4 Ağustos 2016 Perşembe

Üşüyen Ağustos güneşi…

Ceren Ayfer Karatepe’nin anısına…

H.GÜRER
4 Ağustos, 2016

Hafif acılar konuşabilir; ama derin acılar dilsizdir.

Bir insan ne zaman Ölür? Şüphesiz, onu hatırlayan son insan öldüğünde! Ve sizi en son hatırlayacak insanın ölmesine daha çok var…

Yitimler yaşar insan, büyük acılar yaşar. Hayat kavramsızlaşır, duygular dilini yitirir. İnsan da! Anlatamaz hissettiklerini. Tüm yitimler sessizdir aslında ve yitimi yaşayanlar, kendi acı çığlığında boğulurlar. Yaşamayanlar sağır ve kördür. Çünkü yitimlerin o ağır boşluğunu gönül gözüyle bakmayan göremez. Gönül kulağıyla dinlemeyen duyamaz. Yüreğinin derinliğinde yaşamayan hissedemez. Göremediği şeyler insanın ‘körlüğüdür’. Hissedemediği şeyler duygusuzluğu. Yitimler duyguların dilini de alır götürür beraberinde, bunun karşısında gönülden körleşenlere, yitimleri ve acısını anlatamazsın.



Bir yıl geçti; Irmakların akışı gibi, kuş kanadından süzülen maviliğin gün-gün yittiği gibi. Bir yıl geçti; itiraf edeyim, ben seni ve babanı düşünmek istemedim. Eskimeyesiniz, sizi her düşündüğümde ilk tanıdığımda ki aynı heyecanı duyabileyim diye. Ama nafile. Belki herşeye engel olur insan ama düşüncelere asla.

Bir yıl geçti; ve siz hiç olmadık yerde ve zamanda gelip saplandınız defalarca düşüncelerimin kalbine. Çok istedim, bu düşünce selinin arasında bir kuytu bulup oraya kıvrılıp bozulmasına izin vermeden izlemeyi o düşleri. Belki, düşlerimi yaşadığımda beni sarmalayan acı, dışında kalıp izlersem daha az acıtır diye. Olmadı! Bundandır ki düşlerim henüz mavi bulutlara bindirip sonsuzluğa uğurlayamadı sizi…

Geçen gün seni ve ardından anneni ziyaret ettik. Sen ve babanla başlayıp yine sizinle biten sohbetler ve anıları konuştuk. Oysa ne çok şey kalmış sizden geriye. Ne çok şey yarım, ne çok şey eksik ve ne çok şey hiç başlanmamış, yaşanmamış… Yaptığın poşalıkları anımsayıp güldük, mahsumlukların karşısında hüzünlendik. Ne çok özledik sizi kara kız, bunu fark ettik. Her sabah nehirlerin coşkusuyla dalgalanan saçlarını soluğuyla tarayan annen, sana dair düşlerini buzul dondurucuda saklıyor. Biz ise, Ağustos’u sevmiyoruz. Üşütüyor yüreğimizi.

Başkalarını bilmem, fakat ben her Ağustos’ta bolca hüzün bulurum ruhumda. Öyle ki bu hüzün taşar yüreğimden, aklımdan. Damlası depremler yaratır bilirim. Bundandır kırılmış fay hatlarından ibaret yaşamımız… Ki, yüreğimizdeki depremlerde hükümsüz kalır rihter ölçeği... Ve ben, en çok Ağustos’ta üşürüm. Parmak uçlarım veya yüzüm değil, ruhum üşür. Çünkü yüreğimizde kocaman yeri olanları yitirdik bu ayda. Bu yüzden güneş de üşür bilirim.

Yitenlerimiz için üç çiçek büyütmek istedim hep. Biri, fesleğen. Gürültülü kokusuyla sarsın her yanı diye. Diğeri doğaya ve hayata haykıran moruyla menekşe. Ona baktıkça hayata ve size bakmak için. Öteki, yitirdiğimiz sizlerle yüreğimize ölüm düşüren şu hayatın, bütün topraklarında ölüme inat açsın diye, bin renkli inatçı sesiyle açelya. Her çiçekte sizi koklayarak, soluğunuzu solumak için.

Hatıraları anımsamak, kabuk tutmuş yaraları okşamaktır. Hatırladıkça açılır yaralarımızın kabukları, akar kan… Ama olsun, biz, kurutmaya çalışmadan akan kanı sürekli sizleri hatırlayacağız… Yokluğunuzdan belki toprak çatlayacak, gök yüzü yorulacak sevgisizliğinizden, ama yağmur yılmayacak, tohum yine doğacak. Sizinle dolu anılarımızın sarayları deprem görmeyecek, sarsılmayacak size dair hiç bir an. O korkunç ayrılıklar olmayacak dilimizde. Soframıza oturmayacak unutmak!..

Bazen diyorum, yer yüzüne üfürse bir kasırga, herşeyi silse hafızamızdan. Unutsak herşeyi/acılarımızı. Sonra diyorum, acılarımız sevdiklerimizin bizde kalan bir parçası. Onlar yoksa, sevdiklerimiz de yok! Sonra vazgeçiyorum bu garip, kötü düşünceden. O halde devam edeceğiz acı çekmeye. Usanmadan birlikte yürüdüğümüz sokaklarda yeniden geçeceğiz. Göz bebeklerimizi maviyle doldurmayı ihmal etmeyeceğiz. Yeniden seveceğiz dalında yaprağı, uçan kuşu. Acıyla dolu olsa da hatıralarımız, dünyanın tüm çocuklarına yetecek kadar sevgi olacak yüreğimizde… Ve çocuk, biz seni böyle sevmeye devam edeceğiz…