(DOSYA: İran ve Ortadoğu!)
H.GÜRER
9 Ocak 2018
Dünyanın gözü son günlerde İran da gerçekleşen ve
her gün artarak devam eden protesto eylemlerinde. Dünyanın dört bir yanında yüzlerce
kişinin, dünya medyasının İran’da neler olduğuna dair ifade ettiği bir çok şey
var. Herkesin bu aktarımları yaparken izlediği metodoloji farklı. Bizim
izleyeceğimiz yöntembilimimiz; kimi zaman tümdengelim[1], kimi zaman tümevarım[2] ve
kimi zaman da analojik[3]
olacaktır. Yani bilimsel yöntemin kullanıldığı üç akıl yürütme biçimini de
uygulamaya çalışacağız.
Bu yazı dizimizde, bugünün İran’ının 100 yıllık
tarihsel evrimine mercek tutarak bugün neler olduğuna dikkat çekerken, bu
olguların gelecekte alacağı olası durumlara dair bir senteze gitmeye
çalışacağız. İran, Ortadoğu politikasında en başat noktada duran ülkelerden
biri olduğundan, onun ve bulunduğu coğrafyanın tarihsel sürecini bilmek, geçmişten
günümüze gelişmelere hâkim olmak ve özel de İran’ın, genel de ise Ortadoğu’nun resmini
bütünlüklü görebilmek için de önemlidir. İran’a İran’ın ‘batısından’ bakan bir
bakış açısı ile değil, İran’ın kendi penceresinden İran’a bakma empatisini ne
kadar güçlü başarabilirsek o oranda Ortadoğu’da olup bitenleri anlama ve
kavrayıp yorumlama verilerine de sahip olabiliriz. Bunun için ‘sıkıcı’, ‘uzun’
ve ‘yüzeysel’(!) de olsa ana başlıklar halinde küçük bir İran profili çizmek, 100
yıllık tarihin içinde küçük ve soluksuz bir gezintiye çıkmak hafızaları
tazelemek açısından gerekli…
***
Yaşadığımız kapitalist sistem, insanı bir ekonomik
veri olarak gördüğünden hayatın her alanında iktisat ile karşılaşır olduk. Global
dünyada hiç “beni ilgilendirmez” dediğimiz şeyler sizin yaşam kalitenizi
doğrudan etkileyen olgular haline gelmiş durumda. Örneğin; nasıl ki binlerce
kilometre uzağımızda New York’taki “1929 Wall Street İflası” ve “New York
Borsasını Çöküşü” olarak tanımlanan ve kapitalizmin büyük buhranlarında biri
olan ve tüm dünyayı sarsan kriz dünya genelinde yüz binlerce küçük ve orta
ölçekli işletmenin kapanmasına ve 30-35 milyon insanın işsiz kalmasına neden
oldu, bu krizin doğrudan bir sonucu olarak İkinci Paylaşım Savaşı
çıktıysa, İran’daki sorunlar, Irak’taki petrol krizi, bizim Türkiye’de veya
Avrupa da yediğimiz domates ve yumurtanın fiyatı üzerinde etkiye sahip! Bu karşılıklı
etki ve evrensel bağlantı yasası diyalektiğin temel yasasından biridir!
Öyleyse, dünyanın her köşesinde yaşanan her olay
bizimle bağlantısı olup etkilediği gibi, insan olarak olup biten hiçbir şeye de
kayıtsız kalamayız! 20.yüzyıl insanlığın büyük alt-üst oluşlarına, acılarına
tanıklık etti; I. Dünya savaşı, yıkılan imparatorluklar, dağılan uygarlıklar,
ekonomik krizler, yaşanan devrimler, kurulan yeni ülkeler, atom bombalarıyla
son bulan milyonlarca insan yaşamı, II. Dünya savaşı, başka gezegenlerin keşfi,
yıkılan sistemler, uluslararası kuruluşların ve organizasyonların oluşması vb.
gibi olaylar, insanlığın geleceğini de aynı oranda şekillendirdi.
Ortadoğu özgülünde ele aldığımızda ise; Osmanlının
çöküşü, Çarlık Rusyası'nın yıkılması, İran ve Afganistan monarşisinin
devrilmesi gibi bölgesel ve uluslararası büyük etkileri olan olaylar
yaşanmıştır. Ortadoğu'da yaşanagelen sorunlar ve savaşlar dünya siyasetinin
bölge özgülündeki uygulamasından başka bir şey değildir. Ortadoğu’nun dünya
siyaseti ve dolayısıyla tüm dünya insanlığının yaşamları üzerindeki doğrudan
etkilerinin görülmesi ve anlaşılması önemlidir.
