(DOSYA:
İran ve Ortadoğu!)
H.GÜRER
11 Ocak 2018
İran gibi sanayi devrimini gerçekleştirememiş geri bir ülkede, Rıza Şah
Pehlevi’nin yaptığı seküler ve tepeden inme, dayatmacı ve eğitimsel yoldan
değil yasakçı reformlar çarpık bir modernleşmenin yolunu da açmıştı. Yazımızın
birinci bölümünde bahsettiğimiz “1929 Wall Street İflası”emperyalistlerin Dünya genelinde büyük krizine neden
olmuş, bu ekonomik buhran nedeniyle Dünya genelinde ekonomik eğilimin korumacılıktan
ve devletçilikten yana olması, krizi kimi genç Ortadoğu ülkeleri için; İran,
Türkiye ve Afganistan’ın siyasal arenada “bağımsız” davranabilmelerinin
yollarını da açmıştır. İkinci Paylaşım Savaşı aynı krizin doğrudan bir sonucu olduğunun da
bir kez daha altını çizelim.
Yazımızın birinci bölümünde belirttiğimiz gibi, Rıza Şah Pehlevi İngiliz
emperyalizmi ile ilişkilerini tek taraflı dondururken, hayranı olduğu Hitler
Almanya’sı ile sıkı ilişkiler kurmaya başlar. İkinci Paylaşım Savaşı başlayınca
İran’ın Hitler Almanya’sından yana taraf olması ciddi sorunlar yaşamasını beraberinde getirecektir. (İran-Almanya ilişkisi bugün
de aynı oranda sürmektedir. İran makina sanayinin yüzde 80’i Almanlar
tarafından domine ediliyor. İran’da 100 alman şirketi iş yapıyor. Bunlar
arasında Mercedes, BASF, Linde, Lurgi, Siemens, Krupp, Volkswagen ve MAN gibi
dev şirketler de bulunuyor.İran’ın en büyük ihracatçısı Almanya. İran
ithalatının yüzde 25’e yakın bir kısmını 5–6 milyar dolarını Almanya’dan
yapıyor.)Rıza Şah Pehlevi kurduğu
İran Merkez Bankası’nı Alman bankacılara emanet eder. İran’da kurulan bir çok
fabrika (kağıt, çimento, tekstil, maden) Almanlar tarafından kurulur.
[1]
İkinci Paylaşım Savaşında Moskova cephesi kötü durumdadır. Güvenli bir
hattan gerekli savaş malzemesi ve erzak temin etmesi gerekir. Yüzlerce
kilometrelik Alman-Sovyet cephe hattında güvenli herhangi bir savaş malzemesi ikmali
yapma durumu söz konusu değildir. Sovyetlere müttefikleriyle (İngiltere ve ABD)
kara sınırı oluşturacak güvenli yol güzergahı savaş cephesinin dışında kaldığı
için İran olarak tespit edilir. İran üzerinden Azerbaycan ve Gürcistan güzergahında
oluşturulacak kara hattı sayesinde Moskova gerekli savaş malzemesi ve erzaka
kavuşabilecektir. Ancak önemli bir sorun vardır; İran Şah’ı Pehlevi Hitler’e
karşı sempatisini belirtmiş, hatta Nazi Almanya’sı İran üzerinden istihbarat
çalışması dahil bir çok aktivite içinde olduğu gerekçesiyle, Kuzeyden
Sovyetler, Batıdan Irak ve doğudan Hindistan üzerinden Britanya İran’a girer.
Böylece Rıza Şah Pehlevi’nin yönetimindeki İran, Anglo-Sovyet ittifakıyla 1941
yılının Ağustos ayında işgal edilir.
İşgalin iki şartı vardır. Birincisi;
İran’ın müttefiklere dahil olmasıdır. Böylece işgal güçleri İran içinde ki
dolaşımı meşruluk kazanır. İkincisi;
savaşın bitiminden sonra işgalin sona ereceğine dair garanti verilir. İşgalin
ardından düşünülen karasal bağlantı kurulur ve Sovyetlerin Moskova cephesi
gerekli savaş malzemesi ve erzaka kavuşur. Bunun yanı sıra Transkafkasya’daki
petrol ve enerji alanlarının güvenliği de kontrol altına alınır!
