20 Ağustos 2017 Pazar

Bilginin iktidarı!

(Bilgi iktidar, iktidar bilgi sarmalı!)
H.GÜRER
20 Ağustos 2017

“Bilime giden düz bir yol yoktur ve ancak
onun dik patikalarında yorucu tırmanmaları göze alanlar
aydınlık doruklarına ulaşabilir…”
Karl Marks

“Tarihin itici gücü sınıf mücadelesidir” ancak çağımız ne ifade edildiği gibi “emek ve sermaye çatışması” temelinde ilerliyor, ne de proletarya ve burjuvazi bugün (21.yüzyılda) 19. ve 20.yüzyıllarda olduğu gibi keskin-açık-net ve dişe-diş bir çatışma halinde. Yani emeğin sermaye ile çatışması günlük nicel teknolojik gelişmeler ve büyük nitel teknolojik devrimlerle devam ediyor. Marksın “toplumun en temel hücresi” olarak Kapital’de yer verdiği meta, ‘Sanayi toplumu’nu karakterize ederken, bilişim-iletişim-teknoloji çağını ise ‘bilgi’ kavramı karakterize etmektedir. Zira ‘bilgi’ günümüz kapitalizmin en büyük ‘meta’sı durumuna getirilmiştir. Gelişen bilim ve teknolojinin, mevcut toplumların ekonomik ve kültürel yapısında önemli değişimlere neden olduğu gibi, gelecek kuşakların ekonomik ve kültürel oluşumunda da önemli bir rolü olmaya doğru hızla yol almaktadır.


Kapitalist sistemde her şey meta’ya dönüştürülür. Her şey alınır ve satılır hale getirilir. Temel ilkesi ‘alınıp satılmayacak hiç bir şey yoktur’dur!  Tüm insani erdemler; özgürlük, adalet, eşitlik, sevgi, saygı, etik, moral vb. tüm değerler her şey alınır ve satılır. Bu yüzden Kapitalizm ahlâksızdır! Kapitalizm bu karakteristik özelliğiyle insanın kafa ve kol emeğini de meta’ya dönüştürür. Bu nedenledir ki, meta üretimi en yüksek biçimini ancak kapitalizmde bulur. Çünkü başka hiçbir toplumsal sistemde emek bu denli metalaştırılamaz! Marks’ın “meta üretiminin en yüksek biçimi kapitalizmdir” tespiti bunun içindir. Kapitalist üretim tarzında her şey meta biçimini alır. Kapitalizmin soluduğu yaşama satmak ve satın almak ilkesi hakimdir. İşte yaşadığımız sistemin karakteristik formu bu niteliktedir. O halde bilimsel-teknik-teknolojik vb. gelişmelerde bu formun dışında kalamaz!

Bilimsel-teknik gelişmeler ne yazık ki sömüren, egemen burjuva sınıfın hizmetindedir ve yalnızca artı-değeri arttırmak için değil, kitleleri manipüle ederek yönetmek için de kullanılıyor. Kapitalizm teknolojiyi yalnızca nesnelerin üretiminde değil, bilginin üretiminde de kullanıyor. Bilgi teknolojiyi üretir, teknoloji bilgiye ve düşünceye şekil verir ve onun gelişimine katkı sunar, onu ilerletir. Üretilen bilgi, insanlığın ekonomik, kültürel, toplumsal, sanatsal, estetik, bilimsel vd. yönlerini ve yaşamdaki/dünyadaki yerini yeniden şekillendirip belirlerken, aynı öğelerin değişiminin de itici gücünü de oluşturuyor.

Bilimsel buluşlar ve teknolojik gelişim burjuvazinin, üretim, yönetim ve hegemonya araçları olarak kullanılıyor. İşçi emeğinin yerini teknoloji ile donatarak işçi sokağa, açlığa mahkum ediliyor. İşsizler ordusu her geçen gün büyüyor, genişliyor. Bu durum başlı başına önemli sosyal patlama öğelerinden biri (‘kapitalizm kendi mezar kazıcılarını  yaratıyor’) olsa da, bu patlamayı yine teknoloji aracılığıyla manipüle ederek bilgi ile kontrol altında tutuyor. Ufak çaplı patlamalara ise kontrollü bir şekilde izin veriyor. İzin verdiği bu patlamalar gerekçelendirilerek ihtiyaç duyduğu toplumsal, kamusal, hukuksal-yasal vs. düzenlemeler yapmak için kendisine zemin oluşturuyor. Yani sistemi her yönüyle çözmüş, kendisini tepeden tırnağa donatmış kitlelerin öncülüğünde gelişmeyen, plansız, programsız, her sosyal patlama özünde sistemin fay hatlarındaki boşlukları doldurmaya hizmet ediyor. Yada sistem elindeki bilimsel ve teknolojik üstünlüğü ile bu “patlamaları” bu şekilde değerlendiriyor. Yani güçlüyken akan suya yön veriyor!

