H.GÜRER
16 Temmuz, 2016
Kiminle
konuşursanız konuşun, herkesin mevcut duruma, gidişata dair ciddi eleştiriler
yapmasıyla karşılaşırsınız. Kiminle konuşursanız, “kimse yan-yana gelmiyor,
kimseyle bir şey yapılmaz” denilen depresif haller görürsünüz. Kimsenin
kimseleri sevmediği, bir araya gelmediği garip haller. Oysa herkesin bir arada
olmaya ne kadar çok ihtiyacı var! Bir araya gelmeyenlere “bir’ey olarak üzerine
düşeni yap” dersin, onu da yapmaz. “Bir” kişi ile bir şey
olmaz/değişmez” denip işin içinde çıkarlar/çıktıklarını sanırlar. Ama sorunlar
çözülmez, orta yerde büyüyerek durur. “Bir”ey, yada “1” olmak küçümsenir,
önemsenmez! Oysa yaşamda ne kadar tayin edici ve önemlidir. Niceliğin önemi
olmasaydı nitel değişimlerden söz edilebilir miydi? Ya peki “Bir” olmasaydı,
iki-üç’ten?
Bütün bilimlerin
temel kaynağı ve evrensel bir anlaşma dili olan Matematik, yer ve zamana bağlı
olmadan, her dilden ve renkten, inançtan insanın ortak düşünce ve aynı zamanda
konuşma aracıdır. Bu araç, Nümeroloji bilimiyle, doğada ki pek çok şeyde ve
insan vücudunda karşılaşılan “altın-oran”ı denilen sayısal değerleri tespit
ederek, kozmik fiziğin yasalarını ve evrenin anahtarını oluşturur! Bu anlamıyla
da sayıların belirleyici gücü küçümsenmemelidir. Aksi halde, “1”e verilen anlam
ve değer olmaz ise, 2-3-5 dizinine sahip olunamayacaktır!
Bir grup
arkadaşla beraber, üçüncü defa yakalandığım operasyonda ev aramalarında ele
geçen malzemeler arasında biz ‘romantik devrimciler’in okumayı ihmal etmediği
Pablo Neruda şiirlerinden, kendi el yazımızla karaladığımız şiirlerde vardı.
İşkenceli sorgulardan geçtiğimiz o günlerde, şiirlerin bize ait, biz tarafından
yazıldığını sanan işkencecilerden biri, “Ölmüş
gövdeler arasında, zaferi çekiçleyen bir ses gibi”...“halkız biz yeniden doğarız ölümlerden” vb dizelerini okumuş ve çok
zoruna gitmiş olacak ki, tutuklandığımız beldedeki devrimci duyarlılığı ve insan
sayısına da dikkat çekerek, alınan ‘bir avuç’ bizi, bir yandan “T” askısına alıp
karga tulumba asmış, el ve ayak parmaklarımızdan, cinsel organımızdan, göğüs
uçlarımızdan elektrik veriyor, bir yandan da “demek ‘halkız biz yeniden doğarız ölümlerden’ ha, elektrikten
kurutacağım ulan sizi, bakalım yeniden doğuyor musunuz” bunları söylerken,
sinirden ağzının köpürdüğünü gözlerimiz bağlıda olsa hissediyorduk “ulan o... çocukları, siz ne sanıyorsunuz
kendinizi, nerde lan arkanızda ki halk? Bir çiçekle bahar gelmez ulan, koparırız
kafanızı” deyip iğrenç küfürler eşliğinde manyetoya yükleniyordu.
İşkencecinin
aralıksız asıldığı manyetonun elektriği soluksuz bıraktığı ciğerlerime, zorlukla
oksijen doldurup, “Bir çiçekle bahar gelmez ama, baharın gelişinin müjdecisi olabilir”
dediğimde, “vay vayy vayyy...bak sen” diyerek
elektrik vermeyi bırakıp, kalasa bağlı kollarımdan aşağı boşluğa sallanan
bedenime sarılıp, koca gövdesinin ağırlığını 17’lik bedenime verdiğinde
kollarımın koptuğunu sanmıştım. Beynime yürüyen o muazzam acıdan, tüm algılar
köreldi adeta, işkencecinin o esnada uğultu gibi gelen konuşmalarından ne
dediğini dahi duymamıştım... O günden bu yana, kollarımda belli-belirsiz
uyuşukluklar yaşar oldum.