İşgal sonucu Rıza Şah Pehlevi iktidardan düşürülür. Ancak “Mohammad Ali Furughi'nin yaptığı diplomatik
çabalar sonucu Britanya Rıza Şah Pehlevi’nin oğlu Muhammed Rıza Pehlevi’nin, tahta oturmasını kabul ettiler.”
[3] Sonuç olarak bu işgal karşısında Rıza Şah Pehlevi
ülkesini yanına aldığı bir avuç toprakla terk etmek zorunda kalır. Rıza Şah
Pehlevi İngilizlerin elinde sürgündeyken Temmuz 1944’te Johannesburg’da ölür.
Ölümü için pek çok kimse “İngilizler tarafında tezgâhlandığını” ileri sürmüşse de bu hiçbir zaman
doğrulanmamıştır. Oğlu Muhammed Rıza Pehlevi İngilizlerin desteğiyle İran’ın
son Monarşik lideri olarak iktidarda uzun yıllar kalır. Rıza Şah Pehlevi’nin yukarıda
değindiğimiz gibi tek taraflı ilişkileri feshetmesi, İngiltere ve ABD’nin işine
gelmemiştir. İran onların boyunduruğundan kurtulma, ülke içindeki etkilerini
kırma, kendilerine karşı başka bir güç olan Almanya ile ilişkiler kurma çabaları
içindedir. İran’ın ABD ve İngiltere’nin bölgedeki hakimiyetlerini zayıflatıcı bu
yöndeki ‘kaygı verici’ çabalarının yanı sıra, gelecekte Sovyetler Birliği ile
çeşitli yakınlaşmalara girmesini engelleyip, Sovyetlerin İran ile bu yakınlaşmalardan olası bir
avantaj elde etmesini engellemek, engellerken de anti-komünist bir zeminde kendileriyle
müttefik haline getirebilmek için oğul Pehlevi desteklenir. Öyle ki Oğul Pehlevi’nin
iktidarını ve kendi enerji zenginlikleri üzerinde ki menfaatlerini korumak için
aşağıda detaylıca yer vereceğimiz Ajax operasyonu ile CIA aracılığıyla darbe
dahi yapılacaktır…
***
İkinci Paylaşım Savaşının bitmesiyle İran işgali de 1945’de kaldırılır.
İşgalin kuzey cephesini tutan Sovyetler işgali kaldırırken İran Azerbaycan’ında
ve Kürdistan’ında özerk cumhuriyetler ilan eder. Sovyetlerin 4 yıllık işgal
süresi boyunca boş durmadığı, Aşamalı Devrim teorisi ve Halk Cephesi kapsamında
çalışmalar yürüttüğü özerk cumhuriyetlerin ilanıyla ortaya çıkar. Böylece
İngiltere’nin ve ABD’nin göz diktiği bir çok petrol rafineleri bu bağımsızlığı
ilan edilen özerk cumhuriyetlerin elinde Sovyetler açısından kontrol altına alınmış
olur. Bu durum diğer işgal müttefikleri olan ABD ve İngiltere’yi oldukça
rahatsız eder. İran hükümeti, bir yıl içinde yani 1946 sonunda İngiltere’nin
desteğiyle başta bağımsızlığını ilan eden özerk cumhuriyetlere, Sovyet yanlısı
Tudeh (Kitle) partisine ve İran işçi hareketine yönelik ezici, yok edici topyekûn
saldırılar başlatırlar.
İlerleyen yıllarda tarih 1 Nisan 1979 yılını gösterdiğinde, Monarşiye
son verilerek Muhammed Rıza Pehlevi’nin elinden yönetimi alan Rusullah Humeyni
önderliğinde İran İslam Cumhuriyeti ilan edilecektir. Oğul Pehlevi hakkında
gıyabında idam cezası verilir. Oğul Pehlevi önce ABD’ye gider, oradan da sığınmacı
olarak gittiği Mısır’da 1980’de yaşamını yitirir.
61 yıl sonra ortaya çıkan darbe gerçeği; Ajax operasyonu!