Oysa kurgulanan eşit, sınıfsız, sömürüsüz toplumsal yaşamda ise; bilim ve teknoloji, işçilerin, emekçilerin ve halkın yararına, hayat kalitesini yükseltmek için kullanılacaktır. Kurgulanan o toplumsal yaşamda çalışma süresi kısalacak ve bütün toplumsal değer insanların hayatını kolaylaştırmak için, mutluluğu, rahatı  için kullanılacaktır. Bu toplumsal yaşamda da makine kas emeğinin yerine geçecek. Makine ve teknoloji emekçinin yerini alacak. İnsansal değerler için kullanılacaktır. Hem de daha çok kullanılacaktır. Yani insan ile makine arasında ki iş bugünden daha fazla otomasyona uğrayacak. Otomasyon ile işin kas gücünden alınıp makine gücüne aktarılması artacak.Böylece kapitalist sistemde 8-10-12-15 saat fabrikalarda artı-değer üreten insanın yerine makineler çalışacaktır. Kapitalist sistemde 15 saat çalışan işçi böyle bir sistemde 3-4 saat çalışacaktır. İş istihdamı buna göre düzenlenerek işsiz hiç kimse kalmayacaktır! Kapitalist sistemde gün doğumuyla gün batımını fabrikalarda uzun saatler çalışarak ömrünü buralarda geçirmek zorunda bırakılan insanın böylece daha çok “boş” zamanı olacaktır! İnsan bu zamanı, akademik eğitimine ve üretimine, bilimsel bulgulara, sosyal-kültürel-sanatsal, sportif aktivitelerle kendisini geliştirip-ilerletmeye ayırabilecek ve estetik bakımdan doğa ve insan çok yönlü gelişkinlik kazanacaktır.

20.yüzyıla iz düşen Britanyalı iktisatçı Keynes, “Torunlarımızın Ekonomik Olanakları” adlı yapıtında geleceğe bakarak, “mevcut durumda ‘ilerlemeyi’ sağlamış kapitalist toplumların yüz yıl sonra yaşam standardının dört ila sekiz kat daha yüksek olacağını öngörür. 2030 yılına gelindiğinde Keynes kendi kuşağının torunlarının bir bolluk durumunda yaşıyor olacağını doygunluk noktasına ulaşmış olacağını ve insanların, tasarruf, sermaye birikimi ve çalışma gibi ekonomik faaliyetlerden artık kurtulmuş olarak kendilerini sanata, boş zamandan keyif almaya ve şiire vakfetme özgürlüğüne kavuşmuş olacağını öngörüyordu.”[1]  Kendi çağına iz düşmüş bir burjuva düşünürünün o dönem bir ütopyası olarak görülen böylesi bir gelecek, günümüzde hiçte ütopya olmadığını gösteriyor. Keynes’in bu öngörüsü tabi ki tüm insanlığın değil yine öngördüğü gibi ‘ilerlemeyi’ sağlamış kapitalist toplumlar olan Avrupa ve Kuzey Amerika’daki torunların geleceğiydi. Keynes’in 20.yüzyılda öngördüğü bu refah ve şiir yazma ayrıcalığının yalnızca bir grup azınlığa ait bir vaat olmaktan çıkarıp, tüm insanlığın yaşayabileceği bir olgu haline getirilmesi hiç de imkansız değil! Bunun gerçekleşebilmesi için bir üst paragrafta kurguladığımız toplumsal sistemin uygulanması gerekecektir. Yani gelişen teknolojiyle ve makinelere karşı savaşmak değil, onları insan emeğinin yerine geçirmek, insan emeğini mümkün oldukça minimalize etmekten geçer! 20 işçinin 1 günde yaptığı işi 1 kepçe 1 saatte yapıyorsa buna karşı çıkmak değil, desteklemek gerekir. 20 işçinin bir günü kepçenin yaptığı işle geçeceğine kendileri için faydalı işler yaparak geçirilmesi daha akıllıca değil midir? Ancak bu durum kapitalizmde 19 işçi için ne yazık ki işsizlik, açlık, sefalet demekken, düşlediğimiz toplumsal sistemde insanın kendisini geliştirmesi için kullanılacak bir zaman dilimidir.