Bu tatsız günleri
paylaşmamın nedeni şu; sadece bu zamanda değil, o koşullarda dahi “bir”e önem
ve değer verip, “1” olgusunu sahiplenmişliği ifade etmekti. Çünkü “1”i şu
bilinç savunmayı zorunlu kılıyordu.
Her şeyden önce “1”i
küçümsememeliydik, aksine önemsemeliydik. Birey olmasını bilmeli, onun
misyonunu kavramalı, diğerleri ile (birey olarak insanlarla, rakam olarak da diğer
sayılarla) olan diyalektik bağıntımızın farkında olmalı, üzerimize düşenleri
yapmalı, meseleye ‘sayısal azınlık’ veya ‘fazlalık’ olarak değil, kişiliğimiz
olarak algılamalıydık. Aksi yaklaşım ölümcül olacaktı. Keza, rakamların
birbiriyle olan ilişkilerini inceleyen, kozmik fiziğin anahtarını oluşturan
Matematik biliminin de başlangıcıydı “1”! Bu özelliğiyle de yaşam bulacak bir
‘tohum olarak da ele alınabilir, yeni bir yaşamın başlangıcı olarak görülebilirdi!
Böyle bakıldığında, diğer rakamların temelini oluşturduğu çok açıktı. Hem hangi
rakam olursa olsun, bölünüp parçalanabilirdi. Onlar ile değişik asal sayılar
elde edebilirdi. Ama “1”, ‘ilk’ olanın kaynağını ve var olan her şeyin
temelini/yapıtaşını temsil ediyordu. Mistisizm de dahi tanrısal bir enerji
atfedilmişti ona! Tohumun hayat bulduğu topraktı, var olan her şey ondan
oluşmuştu! Ve yine tekrar tekrar ona/kendisine, yani toprağına dönecekti. Bu anlamıyla, birey
olarak da üzerimize düşeni yaptığımız yada yapmadığımız her şey tekrar-tekrar
bize dönecekti... “Bir” olmayı, onun “ilk” olma gücünü başarabilirsek, bu
bilinç bizi iki-üç-dört yapabilecektir. Aksi halde “bir” olmayı küçümsemek,
“hiç” olmamayı getirecektir!..
“1982 yılında, Yıldız Teknik Üniversitesi Makine
Fakültesi 2.sınıf öğrencileri yüksek matematik dersinin hocasını bekliyor.
Sınıf, öğrencilerin gürültü patırtısıyla sallanırken, sert görünümlü hoca
kapıda beliriyor, içeriye kızgın bir bakış atıp kürsüye geçiyor. Tebeşirle
tahtaya kocaman bir “1” rakamı
yazıyor. Ve “bakın” der “Bu, kişiliktir. Hayatta sahip
olabileceğiniz en değerli şey.” Daha sonra “1”in yanına bir de sıfır
ekler ve şöyle der: “Bu, başarıdır. Başarılı bir kişilik 1′i 10 yapar.” Ardından bir
“0”
daha ekler. “Bu, tecrübedir. (10) iken (100) olursunuz.” Der. Ve sıfırlar
böyle uzayıp gidiyor: “Yetenek… Disiplin…
Sevgi…” Eklenen her yeni “0”ın kişiliği 10 kat
zenginleştirdiğini anlatır öğretmen. Sonra eline silgiyi alıp en baştaki “1”i
siler. Geriye bir sürü sıfır kalır. Ve hoca yorumunu patlatır: “Kişiliğiniz
yoksa, öbürleri hiçtir.” Der… İşte o işkenceli anlarda dahi önce kendi
kişiliğimize sahip çıkmaya çalışıyorduk, ki onu yitirdiğimizde geriye kocaman
bir “hiç” kalacaktı. İşkencecilerde bunu bildiklerinden “bir çiçekle bahar
gelmez ulaannn” deyip, aslında birey olma özelliğimizi “bir çiçek”
ile özleştireke önce yıkıp, sonra çözmeyi hedefliyorlardı. “1”in bölünmez
olduğunu biliyorduk. Ama kendi içinde parçalanabilirdi. İşte işkenceciler bu
parçalanmayı yaratmayı hedeflemişlerdi, biz ise o “1”e sahip çıkmayı…
Sistem sürekli olarak, O “1” olmayı parçalamayı
hedefliyor. Keza meydanlar parçalanmış “hiç”lerle dolup taşıyor…