İran’dan Sovyetlerinde yardımıyla baba Rıza Şah Pehlevi’nin sürgün
edilmesiyle Britanya tarafından oğlu
Muhammed Rıza Pehlevi'nin tahta
kalması kabul edilir. Britanya ve ABD açısından İran’ın gelecek siyasal
iktidarı da önemli ölçüde hem de Sovyetlerin yardımıyla şekillenmiştir. Oğul
şah Muhammed Rıza Pehlevi ABD ve Britanyanın sadık şahı olur. Onların
destekleriyle iktidarını yürütmektedir. İran perde arkasından uzun yıllar
yönetilecek bir ülkeye dönüşmüştür. 1951 yılında başbakan olan Muhammed
Musaddık, Şah Muhammed Rıza Pehlevi ile aralarında büyük bir iktidar çekişmesi
başlar. Musaddık İran’da ki petrol tesislerini millileştirir. İran petrolünü
ulusallaştırılması İngiltere’nin işine gelmez. (Bugün olduğu gibi, petrol çağı
olarak ifade edebileceğimiz 20.yüzyıl içinde petrol dünya düzenine yön veren
önemli temel kaynaklardan biridir. Dünya’da Kanada’dan sonra petrol
rezervlerinde ikinci sırada olan İran’ın bu özelliği batılı güçlerin geçmişten
günümüze hep iştahını kabartmıştır.) İngilizlere bağlı olan ve onların
desteğiyle iktidarını sağlayan Şah Rıza Pehlevi Musaddık’ı görevden almak
ister. Musaddık yanlıları sokağa dökülür
ve Musaddık’ın görevden alınması başarılı olmaz. Bunun üzerine Churchill
Amerika Devlet Başkanı Eisenhower ile konuşarak onu Musaddık’a darbe yapmaya
ikna eder. Böylece Ajax Operasyonu başlar. CIA 2 milyon dolara dağıtarak
Musaddık’a karşı kamuoyu yaratmak için fikir liderlerini satın alır. Sonuçta
darbenin dışarıdan yapılıyormuş gibi değil, organik durması gerekmektedir. Buna
rağmen ilk denemede Muhammet Musaddık’ı deviremezler. Foyanın meydana çıkması
şahın Roma’ya kaçmasına sebep olur. Ama Amerika ve İngiltere pes etmez üç gün
sonra ikinci darbeyi yapıp bu sefer Musaddık’ı yakalar (1953) ve ömür boyu ev
hapsine mahkum eder.
[4]
Şah Muhammed Rıza Pehlevi İran’a işinin başına geri getirilir. Şah
ilk iş olarak bütün partileri kapatır, liderlerini hapseder. Dikta rejimine kaldığı yerden sorunsuz devam ederken, petrol de aynı
sorunsuzluk içinde kaldığı yerden batılı güçlere akmaya devam eder. CIA yıllar sonra gizlilik seviyesi düşen
dokümanlarda darbeyi kendisinin yaptığını kabul etmiştir.
[5]
The Guardin gazetesinin yayınladığı haberle dünya bu darbenin iç yüzünü ancak
61 yıl sonra 2014 yılında öğrenebilmiş oldu.[6]
Bu darbenin plan, program, stratejisi, teçhizatı ve finansmanını CIA yaparken,
gerçekleşmesinde yerel işbirlikçi anti-komünist sivil örgütlenmeler ile ordu
içindeki subaylar tayin edici bir rol oynar.