Şüphesiz bu bir ütopya, ancak kapitalist sistemi ve gelişen bilim ile teknolojiyi kafasında çözümleyip bu sistemin evrimini insandan yana devrimsel bir nitelikle dönüştürme vizyonu olursa insanlığın bu hülyaya ulaşması kaçınılmazdır. Aksi halde sitemin tam da bugün başardığı gibi “kapitalizm alternatifsizdir ve yenilemez” yenilgili düşünüş tarzı ile hareket edilir. Teknolojik gelişimin bilimsel çözümlenmesi yapılamazsa, emek gücünün ve teknolojinin toplumsal olarak doğru konumlandırılmadığı bir sistemde kapitalizmin manifaktür döneminde ortaya çıkan “makine kırıcıları” pozisyonuna düşülerek teknolojinin devrimci gelişimine karşı çıkılır. Böyle olunca da, kapitalist sistemdeki işsizliğin temel kaynağının sistemin kendisi değil de, günümüzde çok yaygın olan ve tüm günahların sorumlusu ‘gelişen teknoloji’ algısı hakim olacaktır. Bu da gelişen teknolojisinin ve makinenin ardındaki gücü görmeyi bugün olduğu gibi engelleyecektir!..

Burada şu kısa bilgiye de yer vermeden geçmeyelim. Kapitalizm, teknoloji ile yalnızca nesnelerin üretimini değil, bilginin üretimini de sağlıyor. Bilgi hızla üretiliyor! Her alana girerek yayılıyor ve yayıldığı her yer bilginin iktidarı ve kontrolü ile sonuçlanıyor. İnsanlık tarihinin her aşamasında olduğu gibi çağımızın en büyük gücü ve silahı yine ve yine bilgidir! Francis Bacon’un ifadesiyle “bilgi güçtür!” Zira insanın doğadaki en zayıf canlılardan biri olmasına karşın, diğer canlılar ve dünya üzerinde onu hakim hale getiren yegane şey bilgidir ve onu örgütleyen, sistematik hale getiren akıldır! “Bilgi ve iktidar” olgusunu kapsamlı irdeleyen Michel Foucault “Bilgi, İktidar ve Özne İlişkisi” kitabında bu durumu şöyle özetlemeye çalışır: “(…) iktidar bilgiye, bilgi de iktidara sürekli eklemlenir, iktidar ilişkisi sürekli bilgi üretir ve üretilen bilgi de sürekli iktidar etkilerine yol açar. İktidarın bilgi olmaksızın uygulanması imkânsızdır, bilginin de iktidarı yaratmaması imkânsızdır.”[2]

Kapitalizm, bilgiyi yeniden ve her defasında daha bir üst seviyede üreterek toplumsal kontrolü ve örgütlülüğü, hiyerarşiyi ve iktidarı, ilerlemeyi ve toplumlar üzerinde ki hegemonyayı sağlıyor. Yani kapitalizm, bilginin iktidarını yaşıyor. Kapitalizm, bugün onu algıladığımız sığlığın ötesinde bir evrede: yalnızca nesnelerin üretimini sağlamıyor, bilginin üretimini sağlayarak onun seri bir şekilde yeniden meta üretimine dönüşümünü sağlayarak yeni ve yüksek bir dönem/aşama yaşıyor. Kapitalizm bugün bilginin oluşumuna, kullanımına ve dolaşımına egemendir. Kapitalizm için ‘Bilgi’ kâr oranı yüksek bir meta olduğu gibi eşsiz bir iktidar/güç nosyonu ve hegemonya aracıdır!..

Toplumsal ilerleme ne “emek ve sermaye çatışması” ile, ne de “proletarya ve burjuvazinin çatışması” ile değil, hızla büyüyen, büyüdükçe kendisini üreten bilgiye sahip olanlar ve onu elinde tutup kullanmasını becerenler arasında sürüyor. Bugünün iktidarlarına tek başına “nesneleri üreten kapitalizmin iktidarı” olarak bakan apolitik anlayış, bilginin iktidarını ve kapitalizmin yeni evresini göremez! Artı-değer sömürüsünü işçinin ürettiği meta değeri üzerinde hesaplamaya çalışır. “Beyaz yakalılar” olarak bilinen üretici güçlerin (ki emeğini satarak yaşayan herkes işçidir!) artı-değer sömürüsünü global tarzda hesaplayamaz.