***
“Ortadoğu” kavramı 20.yy başlarında Britanyalıların
kullanmaya başladığı, Avrupa merkeziyetçi yaklaşıma dayanan bir kavram olarak
karşımıza çıkar. Ortadoğu dünya üzerinde politik-stratejik ve jeofizik özelliklerinden
dolayı özel bir yere ve öneme sahiptir. Bu özelliğini üç temel öğeden; coğrafi
konumundan, yeraltı ve yer üstü zengin enerji kaynaklarından, üç dinin merkezi
olmasından alır. Coğrafi konumuyla Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında bu
kıtaların doğal geçiş yolları üzerinde yer alan Ortadoğu; Rusya ile sıcak
denizleri, Doğu ile Batı'yı, Akdeniz ile Hint Okyanusu’nu birbirine bağlayan,
aynı zamanda Avrupa ile Asya arasındaki bütün ticari ve kültürel bağlantıların
yapıldığı, Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının kesişme bölgesidir. Yeryüzünün
en önemli kara ve su yollarına sahip olmasının bu coğrafyaya kazandırdığı eşsiz
jeopolitik değer, Ortadoğu’yu tarihin ilk dönemlerinden bu yana dünya
egemenliği peşinde koşan güçlerin ilk hedefi haline getirmiştir. Asya ve
Avrupa’ya yönelik tüm projelerin merkezini oluşturan bu bölge, jeo-stratejik
konumu nedeni ile Avrupa devletlerini deniz komşuluğuyla, Rusya, Hindistan, Çin,
Afrika ve Balkanları karasal yollardan, Anadolu, İran ve Arap yarımadasını
tümüyle etkileme potansiyeline sahiptir. Ortadoğu’nun coğrafi konumu birçok
medeniyete ev sahipliği yapmış, bu medeniyetlerin her biri kendi çağlarında tarihin
akışını değiştirmiş, ona yön vermiştir. Birçok medeniyetin yaşam sürdüğü bu
toprakların biriktirdiği kültürel zenginlik ise bilumum insanlığın kendi
zenginliğidir. Tarihte insanların yaşamını etkileyen birçok gelişmenin, ilk
olarak bu bölgede gerçekleştiği bilinmektedir. İlk yerleşik hayat, ilk tarım
faaliyetleri, ilk yazı, ilk yazılı kanunlar ve ilk dinler hep bu bölgede ortaya
çıkmış ve buradan dünyaya yayılmıştır.[4]
Ortadoğu coğrafyası yalnızca yeraltı ve yerüstü doğal
zenginlikleriyle değil, bir kıtadan bir başka kıtaya, bir coğrafyadan başka bir
coğrafyaya ticari geçişlerin merkezi olma bakımından da (karasal bağlantıları, ırmakları,
nehirleri ve su yolları-kanalları, deniz ve hava sahası) dünyaya egemen olmak
isteyen güçlerin ilgisini çekiyor ve önemli bulunuyor. Mesela dünyanın en
önemli su yollarından bir olan Afrika kıtasının çevresinde dolaşmaya gerek
bırakmadan Güney Asya ile Avrupa arasında deniz taşımacılığına imkân
veren, Hint Okyanusu’nu Akdeniz’e bağlayan en kısa deniz yolu olan, Akdeniz ve
Kızıldeniz arasındaki Süveyş Kanalı. Yine Hürmüz Boğazı’nın Basra Körfezi’nin devasa
petrol üretimini dünyaya açan kapı olması, İstanbul Boğazı ile Karadeniz ve
Marmara Denizi’ni ve Avrupa ile Asya kıtalarını birbirine bağlaması, Çanakkale
Boğazı ile Marmara ve Ege Denizi’ni birbirine bağlaması bölgenin önemini
arttıran bir diğer faktör. Fırat, Dicle ve Asi gibi önemli su yatakları ve su
yollarına sahip Ortadoğu, bu jeopolitik ve jeostratejik özelliklerinden dolayı 18.yüzyılın
sonu, 19.yüzyılın başlarından itibaren uluslararası güçlerin bölge üzerinde
siyasi üstünlük kurma çabalarının yoğunlaşmasına sebep olmuştur... Bu
özellikler “Ortadoğu’yu kontrol etmek Dünya’yı kontrol etmektir” söyleminin
gerçekliğini gözler önüne sermektedir. Zira bir bölgenin jeopolitik öneminin o
bölgedeki doğal kaynakların oranından, petrol rezerv miktarına ve aynı şekilde
petrol üretim oranı arasında doğru bir orantı olduğunu söylemek abartı
olmayacaktır. Bu kısa örnekler Ortadoğu’nun özelliklerinin yalnızca küçük bir
kısmını ifade etmekte. Bu küçük kısmın dahi Ortadoğu’nun uluslararası güçler
için neden bu denli önemli olduğunu açıklamaya ve bu coğrafyada neden bir türlü
istikrar ve huzurun hakim ol(a)madığına dikkat çekmek açısından yeterli
olacaktır.
