4 Ekim 2016 Salı

Anladım ki!..

H.GÜRER
4 Ekim 2016
Anladım ki...
Sevdiğiniz düşmanınız, dostunuz katiliniz olabilirmiş...
Hayatı uzatmanız mümkün değil, 
ama yaşadığınız zamana uzun ve anlamlı bir hayat sığdırmak sizin becerinizmiş.


Anladım ki...
İki türlü hayat varmış. Biri yaşanan, diğeri ise seyredilen,
Ve yaşadığımız hayat, tercihlerimizin/yaptıklarımızın toplamından ibaretmiş...


Anladım ki...
İnsan basit olmalı, susayınca su içmek gibi...
Yalın olmalı, süsten ve gösterişten uzak.
Olduğu gibi, içten, hesapsız...
Takılmamalı kılık kıyafete,
Bir pantolon, bir ayakkabı ve bir tişörtle günleri geçirmesini bilmeli.
Temiz olmalı, güzel kokmalı ama!
Sonra medeni cesaret sahibi olmalı.
Başkasının aklıyla düşünüp, kendi ağzıyla söylememeli,
Düşüncelerini savunmasını bilmeli. Onlar için kavga etmesini de...
İşkenceden zafer işareti yapıp çıkmasını da...
Sevdiği için en büyük çılgınlığı yapmasını da bilecek, dayak yemesini de...
Kırılan dişleriyle gülümsemesini bilecek hayata.
İstemediğine “Hayır”, istediğine “Evet” demesini bilecek.
Lafı dolandırmayacak. “Seni seviyorum” da diyebilecek “sevmiyorum” da...
Haklı veya haksızı kişilerin ‘itibarları’ ile belirlemeyecek.
Şarap içmesini de bilecek, Aşkın ve kavganın en güzelini yaşamasını da.
Ölesiye sevecek, ama özgürlüğünü kimsenin eline vermeyecek,
Nede başkasının özgürlüğünü kendi eline almayacak...
Ekmeksiz ve susuz yaşanmayacağını bilecek, bunları paylaşmasını da...
Sevgisiz ve umutsuz yaşanmadığını da bilecek,
Kendisini sevilmek için dayatmaması gerektiğini de...
Dünyayı ve hayatı sevmesini bilecek, onları değiştirmek gerektiğini de...
Sonra, mücadele etmeden ve kaybetmeyi göze almadan, kazanamayacağını bilecek.
Yeniyi isteyecek, yenilenmesini bilecek,
Yenildiğinde ise tekrar ayağa kalkmasını da bilecek...
İçinde bulunduğu hayatın provasını önceden yapma şansı olmadığını,
tek bir hakkı olduğunu da bilecek,
İçinden sağ çıkmanın mümkün olmadığını da...
Doğruları söylediğinde yalnız kalacağını,
Yalnızlığın ise usta bir öğretmen olduğunu da bilecek...
Ve yaşadıklarının hepsinden öğrenmesini de...

Anladım ki...
İnsan, edindiği diplomalarla değil, emek verdiği ve sevebildiği ölçüde insandır...
İnsan, başkalarının zenginliği ve iktidarı için değil,
Kendisi için ölmeyi bilecek!
Ölümü ise; yaşamı gibi, insanlığa hizmet edecek...

Anladım ki...
Her şeyin bir sonu var, bilginin sonu yok...
İnsan, sorgulanmamış bilginin, dogmatik bir inanca
ve ezbere bir yaşama götüreceğini bilmeli.
Cehaletin, bilumum insanlığın, en büyük düşmanı olduğunu,
Yaşamın ise, bilmediğine inanan-inandığını bilmeyenlerin elinde can çekiştiğini bilecek,
Hayat boyu cehalete ve gericiliğe karşı her alanda mücadele etmesini de...
Doğru yönü görmek, gösterilen parmağa bakmakla değil,
Parmağın gösterdiği yere bakmakla mümkün olduğunu bilecek...
Haksızlığı, eşitsizliği ve sömürüyü bilmenin bir durum olduğunu,
Bunlara karşı olmanın ise bir duruş olduğunu bilecek...
İnsan, ‘bilmenin’ ve ‘karşı koymanın’ arasında ki farkı da bilecek,
İnanmanın, bilmekten ve öğrenmekten daha kolay olduğunu da...
Bu yüzden hiç bir bilgiyi sorgulamadan doğru kabul etmeyecek,
Sorgulayamadığı şeylere ise, inanmaması gerektiğini de bilecek...