Geçmişe baktığımız zaman ülkenin gelişmişlik düzeyinin, sanayi potansiyeli ve enerji üretimi ve tüketimi ile belirlendiği görülmektedir. Ancak günümüzde insanlık “bilgi toplumu” olma yolunda ilerlemektedir. Bu kriterler ölçütünde ülkenin ve insanın gelişmişlik düzeyine baktığımız zaman, ürettiği ve işlediği bilginin, geliştirdiği teknoloji ve tekniğin miktarı ve bunların kullanımı ile belirlenmektedir! Kısaca bilgi toplumu olma yolunda toplumsal değer niteliği taşıyan bilgilere, üretimlere ve gelişen teknolojiyi kullanmaya gereksinim son derece fazladır!

Kapitalizm, bilginin üretimini tıpkı nesnelerin üretimi kadar seri yapmaktadır. Kapitalizm için ‘bilgi’ ürüne dönüşmüş meta demektir!  Zira onun için ‘bilgi’ billurlaşmış bir ‘meta’ ve en yüksek düzeyde bir kâr özelliği taşırken, aynı zamanda kitleleri yönetme ve manipüle etmede ideolojik bir hegemonya aracıdır! İnsanlık, kapitalizmin yoğun meta üretiminde maruz kaldığı “aşırı üretim krizini” bugün ise bilgi karşısında yaşıyor. İnsanın gündelik gelişen teknoloji ve üretilen bilgi akışı karşısında maruz kaldığı şey, zihinsel kapasitesinin çok üstündedir. Bu gelişim ve üretilen bilgiyi edinme karşısında, insanın zaman ile olan ilişkisi ritim ve tempo olarak artmakta. Zaman insana yetersiz gelerek bereketsizleşmektedir. İnsan, temposuna yetişemediği, üretileni anlayıp kullanamadığı, öğrenemediği bilgi karşısında onun egemenliğini farkında dahi olmadan kabullenmektedir. Hafızası, aklı ve düşüncesi üstünde görsel materyallerin hacim ve ağırlığı egemenliğini kurmakta. Bilgi, ‘insanların sosyal emeğinin ve düşüncesinin bir ürünü’dür.[3] Bilgi, öğrenilen, öğretilen, aydınlatan, geliştiren niteliğinden çıkarılıp, ‘itaat ettiren’ bir nitelikte kullanılmaktadır. Kapitalizm doğası gereği her şeyin niteliğini kendisine hizmet edecek şekilde bozar ve kodlar. Kapitalist sistem, bilginin niteliği ve içeriğini de aynı oranda bozmuş ve kodlamıştır. Bu egemenlik, bilim-teknik-teknolojik vb. gelişmeleri elinde bulunduran ve ‘egemen’ konumda olan sınıfın egemenliğidir. Bunlara sahip olan sınıfın geleceği de şekillendirdiği gerçeği karşımızda duruyorken, bizler mevcut realitemizle bu egemen sınıfa karşı nasıl alternatif olabiliriz?! Mevcut düşünce tarzımız ve yaşam biçimimizle, bilim ve teknolojiyle, sanat ve edebiyatla, siyaset yapma algoritmamız ve insan ilişkilerimizle, tarihsel, toplumsal ve çağın gerçekliğine ilişkin olan ‘entelektüel’ bilgimizle ne kadar bu sisteme alternatif olabiliriz?! Nesnel gerçekliğimiz “potansiyel bir güç” olma gerçekliğine sahip. Ancak amaç “potansiyel güçten”, “gerçek güce” “muhalefetten”, “alternatif” olmaya dönüşmek olmalı. Zira muhalefet; var olanı eleştiren, yerine bir şey koy(a)mayandır. Özünde aynı olmaktır! Alternatif ise var olanı, çürümüşü ve eskiyi yıkan, yerine yeniyi inşa edendir. Tüm bunları başarmak yine bilgiyle mümkündür… Düşünsel tembelliğimizin, az gelişmişliğimizin, sübjektif ve dogmatik bilgimizin, eklektikliğimizin, yetersizliklerimizin ve bilinçsizliğimizin sürekliliğini sağlayarak alternatif olunamaz! Kapitalizm kendisini her alanda yenileyip, güçlendirip donatırken, onun varlığına son verip daha insani bir sistem kurma iddiasında olduğunu söyleyenlerin mevcut eğitim, donanım, gelişmişlik vb. düzeyi bunu yapmaya yeterli değildir/olamaz!..











[1] Aktaranlar: Pecchi ve Piga, 2012
[2] Bakınız: Michel Foucault “Bilgi, İktidar ve Özne İlişkisi” kitabı. Aktaran: Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi. Cilt 5, No 1, 2013
[3] Materyalist Felsefe Sözlüğü. Sosyal yayınları. Syf: 59.