Uluslararası güçler, gerek rakipleri üzerinde,
gerekse dünya üzerinde egemenlik sağlamanın birincil yolunun Ortadoğu’yu
kontrol altına almaktan geçtiğini bilmekteler. Sanayi devrimi, arabanın icadı,
yakıtlı makinelerin yaygınlaşması ile birlikte dünyada hızlı bir şekilde makine
kullanımının artması petrolün birçok alanda kullanılmaya başlanması ile
özellikle 20. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren petrol hızlı bir şekilde
değer kazanmış, Ortadoğu’nun ve buradan geçen kara ve deniz yollarının
stratejik önemini dünyanın hiçbir yeriyle kıyaslanamayacak derecede
artırmıştır.[5] Uluslararası
Enerji Ajansının verilerine göre, 2010 yılı itibariyle ham petrol üretiminin
%32’lik kısmı, ham petrol ihracatının ise %38’i Ortadoğu ülkelerinden
yapılmaktadır.[6] Bu
özellikler, dünya siyaseti için son derece önemli olduğundan, Ortadoğu’yu
uluslararası siyasetin başka araçlarla ve en üst düzeyde, en kahredici şekilde
yürütüldüğü ve uygulandığı bölgelerden biri haline getirmiştir.
Ortadoğu’nun bu stratejik konumu içerisinde yer alan
ülkeler arasında en önemli ülkelerden biri İran’dır. İran aynı zamanda Ortadoğu’nun
ve Dünya’nın en eski devletlerinden biridir. İran’ı bu denli önemli kılan faktörlerin
başında ise Orta Asya, Hazar Havzası ve Ortadoğu üçgenin merkezinde
bulunmasıdır. Bu özelliğiyle de İran geçmişten bu yana topraklarında pek çok
kültür ve uygarlığı ve pek çok ulusu barındırmış, onların kültürel zenginliğine
sahip bir geçmişe sahiptir. İran, Dünya’daki en büyük ikinci doğalgaz rezervine
sahip olmakla birlikte, petrol gibi enerji kaynakları ile Ortadoğu ve dünya
ekonomisinde önemli bir konuma sahiptir. Ayrıca Ortadoğu’daki en büyük otomobil
üreticisidir. Dünyanın en zengin sanat geleneklerine sahip ülkelerden biri olma
özelliğini de taşımaktadır. Bu yüzden birçok sanat disiplinini (çömlekçilik,
dokuma, hat sanatı, metal işleme, mimari, resim ve taş oymacılığı, halı
dokumacılığı vb. gibi) içine almaktadır. İran UNESCO tarafından
arkeolojik kalıntıları ve yerler açısından Dünyadaki en önemli yerler arasında
yedinci sıradadır.[7] Matematiği,
geometriyi ve astronomiyi mimarilerinde ilk kullananların da İranlılar olduğu
bilinmektedir. Bu özellikleriyle çok sayıda galeri ve sanat evine sahip bir
ülke özelliğinin yanı sıra dünyadaki en büyük mücevher koleksiyonlarına da ev
sahipliği yapmakta. Yukarıda belirttiğimiz gibi; İran Ortadoğu’nun ve dünyanın
en eski devletlerinden biri. Bu yüzden de insanlığın büyük tarihsel, kültürel,
sanatsal zenginliklerine de sahiptir.
