17 Temmuz 2016 Pazar

Bir/1 olmak, yaşamı ve geleceği kazanmak!


H.GÜRER
16 Temmuz, 2016


Kiminle konuşursanız konuşun, herkesin mevcut duruma, gidişata dair ciddi eleştiriler yapmasıyla karşılaşırsınız. Kiminle konuşursanız, “kimse yan-yana gelmiyor, kimseyle bir şey yapılmaz” denilen depresif haller görürsünüz. Kimsenin kimseleri sevmediği, bir araya gelmediği garip haller. Oysa herkesin bir arada olmaya ne kadar çok ihtiyacı var! Bir araya gelmeyenlere “bir’ey olarak üzerine düşeni yap” dersin, onu da yapmaz. “Bir” kişi ile bir şey olmaz/değişmez” denip işin içinde çıkarlar/çıktıklarını sanırlar. Ama sorunlar çözülmez, orta yerde büyüyerek durur. “Bir”ey, yada “1” olmak küçümsenir, önemsenmez! Oysa yaşamda ne kadar tayin edici ve önemlidir. Niceliğin önemi olmasaydı nitel değişimlerden söz edilebilir miydi? Ya peki “Bir” olmasaydı, iki-üç’ten?

Bütün bilimlerin temel kaynağı ve evrensel bir anlaşma dili olan Matematik, yer ve zamana bağlı olmadan, her dilden ve renkten, inançtan insanın ortak düşünce ve aynı zamanda konuşma aracıdır. Bu araç, Nümeroloji bilimiyle, doğada ki pek çok şeyde ve insan vücudunda karşılaşılan “altın-oran”ı denilen sayısal değerleri tespit ederek, kozmik fiziğin yasalarını ve evrenin anahtarını oluşturur! Bu anlamıyla da sayıların belirleyici gücü küçümsenmemelidir. Aksi halde, “1”e verilen anlam ve değer olmaz ise, 2-3-5 dizinine sahip olunamayacaktır!


Bir grup arkadaşla beraber, üçüncü defa yakalandığım operasyonda ev aramalarında ele geçen malzemeler arasında biz ‘romantik devrimciler’in okumayı ihmal etmediği Pablo Neruda şiirlerinden, kendi el yazımızla karaladığımız şiirlerde vardı. İşkenceli sorgulardan geçtiğimiz o günlerde, şiirlerin bize ait, biz tarafından yazıldığını sanan işkencecilerden biri, “Ölmüş gövdeler arasında, zaferi çekiçleyen bir ses gibi”...“halkız biz yeniden doğarız ölümlerden” vb dizelerini okumuş ve çok zoruna gitmiş olacak ki, tutuklandığımız beldedeki devrimci duyarlılığı ve insan sayısına da dikkat çekerek, alınan ‘bir avuç’ bizi, bir yandan “T” askısına alıp karga tulumba asmış, el ve ayak parmaklarımızdan, cinsel organımızdan, göğüs uçlarımızdan elektrik veriyor, bir yandan da “demek ‘halkız biz yeniden doğarız ölümlerden’ ha, elektrikten kurutacağım ulan sizi, bakalım yeniden doğuyor musunuz” bunları söylerken, sinirden ağzının köpürdüğünü gözlerimiz bağlıda olsa hissediyorduk “ulan o... çocukları, siz ne sanıyorsunuz kendinizi, nerde lan arkanızda ki halk? Bir çiçekle bahar gelmez ulan, koparırız kafanızı” deyip iğrenç küfürler eşliğinde manyetoya yükleniyordu.

İşkencecinin aralıksız asıldığı manyetonun elektriği soluksuz bıraktığı ciğerlerime, zorlukla oksijen doldurup,  “Bir çiçekle bahar gelmez ama, baharın gelişinin müjdecisi olabilir” dediğimde, “vay vayy vayyy...bak sen” diyerek elektrik vermeyi bırakıp, kalasa bağlı kollarımdan aşağı boşluğa sallanan bedenime sarılıp, koca gövdesinin ağırlığını 17’lik bedenime verdiğinde kollarımın koptuğunu sanmıştım. Beynime yürüyen o muazzam acıdan, tüm algılar köreldi adeta, işkencecinin o esnada uğultu gibi gelen konuşmalarından ne dediğini dahi duymamıştım... O günden bu yana, kollarımda belli-belirsiz uyuşukluklar yaşar oldum.

Bu tatsız günleri paylaşmamın nedeni şu; sadece bu zamanda değil, o koşullarda dahi “bir”e önem ve değer verip, “1” olgusunu sahiplenmişliği ifade etmekti. Çünkü “1”i şu bilinç savunmayı zorunlu kılıyordu.