Şu açık gerçeği görmek gerekir ki; Ortadoğu da bulunan 16 ülkenin her
birinde askeri darbeler ve iktidar değişiklikleri yapılmıştır… Konumuz İran,
ancak Türkiye ve Afganistan gibi birbirine sınır komşusu olan ve benzer
siyasal-politik süreçleri bir ‘kader’ gibi yaşayan bu ülkeler aynı trajik sonu
da paylaşmaktadır! İran Şahı Rıza Pehlevi’nin
ve kurmaya çalıştığı sistemin birebir aynısını Afganistan Karalı
Emanuallah Han’ın yaşaması gibi. Ya da her ikisinin örnek aldığı Mustafa Kemal
cumhuriyetinin bugün aynı onlar gibi geriye bir dönüş yaşaması gibi. Kurulan bu
üç ülkedeki “cumhuriyet rejimi” ve geri kalan diğer ülkelerdeki benzer
sistemlerin, aynı yüzyıl içinde din motifli ve daha geri sistemlere dönüşmesi
gibi… Molekülleri İslam dini ile yoğurulmuş radikal Müslümanlıkla afyonlanmış
bir Ortadoğu gerçekliği karşısında, ona kısmi oranda ileri sistemler
(cumhuriyet, laiklik vs. gibi. Ki, kurulmuş bu sistemlerin gerçek anlamda bir
cumhuriyet ve laik sistem olmadığı gerçeğine karşın) uzun vadede yaşam hakkı
bulamamıştır. Bunda hiç şüphesiz emperyalist güçlerin rolü büyüktür. Ancak iç
dinamiklerin niteliği buna uygun olmasa, dış koşulların etkisi bu denli
belirleyici ve temelde etkili olamazdı! Bugün, İslam inancının hakimiyeti
altında olan 50 civarında ülkenin gerçekliğini irdelediğimizde, dinin bağnazca,
manipüle edilerek, gerçekliğinden saptırılarak diktatörlerin elinde kitleleri
daha kolay yönetmek için ciddi bir hegemonya aracı haline dönüştürüldüğünü
görmekteyiz. Zira, toplumların yönetilip yönlendirilmesinde din çok büyük bir
araç! Baktığımızda bu ülkelerde aklın özgürlüğünü, özgür düşünceyi değil;
inancın ve sorgusuz itaatin esasının dayatıldığını, bilimden-teknolojiden uzak
hurafelerin, köhne inançların batağında uyuşturulduğunu, çağ dışı, geri ve
cehalet içinde bırakıldığını görüyoruz. Bu yalnızca İslam dünyasının
diktatörlerinin değil, aynı oranda emperyalist kapitalist güçlerin de işine
gelmektedir. Bu temelde de kapitalist emperyalist efendiler İslam dünyasının
var olan diktatörleri ile her daim sıkı ilişkiler içinde olmuş, onları her daim
desteklemiş, olmayan yerde ise kitlelerin başına diktatörleri kendileri
yaratmıştırlar. Çünkü, aklını özgürce kullanandan,
bilimle-teknolojiyle-gelecekle-evrenle uğraşandan, demokratik bir toplumda
özgürce yaşayandansa; körü körüne inanan, dinin bağnazca yorumlanmasını görmeyen,
sorgulamayıp itaat eden, bir ümmetçi toplumu ve o ümmetçi toplumun kayıtsız
şartsız bağlı olduğu bir diktatörü kontrol etmek ve yönetmek çok daha
kolaydır...
Ortadoğu’da
din kimliği İslam ve Müslümanlık olguları, bölge halklarına daha canlı, daha
köklü bir şekilde işlenir. Moritanya’dan Endonezya’ya kadar uzanan ve 50’yi
aşkın ülkeyi kapsayan İslam coğrafyasında milyonlarca dolar harcayarak on
binlerce Kuran-ı Kerim ve İslamist/cihatçı ders kitapları Nebraska üniversitesi
tarafından basılıp yüzbinlerce insana dağıtılır. On binlerce insana dini ve
askeri eğitimler verildiği de unutulmamalıdır. ABD başkanı Carter döneminde
devreye konulan “Kızıl kuşağa karşı yeşil kuşak Projesi” ya da “Kızıl tehlikeye karşı yeşil panzehir”
Ortadoğu’da komünizmin yayılmasına karşı önemli bir engelleyici güç olarak
ortaya çıkarılacaktır! Özel olarak Ortadoğu’da İslam’ın anti-Sovyetik zemini
üzerinde yükselerek daha da yaygınlaşması ve komünizmle mücadele de bir eylem
gücüne ulaşmasında bu projenin önemi büyüktür. Bu projenin kapsama alanı
içerisine alınan 23 ülkenin (Moritanya, Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır,
Sudan, Lübnan, Filistin, Ürdün, Suriye, Türkiye, Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan,
Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Yemen, İran, Pakistan ve
Afganistan) hepsi de ABD’nin ve batılı
güçlerin stratejik enerji kaynaklarının ve ulaştırma hatlarının denetim altında
tutulmasına yönelik ulusal
çıkarları ile örtüşen ülkeler olduğu dikkat çekicidir! Yine “enerji koridoru” olarak Orta Asya’da ki
gazın batıya ulaştırılmasında kilit nokta olduğunu da unutmayalım!