Türkiye’ye sınır komşusu olan İran, siyasi ve
politik çalkantılarıyla da Türkiye’nin siyasi ve politik kimi evreleri ile aynı
oranda önemli benzerlikler içinde olmuştur. Ortadoğu coğrafyasında yaşanan
alt-üst oluşların hiçbiri İran’daki değişimlerden, alakasız ve tesadüf
değildir. İran, Irak, Suriye ve Türkiye’deki yüz yıllık gelişmelere
baktığımızda; kaoslar, ‘devrimler’, askeri darbeler, darbelerle ele geçirilen
iktidarlar, komplolar, toplumsal dönüşümler, lokal savaşlar, mezhepçi
iktidarlar, yerli işbirlikçiler, katliamlar, baskı ve zulüm altında inletilen
bezginleşmiş kitleler ve efendilerine sadık kukla yöneticiler, kukla iktidarlar
ile mağrur diktatörlerin ne kadar çok bir ve aynı benzerlikler taşıdığını
göreceğiz!..
İran da meşrutiyetten, monarşiye, dikta rejiminden
İslam cumhuriyetinin kurulmasına uzanan, Irak ve Suriye de iktidarı ele geçiren
Baas rejimleri, İran-Irak savaşı, körfez savaşı, Halepçe katliamı, Türkiye’de
her on yılda bir gerçekleştirilen askeri darbeler, Arap baharı, Irak ve Suriye
işgalleri, çıkarılan ‘iç’ savaşlar ile ülkelere çekilen balans ayarları, iktidar
edilen kukla yönetimler, İŞİD
katliamları vb. gibi ardı ardına geliştirilen ve coğrafya halklarına hiç nefes
aldırmayan onlarca büyük olay, farklı-farklı ülkelerde olsa da özünde coğrafya
özgülünde birbirlerinin farklı tezahürlerde yansımalarıdır. Tüm bu
sıraladıklarımız bölge üzerinde efendilerin paradigma değişiklikleri için
ihtiyaç duydukları hadiselerden yalnızca bazıları… Ortadoğu ülkelerinin her
birindeki tek tek gelişmelerin, gerçekleşen büyük toplumsal alt-üst oluşların önemli
çoğunluğunun şu veya bu oranda, şu veya bu şekliyle bu coğrafya üzerinde
hesapları olan uluslararası emperyalist güçlerin karanlık mahfillerde ürettiği planlardan
bir bütün olarak bağımsız olduğunu düşünmek büyük saflık olur. Böyle
düşünürken, egemenlerin her gelişmenin, her eylemin, her başkaldırının
örgütleyicisi, yönlendireni veya destekçi olduklarını düşünmek de aynı oranda
yanlış olacaktır. Böylesi bir düşünüş tarzı böylesi pratiklerin içerisine
girmenin temel engelleyicisi olacaktır, ki egemenlerin istediği de budur. Bu
yüzden halk isyanlarını değerlendirirken bu her iki yönü göz önünde bulundurmak
bilimsel olarak doğruyken, paranoyaklık derekesine düşüp her protesto da, her
halk hareketinin altında uluslararası bir güç aramak da o oranda yanlıştır! Batılı
güçlerin İran halkının ayaklanmasına destek açıklamaları, perdenin ardında bu
güçlerin olduğunu kanıtlamaz. Aksine Batılı emperyalistlerin bu açıklamaları
iktidarın işine gelecek, yandaşlarına ve geniş kitlelere “rejim tehlikede, dış
güçler saldırıyor” diyerek ayaklanmaların özü ve nedenleri karartılarak
protestolar “dış mihrakların” ürünü olduğu manipülasyonuna gidilecektir. Bilinmeli
ki, özgürlüğe ve adalete susamış bir coğrafyanın insanlarının özgürlük arayışı,
zulme karşı başkaldırıları hiçbir zaman bitmeyecektir. Egemenlerin denetiminde
ve yönlendirmesinde olmayan örgütlenmeler de mutlaka olacaktır. Bu
kaçınılmazdır.
***
Henüz ismi Persia[8] olan
İran da, çeşitli uluslardan ve değişik etnik gruplardan bir araya gelen insanlardan
(Gilanlı, Alı, Kürt ve Ermeni) oluşan ve kendilerine “Jangali”[9]
adı veren gerilla birlikleri, 1920 sonbaharında Tahran’ı ele geçirmeye çalışırlar.
(Dönemin hareketlerinde görüldüğü gibi (farklı düşünce altyapılarında olsalar
da) tüm anti-emperyalist görüşleri bir arada toplamıştır.[10] Bu eylem, Sovyetler Birliğinin desteğiyle
yapılır. Bunun birkaç nedeni var. Ancak en etkin neden; “1917 Rus Devrimi ile
başlayan süreçte; büyük bir özgürlük ve devrim akımı dünyayı sarmıştı. Rus
Devrimi’nden sonra iktidara gelen Bolşevikler İran’ın Çarlık Rusyası ile
yaptığı bütün anlaşmaları iptal ederek yeni bir anlaşma yapmak istiyordu. Fakat
iktidardaki Şah Rejimi, İngiltere yanlısı bir politika izliyordu. Halk içinde
de Rus Devrimi’nin etkisiyle Rusya sempatizanı bir kamuoyu oluşmaya başlamıştı.