Anladım ki...
İnsan, bugünü yaşamamaya yarını endişe etmekle başlıyor. Yarın ise meçhul...
Böylece ne bugünü nede yarını yaşamış oluyor.
İnsan, paranın basit bir başarı olduğunu bilmeli,
Kazandıkça kazanma isteğiyle ruhu hastalandıran doyumsuz bir obezite olduğunu da...
Para tutkusu olanların, aynı dinin elemanları olduğunu bilmeli,
İnsanın parayı bastığını, paranın ise insanın sahtesini yaptığını da...
İnsan, paranın tehlikesini bilmeli,
Çünkü onun öldürdüğü ruh, kılıcın kopardığı kafadan, kurşuna dizilen bedenden fazlasıdır...
İnsan, para için sağlığını yitirip,
sonrada sağlığını geri almak için kazandığı parayı harcama ahmaklığına düşmemeli.
İnsanın zenginliği, satın aldıklarıyla değil, alamadığı şeyler kadardır...
İnsanın değersizleşmesinin, nesnelere verilen değerin artmasıyla orantılı olduğunu bilmeli...

Anladım ki...
İnsan, ‘namusunun’ bir başkalarında olmadığını, o’nun kendi kişiliği olduğunu,
Kişiliğinin ise politik olduğunu bilecek...
Nerde durduğu, ne yaptığı esasen ‘namusunun’ bir ölçütü olduğunu da...
İnsan ürettiği ölçüde var olduğunu, paylaştığı oranda çoğaldığını bilecek,
Hak ettiği ilişkilerle yaşayıp, onlarla öleceğini de...

Anladım ki...
İnsan zamanla yarışmamalı, ona alışmalı!
Zamanı boşa geçirmemeli, çünkü zamanın, hayatın ta kendisi olduğunu bilmeli.
Yaşamamış gibi ölmemek için, ölümsüz gibi yaşamamalı,
Bilmeli ki, hayata yüklediği anlam oranında anlamlı kılacak yaşamını...

Anladım ki...
Emek, insanı insan yapan en yüce değermiş,
Neye emek verirsen onun karşılığını alırsın.
Tarlaya verirsen hasat, insana verirsen gelecek...
Karşındakinin sana yaklaşımı, senin ona verdiklerinin bir ölçütüymüş...

Anladım ki...
İnsan başarılı olarak mutlu olamaz. Aksine, mutlu olan başarılı olur.
Mutluluk, çok şeye sahip olanın değil, en az şeye ihtiyaç duyanındır...
Tözünde değer olmadıkça, salt ‘başarı’ ne ifade eder?
Herhangi bir şeye verilen değer, verenin bilinci ve değeriyle ölçülür.
Özünde bir değer taşımıyorsa, karşısındakine de değer veremez...
Ve yaşıyorken verilmeyen değer, kolayca ölülere verilir...

Ve, İnsan da anlamalı...
Sonsuz bir karanlığın içinde doğduğunu, bir damla sudan nasıl var olduğunu.
Öğrenmeli, hayatı avuçlarından tutup gamzelerinden öpmeyi, onu bir mucize gibi yaşamayı.
Bilmeli, hayatın biriktirilemeyeceğini, sevdiği kadar sevileceğini, yaşadığı gibi öleceğini.
Fark etmeli, duyguda temel tonun mutluluk olduğunu, geleceği önceden görenlerin derin acılar çektiğini...
Acıyı da sevinci de  paylaşmalı, 
bebeği gıdısından öpmeli, 
sevdiklerine sarılmalı, 
yürek atışlarını düşük nabzında duymalı...
Korkmalı, çirkin şeyler yapmaktan, bir de sevdiklerinden sonra ölmekten...
Unutmamalı, her günü son gün gibi yaşamayı,
ve bir gün
O son gün olacağını...