Sovyetler Birliğinin o dönemki
lideri Kruşçev tarafından 1963 yılında İran’a yapılan ziyareti fırsat bilerek
dönemin ADB başkanı Kennedy’e mesaj gönden Humeyni, Şah yönetimine karşı
kendisinin desteklenmesini ister. Bölgedeki Sovyet ve İngiliz etkisini kırmak,
İran-Sovyet yakınlaşmasını engellemek, ABD’nin menfaatlerine ters düşmeyeceği
sözleriyle ABD’nin desteğini almak (o dönem Humeyni Şah tarafından ev hapsinde
tutulmaktadır!) ister. Bu bilgi, kamuoyuna yansıyan ve Humeyni’nin ABD ile
bilinen iletişiminden yalnızca biridir.
Humeyni iktidarda…
Aradan koca 16 yıl geçer ve Humeyni
Ocak 1979 yılında bu defa Paris’te sürgündeyken "İranlı
generaller sizi dinler, İran halkı ise benim emirlerimi" diyerek bu defa da dönemin ABD
başkanı Jimmy
Carter’e İran askerlerinin ABD tarafından pasifize edilmesini teklif eder. Hem
bu mektupları, hem de gerçekleşecek ilk
İslam Cumhuriyeti’ni ABD’nin bir gün sonrasında tanımasına kadar gizlenen
tarihi gerçekleri CIA tarafından 2016 yılında BBC üzerinden
deşifre edilen İran arşivlerinden öğrendik. İddialara göre Humeyni’nin bu teklifi; kendisini
iktidara taşırken, bölgede kaos son bulacak, grevlerle felce uğrayan petrol
akışı yeniden sağlanacak ve ABD’nin bölgedeki çıkarları korunurken, Sovyetler
Birliği "yeşil hilal"ile kuşatılacaktır. Bu vaatler Carter yönetimini, Şah Rıza Muhammed Pehlevi'yi ABD'ye bir “tatile çıkmaya” ikna edecek, Şah'ın bıraktığı iktidar boşluğu Humeyni’nin darbesi ile doldurulacaktır.
Tarihin yörüngesi 1980’li yıllar
işaret ettiğinde, Dünya halkları; İran Şah’ının devrilmesine, Rus sosyal
emperyalizmine dönüşmüş Sovyetlerin Afganistan’ı işgaline, Irak-İran savaşına, Türkiye’de
gerçekleşen üç askeri darbeye ve daha bir çok soğuk savaş hamlelerine ve
Ortadoğu üzerinde hakimiyet dalaşlarına tanıklık etti. Bu gelişmeler, Ortadoğu'nun stratejik
yapısını da değiştirdi. Özellikle İran’da ki rejim değişikliği bu büyük
değişimin başlangıcıdır diyebiliriz.