Bu dönemde (Sultan Galiyev vb.) aydınların da etkisiyle, bütün Müslüman
toplumlarında -sömürge ve ezilenler için- aslında aynı etki söz konusuydu.”[11] Jangali
gerilla hareketi[12]
Tahran’ı ele geçiremese de, politik ve sosyal krize neden olur. 21 Şubat
1921'de Rıza Han Seyyid, Ziyaeddin Tabatabai ile birlik olup İngilizlerin
desteğini alarak darbe yapar. (İngilizler, Rusların İran'dan çıkmasını isterler.
Çünkü Rusları kendilerinin sömürgesi olan Hindistan’a bir tehdit olarak
görüyorlardı.)
Darbenin başarısının ardından Tabatabai başbakan,
Rıza Şah Pehlevi ise ordu komutanı olur. Birkaç ay sonra Savunma Bakanlığını da
üstlenir. Yani hem ordu komutanı, hem savunma bakanlığı yetkisi Rıza Şah
Pehlevi’nindir. Tabatabai ile kurdukları hükümet çok uzun sürmez. Yüz gün (100)
içinde Rıza Şah Pehlevi 1923’te gücü ele geçirerek Tabatabai’yi tasfiye eder ve
başbakan olur.
Pehlevi tüm gücü ele geçirince Kaçar Hanedanı’nın son
şahı olan Ahmet Şah Kaçar ise önce İngiliz Büyükelçiliğine oradan da Avrupa’ya sığınır.
(Ayrıca, Kaçar Hanedanlığının son döneminin kapitülasyonlar aracılığıyla
İran’ın Batı tarafından hızla sömürgeleştirildiği dönem olduğunu da
belirtelim!) Meclis 12 Aralık 1925'te toplanarak hâlâ kraliyetin sahibi gözüken
Kaçar Hanedanı’nın son şahı Ahmet Şah Kaçar’dan alınıp Rıza Şah Pehlevi’ye
verilmesine karar verir. Pehlevi böylece İran’ın yeni şahı olur ve Pehlevi
Hanedanı’nı kurar.
***
Rıza Şah Pehlevi reformculuğuyla ve yüzünü Batı'ya
dönmesi ile bilinir. Dikta yönetimiyle saltanatını sürdürürken, ülkesi için “laik”
bir “Cumhuriyet” kurmayı arzular. Mustafa Kemal’in “cumhuriyetini” birçok
konuda örnek alır. Dikta yönetim biçimiyle her türden muhalefet edeni ve farklı
düşüneni “demir yumruk” ile ezer. Önce Mirza Kuçik Han ve Kürt isyanlarını
ezer. Askerlik kanunu geçirir, ordunun modernizasyonunu sağlar. İslam’ın
getirdiği yasalarla kadınlar baskı ve cendere altına alındığından ülkenin
kadınlarını özgürleştirmek amaçlı kara çarşafla örtünme yasaklanarak kılık
kıyafet devrimi başlatır. Kadınları sosyal yaşamın ve iş hayatının içine alacak
ve yasal haklar sağlayacak düzenlemeler yapar. Bunu evlenme yasası ve “Tahran Doğulu Kadınlar Kongresi” takip eder. (Kadına dönük bu reformlara önemli sayıda
dindar kadın karşı çıkar ve Pehlevi iktidardan düşene dek sokağa dahi
çıkmadıkları ifade edilir!) Ülkede fabrikalar kurulur, tarımda ve ekonomide
ilerleme kaydedilir. Demir yolu taşımacılığı, sanayi, tüneller ve köprüler
yapılır. Din adamlarının uluorta vaaz vermesi engellenir ve camilerde yapılması
düzenlenir. İran Milli Bankası kurulur, İngiliz bankalarının İran
ekonomisindeki yeri küçültülür. Eğitimde reforma gider; medrese eğitimine son
verir, modern okullar açılır. Tahran Üniversitesi kurulur. Burslarla birçok
öğrenci Avrupa’ya okumak için gönderilir. Yapılan tüm reformlara Mollalar
tarafından karşı çıkıldığı gibi eğitim reformuna da karşı çıkılır. Mollalar
tarafından “Okullar oğullarınızı kâfir, kızlarınızı fahişe olmak için
eğitiyor” sloganıyla camilerde boy gösterir. Bu propagandalar birçok ailenin
çocuklarını okullardan almasına neden olur. Başta mollalar, muhafazakâr
kesimler, din âlimleri her türlü reforma karşı çıkar, halkı kışkırtır. Rıza Şah
Pehlevi tüm karşı çıkmalara karşın reformlarını yapmayı sürdürür. Karşı
çıkanlara karşı da mücadele içine girer. Birçok din adamı, Rıza Şah Pehlevi’den
Irak topraklarına, Kerbela ve Necef’e kaçar. Bazıları ise Kum’da
gizlenir. Onlardan biri de Rıza Şah Pehlevi’nin yaptıklarını gelecekte yıkacak
olan Ayetullah Humeyni’dir.