Her şeyden önce “1”i küçümsememeliydik, aksine önemsemeliydik. Birey olmasını bilmeli, onun misyonunu kavramalı, diğerleri ile (birey olarak insanlarla, rakam olarak da diğer sayılarla) olan diyalektik bağıntımızın farkında olmalı, üzerimize düşenleri yapmalı, meseleye ‘sayısal azınlık’ veya ‘fazlalık’ olarak değil, kişiliğimiz olarak algılamalıydık. Aksi yaklaşım ölümcül olacaktı. Keza, rakamların birbiriyle olan ilişkilerini inceleyen, kozmik fiziğin anahtarını oluşturan Matematik biliminin de başlangıcıydı “1”! Bu özelliğiyle de yaşam bulacak bir ‘tohum olarak da ele alınabilir, yeni bir yaşamın başlangıcı olarak görülebilirdi! Böyle bakıldığında, diğer rakamların temelini oluşturduğu çok açıktı. Hem hangi rakam olursa olsun, bölünüp parçalanabilirdi. Onlar ile değişik asal sayılar elde edebilirdi. Ama “1”, ‘ilk’ olanın kaynağını ve var olan her şeyin temelini/yapıtaşını temsil ediyordu. Mistisizm de dahi tanrısal bir enerji atfedilmişti ona! Tohumun hayat bulduğu topraktı, var olan her şey ondan oluşmuştu! Ve yine tekrar tekrar ona/kendisine,  yani toprağına dönecekti. Bu anlamıyla, birey olarak da üzerimize düşeni yaptığımız yada yapmadığımız her şey tekrar-tekrar bize dönecekti... “Bir” olmayı, onun “ilk” olma gücünü başarabilirsek, bu bilinç bizi iki-üç-dört yapabilecektir. Aksi halde “bir” olmayı küçümsemek, “hiç” olmamayı getirecektir!..

1982 yılında, Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi 2.sınıf öğrencileri yüksek matematik dersinin hocasını bekliyor. Sınıf, öğrencilerin gürültü patırtısıyla sallanırken, sert görünümlü hoca kapıda beliriyor, içeriye kızgın bir bakış atıp kürsüye geçiyor. Tebeşirle tahtaya kocaman bir “1” rakamı yazıyor. Ve “bakın” der “Bu, kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey.” Daha sonra “1”in yanına bir de sıfır ekler ve şöyle der: “Bu, başarıdır. Başarılı bir kişilik 1′i 10 yapar.” Ardından bir “0” daha ekler. “Bu, tecrübedir. (10) iken (100) olursunuz.” Der. Ve sıfırlar böyle uzayıp gidiyor: “Yetenek… Disiplin… Sevgi…” Eklenen her yeni “0”ın kişiliği 10 kat zenginleştirdiğini anlatır öğretmen. Sonra eline silgiyi alıp en baştaki “1”i siler. Geriye bir sürü sıfır kalır. Ve hoca yorumunu patlatır: “Kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir.” Der… İşte o işkenceli anlarda dahi önce kendi kişiliğimize sahip çıkmaya çalışıyorduk, ki onu yitirdiğimizde geriye kocaman bir “hiç” kalacaktı. İşkencecilerde bunu bildiklerinden “bir çiçekle bahar gelmez ulaannn” deyip, aslında birey olma özelliğimizi “bir çiçek” ile özleştireke önce yıkıp, sonra çözmeyi hedefliyorlardı. “1”in bölünmez olduğunu biliyorduk. Ama kendi içinde parçalanabilirdi. İşte işkenceciler bu parçalanmayı yaratmayı hedeflemişlerdi, biz ise o “1”e sahip çıkmayı…

Sistem sürekli olarak, O “1” olmayı parçalamayı hedefliyor. Keza meydanlar parçalanmış “hiç”lerle dolup taşıyor…

Özcesi; “kimse yapmıyor, ben niye yapayım” demeyin. “Aman kimse bir araya gelmez, kimseyle yol yürünmez” hiç demeyin. Kalabalık kitlelerin hepsi bu vb düşüncelerle kendisini yalnız sanıyor. Bu sanırsallık düşüncesi esas olarak “hiç” olarak kalmalarını sağlıyor. “Bir” olalım. “ilk” olalım. “İlk” yapan biz olalım. “ilk” sorumlu davranışı biz yapalım, “bir-ilk”i başar, ve gör bak aslında milyonlar olduğumuzu...