçici yol kazalarına, göreli yenilgilere karşın, tarihsel tecrübelerinden aldığı güçle, kuşandığı ruhla, emperyalistlerin demir ağlarla kuşatılmış çemberi altında, kendisini büyütmeyi başarabileceğini bir kez daha gösterecektir.
            21. yüzyıl, önlenemez bir biçimde, dünyanın emek güneşi çevresinde döneceği günlere doğru yol alıyor. Ve sınıf bilinçli proletarya, emperyalizminin sultasına ve dünya gericiliğine karşı yeni darbeler vurmak ve yeni gedikler açmak için örgütleniyor. Küreselleşme masalının fena haldeki sonuçları; halkların sömürülmesi, yıkıma uğratılması, köleleştirilmesi ve yağmalanması dünya halkları tarafından görülmekte. Küreselleşme masalı gelinen noktada aşı tutmuyor. Dünyanın arz yuvarlağında toplumsal kaynama çoktan başladı bile. Dünya kapitalizmi yanar dağın üstünde…
Sefalete itilen dünya emekçi halklarının ve işçi sınıfının, öfke seli sokakları doldurmaya başladı bile. Avrupa meydanları ayakta. Suların yükselmesi henüz istenilen seviyede değil ama, toplumsal kaynama dereceli kutuplaşmayı işaret ediyor. Ezilen dünya halklarının “YA BASTA”, yani “ARTIK YETER” haykırışlarıyla baş kaldırdığı direniş ve mücadele soluğu burjuvazinin ensesindedir.
            21. yüzyılın ilk çeyreği, dünyanın kırlarında ve, giderek şehirlerinde biriken yanıcı maddeyi, dünyanın çatısından yükselen devrimin sıcak aleviyle tutuşmasına tanık olmaktan geri kalmayacaktır. Halkların Düşmanlar dünyasının, İşçi ve emekçilerin direniş, mücadele ve devrimin lavlarıyla alev alacağı günler hiç de uzak değil.
            Açlığa ve sefalete itilen dünya emekçi halklarının, çareyi örgütlenmede ve mücadele etmede aramaları kaçınılmazdır. “Anarşi içinde anarşiyle işleyen” kapitalist toplum da, “her şeyin celladı sermaye”nin de uykularının kaçacağı günler pek uzak olmasa gerek!
            Halil’in bu kapsamlı çalışmasında, Kürt ulusal mücadelesinin devrimci öğelerinin, ‘Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı’ (UKKTH) ilkesinin ve Ulusal mücadele saflarında ki devrimci dinamiklerin nasılda eritilerek sisteme entegre edilmek istenmesinin çarpıcı ve açık çözümlemesini bulacaksınız. Yine Halil’in bu çalışmasının satırlarında, bir ulusun görkemli mücadelesini teslimiyete sürükleyen çizginin sahiplerine karşı, dünya işçi sınıfının ve ezilen halklarının yol göstericisi bilge ustalarının, özgürlüğünü elde etmek isteyenlere sundukları MLM biliminin yol göstericiliğiyle direniş ve mücadele tuğlalarını üst üste koyarak öz suyunu buradan alıp, teslimiyete karşı direnişin, yılgınlığa karşı mücadelenin kızıl bayrağını dalgalandırdığını da göreceksiniz.
Sonuç Olarak; Bu çalışma hemen İmralı savunması sonrasında yapılmış, 2001 yılı Mart’ında da Umut Yayımcılığa gönderilmiştir. Basımı için dizgisinin de tamamlandığı, ancak sonradan basılamadığı ve bugüne kadar da basma fırsatı bulunamamıştır.
Aradan hayli zaman geçti ve bu süre içinde Öcalan’ın bir çok savunma ve “çözüm projeleri” ürettiğini, ve ama incelendiğinde, bütün bunların “İmralı savunması” olarak geçen, ilk savunmanın perspektifinde şeyler olduğu, özünün değişmediğini ve son dönemde bağımsız adaylarla meclise girilmesiyle birlikte İmralı savunmasında öngörülen “çözüm” felsefesine doğrudan geri dönüş yapıldığını görmek mümkündür.
Kürt sorununa çözümü 1921’lerde M.Kemal’in ileri sürdüğü özerk-yerel yönetimler eksenine oturtması sebebiylede, İmralı savunması’nın güncelliğini tap taze koruduğunu, bu savunmalarda ileri sürülen temel duruş ve yaklaşım mahkum edilmeden Kürt ulusal hareketinin doğru yolu bulamayacağı görülmelidir. Demokratik Halk Devriminin bir dinamiğinin ve Kürt emekçilerinin sosyal kurtuluş mücadelelerinde yerlerini almada ciddi engellerin olacağı, Kürt coğrafyasında sosyal kurtuluş eksenli devrimci savaş yürütülmesinin alanının daralacağı görülmek zorundadır. İşte buna doğru temelde hizmet etmesi amacıyla Halil’in bu çalışmasının güncel ve pratik bir önem arz ettiğini, “İmralı savunmaları”nın yapıldığı süreçte olduğu gibi,bu günde yakıcılığını koruduğu açıktır ve bu yönden okurla buluşturmanın bir sorumluluk gereği olduğu görülmelidir.
            Dünya Proletaryası, insanliğın özgürlük düşünü, nasırlı ellerinde tuttuğu yaşamın çekiciyle, yıldızlara çivileyeceği gün çok uzak değil…







[1] Lenin, Komünist Enternasyonal II.Kongresi’nde Ulusal ve Sömürgesel Sorun Komisyonu’nun Raporu. 26 Temmuz 1920. Sayfa:263/264/265.
[2] Lenin,Moskova Hücre Sekreterlerinin Toplantısında Konuşma. 26 Kasım 1920. Seçme Eserler. Cilt-8. Sayfa:307
[3] Savunma, s.124