Rıza Şah Pehlevi’nin tüm girişimleri, bütün
reformları, emrindeki tüm güçleriyle ülke genelinde cumhuriyet propagandası yapmasına
karşın başarılı olamaz. Kitleler dinin ve mollaların yoğun etkisi altındadır. Düşlediği
tarzda bir cumhuriyet aynı zamanda bağımsız bir İran demektir. Ülkesindeki
yabancı güçlerin varlığı ve etkinlikleri onu rahatsız eder. Özellikle de
İngilizlerin varlığı! (Aynı zamanda bu yabancı güçler kendisini iktidar eden
güçlerdir!) Bu yüzden kraliyet havayollarının İran üzerinden uçuşlarını
reddederek, İngilizlerle tek taraflı olarak petrol anlaşmalarını fesheder. Artık
kurmayı düşündüğü cumhuriyetin iki büyük düşmanı vardır. Biri; kurulacak
cumhuriyet İngiliz çıkarlarına aykırı olduğu için İngilizlerdir. Diğeri ise kurulması
arzulanan ‘laik cumhuriyeti’ kabul etmeyen mollalar, muhafazakâr kesimler ve
din âlimleridir. Çünkü cumhuriyetin kurulması bu kesimlerinde çıkarlarına
aykırıdır. Uzun yıllar boyu İngilizler mollaların nabzını tuttukları için, onlara
verdikleri destek sayesinde mollalar cumhuriyete şiddetle karşı çıkar.
Gerici mollaları takiben eğitimsiz halk da onlara uyarak cumhuriyeti reddeder.
Kitleleri arkasına alamayan Pehlevi’nin tüm uğraşları ve reformları geri teper…
Devam edecek...
[3] Analoji : Aynı olay ya da olgunun benzer birçok
yönünün zaman ve mekân faktörleri göz önüne alınarak karşılaştırılmasıdır.
[4] H.Çelik, 2014, Ortadoğu’da ABD
Politikaları ve Büyük Ortadoğu Projesi, Yüsek Lisans Tezi, Ankara.
[5] https://www.stratejikortak.com/2016/06/ortadogunun-onemi.html
[6] P. İpek, 2013, Enerji
Güvenliğinde Ortadoğu Bölgesi’nin Jeopolitiği ve Enerji Piyasalarında “Muğlak”
Bir Devrimin Yansımaları, ORSAM, Ankara.
[8] Rıza Şah Pehlevi, 1935 yılında
ülkenin Persia olan adını Aryanlar’ın ülkesi anlamına gelen İran olarak
değiştirir.
[9] “Jangali
Hareketi”nin başını Mirza Kuçik Han çekiyordu. Mayıs-Haziran
1920’de Enzeli şehrinde Sovyet yetkililerle işbirliği anlaşması yapan Mirza
Küçük Han; partisinin ismini, Adalet Partisi’nden İran Komünist Partisi
(Fırka-i Komünist-i İran) olarak değiştiriyordu. Parti, değişik etnik
gruplardan gelen üyelerden oluşmaktaydı.Dönemin hareketlerinde görüldüğü gibi
–farklı düşünce altyapılarında olsalar da-tüm anti-emperyalist görüşleri bir
arada toplamıştı. 4 Haziran 1920 tarihinde merkezi Reşt şehri olmak üzere ‘İran
Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ ilan edilmiştir. Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Mirza_Küçük_Han
[10]
https://tr.wikipedia.org/wiki/Mirza_Küçük_Han
[11]
https://tr.wikipedia.org/wiki/Mirza_Küçük_Han