İran halkının Rıza Şah Pehlevi’ye karşı topyekûn başkaldırısı söz konusudur. Sosyolojik olarak
incelediğimizde bu başkaldırının başını çeken ve destek veren bileşenlerine
baktığımızda homojen bir yapıya sahip olmadığını göreceğiz. Bu gruplar
içerisinde aşırı İslamcılardan komünistlere, milli cephecilerden demokratlara,
liberallerden çeşitli sol örgütlere dek bir çok grup vardı. Hepsi Şah (monarşi)
yönetimine karşı birleşmiş, 1979 da Şah yönetimine, Monarşiye son verildikten
sonra iktidara yükselen Humeyni kendi radikal İslamcı diktatörlüğünü İslam Cumhuriyetini
adım adım kurmuştur. Böylece
Ortadoğu’da dengeler köklü bir biçimde değiştiren süreç başlar ve yalnızca
İran’ı değil, Orta Asya, Hindistan ve Cezayir’e kadar uzanan coğrafyayı etkisi
altına alır. Çok geçmeden Humeyni Şah rejimine karşı birlikte ittifak yaptığı gruplardan
özellikle de solculardan 2 milyona yakın muhalifi katleder. İktidara gelmeden
önce yardım istediği ABD’nin ülke üzerindeki etkisini kırmaya çalışır. Şah’ın
ABD’ye gitmesini protesto eden ve kendilerine iade edilmesini isteyen Humeyni
taraftarı bir grup öğrenci 4 Kasım 1979 tarihinde Amerikan Elçiliğini basarak 52 elçilik personelini 444 gün süreyle rehin alırlar. Öncelikle Şahın İran’a iadesini ve İran’ın Devrim sonrası Amerika tarafından dondurulan mal varlıklarının serbest bırakılmasını
istemişler, isteklerinin yerine getirileceği zamana kadar da rehineleri serbest
bırakmayacaklarını söylemişlerdir.
[8]
Humeyni’nin desteğini gören bu rehine olayı, Tahran-Washington ilişkilerinde önemli bir krize dönüşür. Bu kriz ile ABD, Humeyni’nin bu politikalarının hem kendine hem de bölgedeki en büyük müttefiki konumunda olan İsrail için tehdit olduğunu algılar. (Jeopolitik olarak İran, ABD’nin Ortadoğu’daki hedeflerinin tam merkezinde yer almaktadır. ABD hem kendisinin hem de bölgedeki en önemli müttefiklerinden olan İsrail’in çıkarlarının
tehlikeye girmemesi için İran ile hep yakın ilişkiler içerisinde olmuştur. Bu amaç dâhilinde Nixon Doktrini
[9],
“twin pillars” denen stratejiyi hem körfezde hem de bölgede uygulamaya
başlamıştır.[10])
ABD İran rejimine bir mesaj vermek için rehineleri kurtarmak amaçlı bir
operasyon yapar ancak rehineleri kurtarma operasyonu başarısız sonuçlanır. ABD
böylece İran karşısında bir de askeri hezimete uğrar. Ancak ABD işi
uluslararası bir boyuta taşır ve rehine krizi yüzünden Avrupa İktisadi Birliği
üyeleri, İran’a ekonomik boykot uygulamaya başlar. ABD baskısı ile başlayan bu
kriz günümüze dek çeşitli boyutlarıyla sürmektedir. Yine Humeyni iktidarı
öncesi Irak’ı “terörist” listesine alan ABD, Humeyni ile yaşadığı bu
sorunlardan dolayı Humeyni’nin iktidara gelmesinin ardından Irak-İran savaşında
Irak’ı desteklediği de bilinen diğer bir gerçektir. Yani dün “terörist” ilan
ettiğini çıkarları söz konusu olunca müttefike dönüşmüştür!..
İran-Irak savaşı, kitlelere dönük büyük bir şovenizm propagandası
yürütmeye, geniş kesimleri molla rejimi etrafında kenetlemeye de hizmet
etmiştir. Gerek İran-Irak savaşı sırasında, gerekse Humeyni’nin iktidara gelmesini isteyen ve
bunun için bedeller ödeyen kitleler, 1990’lı yıllara gelindiğinde toplumsal açıdan aşırı kutuplaşmış bir ülkeyle
karşılaştılar. İran İslam Cumhuriyeti elitleri, dinci ideolojiyle artık
gizlenmeyen büyük zenginliklere el koymuş oligarklardan oluşuyordu. Toplumsal
kutuplaşmanın derinleşmesi ve yoksullaşma, yavaş yavaş toplumsal hoşnutsuzlukları
artırdı. Daha Rafsancani döneminde yerel isyanlar gündeme gelmeye başlamıştı.
