31
Aralık 2018
Işık hızında bilgi gönderip iletişim kurabildiğimiz şu çağda
Birbirimizi anlayamıyor ve anlaşılamıyor oluşumuzun
ters bir denklemi içindeyiz!..
Ben her zamanki gibi yeni yıl
için güzel dilek ve temennilerde bulunmaktan çok, her gelen yılda bizi bekleyen
olgulara değinme tarzımı sürdüreceğim. Bu pek çokları için can sıkıcı olsa da
mesajlarımın reel olduğuna inanıyorum!.. Salt bireye dönük bir dilek ve kurtuluş umudum olmadı olmayacak hiçbir zaman… Çünkü birey içinde yaşadığı dünyayla diyalektik
bağlarla kopmaz bir şekilde bağlı/bir bütün! Bundandır ki, kişisel duyguları okşayan
temennilerden çok, bireysel ve toplumsal olarak düşünmeye sevk eden, geleceğe
doğru itekleyen vurgulara ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bu düşünsel
yöntemim pek çokları tarafından “yeni yılda da bunlar mı yazılır” şeklinde
karşılandığından, geleceği önceden yakalamanın derin anlaşılmazlığı ve yalnızlığını
sıklıkla hissettiğimi de itiraf etmiş olayım…
***
Adım attığımız
her yeni bir yıl ile, bilgi çağından İnovasyon Çağına, oradan yapay zekâ
çağına evrilmeye dönük takvim yapraklarını koparıyoruz. Yeni çağda roller
değişiyor. Kuşatılıyoruz. Teknolojinin gelişim hızı, onu bilinçli ele
almayanların ve tüm derdi meta olanların insani his ve duygularını daha da ufalıyor.
Her şey insan dışı bir hal alıyor; eğitim insan odaklı değil, makine ve
teknoloji odaklı gelişiyor. Tahtalar dijitalleşti, öğretmenler/eğitmenler
robotlaşıyor. Defter yerini tablete çoktan bıraktı. Dokunarak, sayfaları çevirilerek, kokusu duyumsanarak, hissedilerek okunan kitap dijitalleşti, kokusuz,
hissiz bir yapaylığa dönüştü. Sokakta oynayan çocuk dijital oyunlarla eve ve
ekrana hapsedildi. Ekip oyunları, takım sporları sanal ekranlarda kurulan “online
life” ile sağlanıyor. İnsan doğası gereği rahatlığı tembelliği seven bir canlı.
Bu yüzden kendisinin tüm ihtiyaçlarını başkaları tarafından en üst düzeyde
sağlanmasına asla itiraz etmeyen bir canlı türü. Artık düşünen değil yapay zekâ
ile kendi yerine düşünen bir algoritma kuruyor. Yani gelecek bugünden daha
kaygı verici bir yörüngede duruyor.
***
Yeni yıl kartı
seçimim Edvard Munch’un “Çığlık” tablosu. Onun sert çizgilerindeki gibi bir dünyada
yaşıyoruz. Çığlık, İnsanın insana ve doğaya yaptıklarının şimdiye dek kozmik bir düzeyde resmedilmiş
en başarılı haykırışı… Kimileri yeryüzünde
olanları ve olabilecekleri görmeden Türdeşlerinin ve diğer canlıların duyduğu
fiziksel ve psikolojik acıyı, yok edilen kalpsiz dünyanın inleyişini ignore
ederek, gerçeğin biçimini bozarak, rant alde ederek, umarsızca körleşerek,
cüceleşerek, hiçleşerek “yaşıyor”! Kimileri ise bir şeyleri değiştirme/düzeltme
umuduyla olup bitenlerin ve olabileceklerin farkındalıklarıyla kan donduran bir
çığlık patlatıyor.
Bu çığlık; duygusu,
kendisi, tüm değer yargıları metalaşmış insanın; kaotikleştirdiği hayatın,
içinde yaşayıp biçimlendirdiği kalpsiz ama inleyen dünyanın ve diğer canlıların
çığlığı…
Elimizde,
soluğumuzda, nabzımızda üret(e)meyip tükettiğimiz hayatın çığlığı…
İnsanın ve dayanılmaz
hâle gelen duygularının çığlığı…
İnsan içinde yaşadığı ancak
anlamadığı, anlamlandıramadığı ve kaosa sürüklediği bir evrenle karşı karşıya. Doğayla
ve yaşamla ancak panik duygusuyla ilişki
kurabilen, varoluşsal bir endişe, bir korku içinde. Haliyle yaşanması gereken duyguyu
ve anı bilinmeyen zamanlara öteleyen bir ruh hâli, bir varoluşsal ıstırapla
soluk alıyor.
Bunca olup
bitene karşı sakinliğin, suskunluğun, sinikliğin değil; çıldırırcasına sokaklarda
daha güçlü, daha tok, daha fazla birlikte çığlık atmak gerekecek… Çığlığımızın
gücü sırça sarayları yıksın, kafasının içinde toz pembe dünyalar kurup rüya
görenleri rüyalarından uyandırsın diye… Çünkü bu
bir lüks ve ayrıcalık değil, artık varoluşsal bir endişe…
Çığlıklarımızı yaşamda
bir değişimi özetleyen imgelerden birini dönüştürmek gerekecek. Bu yüzden; “zaman=meta,
duygu=meta, değer=meta” diyen ve demeden de öyle yaşayanların değil, kelimenin gerçek
ifadesiyle insan kalanları dünyada olup bitenlere karşı, ortalık yerde çığlık
atmaya ikna etmek gerekecek!
Umut ediyorum
ki; 2019 da körleşen ve hissizleşen insan, içinde yaşadığı doğanın çığlığını, kalpsiz dünyanın inleyişini, kendi
türdeşlerinin ve tüm canlıların kendi yaptıklarının sonuçlarından kaynaklı
çektiği acısını duyar, görür, hisseder ve değiştirmek için harekete geçer…