[11]
İslam Devrimi’nden sonraki her yıl giderek büyüdü ve bugün bu hoşnutsuzluk çığ
gibi sokaklara yansıyor. Daha önce kendisini seçim boykotlarında, öğrenci
protestolarında, işçilerin grevlerinde ve 2009 isyanlarında açıkça gösteren
hoşnutsuzluk, şimdi yine sokakları inletiyor. İnternet, uydu televizyon
kanalları ve radyolar, illegal muhalif faaliyetler devasa rejim sansürünü
kısmen de olsa aşmayı başarıyor. İnsanların kafasındaki korku iktidarı
yıkılıyor. Demokrasi arayışları, toplumda hızla yaygınlaşan anti-İslamcı,
anti-dinci tutum, molla iktidarının reddi, ama batı kültürüne ve Amerika’ya
hayranlık da toplumda büyüyor. Yurtdışındaki İran muhalefetiyle bağ içindeki
50’ye yakın radyo ve televizyon kanalı, 15 milyonun üzerinde insana ulaşıyor ve
protestolarda kısmen etkili oluyor.
[12]
Devam edecek…
------
[1] Osman Kaytazoğlu. İran bağlamında
Almanya-Ortadoğu. Kaynak: https://medium.com/turkce/almanya-avrupa-için-çok-büyük-ama-dünya-için-küçük-eski-abd-dışişleri-bakanı-henry-kissinger-a7c00400f8dc
[2] Transkafkasya Demokratik
Federatif Cumhuriyeti: 17 Ekim Bolşevik devriminden sonra bugün ki Azerbaycan, Ermenistan ve
Gürcistan topraklarında oluşturulmuş federatif bir devlettir. 1918 Mayısında
Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ın cumhuriyet ilanlarının ardından
Transkafkasya Demokratik Federatif Cumhuriyeti’nin varlığı da sona ermiştir.
[3] Kaynak:
https://tr.wikipedia.org/wiki/Rıza_Pehlevi
[4]
https://www.bizevdeyokuz.com/iran-sahinin-devrilisi-ve-islam-devrimi/
[5]
http://www.hurriyet.com.tr/cia-1953-iran-darbesini-duzenledigini-resmen-kabul-etti-24547063
[6]
https://www.theguardian.com/world/2013/aug/19/cia-admits-role-1953-iranian-coup
[7] Yeşil Hilal, Amerika
Birleşik Devletleri'nin Soğuk Savaş döneminde, güneyindeki bağımsız Müslüman ülkeler ve birlik üyesi Türk
ve Fars asıllı Müslüman ülkelerdeki İslamcı duyarlılıkları kullanarak Sovyetler
Birliği'ni zayıflatma stratejisi. Kaynak:
https://tr.wikipedia.org/wiki/Yeşil_Hilal
[8] Akgün,
Birol; Yurdakurban, İsmail. “Devrim Sonrası İran Dış Politikası” (1979-2005).
Yüksek Lisans Tezi. Konya: Selçuk Üniversitesi.
[9] Nixon Doktrini: ABD başkanı Richard Nixon’un, 25 Temmuz 1969 tarihinde Guam'da yaptığı basın toplantısında dile getirilmiştir.
Bu Doktrinle, Asya’ya yönelik ABD politikalarının yönünü değiştirmek
istiyordu. İlk olarak, ABD
uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan tüm yükümlülüklerini yerine
getirecektir. İkinci olarak, müttefiklerine ya da varlıkları ABD'nin güvenliği
için önem taşıyan ülkelere karşı bir nükleer tehdit oluşması halinde, ABD bu
ülkelere nükleer koruma sağlayacaktır. Üçüncü olarak, nükleer olmayan
çatışmalarda, ABD müttefiklerine her türlü lojistik ve ekonomik desteği
sağlayacak, uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan diğer tüm yükümlülüklerini
yerine getirecek, fakat tehdide maruz kalan ülkenin öz savunması için, kendi
insan gücünü kullanmasını talep edecektir. Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Nixon_Doktrini
[10] Pollack, Kenneth M (2004). The Persian Puzzle. The
Conflict between Iran and America,
[11]
http://sendika62.org/2017/12/iran-ve-halk-isyanlari-prof-dr-gazi-caglar-465269/
[12]
http://sendika62.org/2017/12/iran-ve-halk-isyanlari-prof-dr-gazi-caglar-465269/