(DOSYA:
İran ve Ortadoğu!)
H.GÜRER
19 Ocak 2018
Geçmişten bu yana Türkiyeli ‘sol’ güçler, dünyanın
dört bir yanında gelişen halk isyanlarına karşı üstün “analizlerinde”
bulunurken, her zaman “arkasındaki emperyalist odaklar” şüphe ve endişesiyle,
gelişen halk hareketlerine ve başkaldırılara egemen güçlerin
“oyunu-tezgahı-planı ve kontrolleri altında sürdüğü vb.” perspektifinden
yaklaşır oldu. Bu yaklaşımı tümden reddetmemekle birlikte, önemsenip hesaba katılması
gereken bir nokta olduğunu belirtelim. Ancak, işin bu yanı hesaba katılırken, gerçekçi
bir analiz, gerçekçi bir değerlendirme ve çözümleme için toplumsal
ayaklanmaların iç ve dış çelişkilerini, onları harekete geçiren dinamikleri de
çok yönlü irdelemek doğru ve bilimsel olan yöntem olacaktır. Hele de, uzun
yıllardır İslamcı-baskıcı-gerici
ve sömürücü molla rejimi ile yönetilen İran’da kitleler sokağa dökülüyorsa, bu
sistemle toplumun derin çelişkilerini, isyan yelkenini “dış güçlerin
rüzgarı”yla doldurmaya hiç de gerek kalmayacak kadar haklı gerekçeleri olduğunu
bilmek gerekir.
Böyle düşünülmezse bugün molla rejiminin medyalarında kitlelere
propaganda ettiği gibi “Eylemler, "İran’ı
zayıflatmak için dış güçlerin ülkeye soktukları ajanlarla gerçekleştiriyor… vb. propagandasıyla aynı zeminde
buluşulmuş olacaktır. Bu yüzden gerici-sömürücü
İran molla rejimine karşı İran halkının başkaldırısı ve isyanı meşrudur. Türkiye ‘sol’ cenahının
yegane görevi, burada ayağa kalkmış, sokağa dökülmüş kitlelerin “arkasındaki
dış güçlere” kafa yorması değil, Ortadoğu’nun kilit taşlarından biri olan ve
benzer tarihsel, siyasal, politik süreçlerden geçtiği komşusu İran’da ki bu
eylemlerin olası güçlü etkilerini, kendi ülkesindeki diktatörlüğe karşı
girişeceği mücadeleyle nasıl bütünleştirip destekleyebileceğini, Ortadoğu
halklarına karşı sorumluluğunu en iyi en eksiksiz, en doru ve en etkili şekilde
nasıl yerine getirebileceğini hesaplamalıdır! Ayrıca İran’ın yaşadıklarından
doğru ders ve tecrübeler çıkararak kendisini yakın gelecekte bekleyen benzer
durumlar için de hazırlamalı, kitlelere bu durumu yaygın bir şekilde
anlatmalıdır. İran’ın tarihinden ders çıkarmayan Türkiyeli sol cenah, aynı
ölümcül hatalara düşmüştür. “Yetmez ama evet” referandumundaki tutum sahipleri
ve “Barış masası” kurduğunu düşünerek, mevcut siyasi iktidarın harcına su
taşıma pozisyona düşen, önce hükümet olmasına oradan da devletleşmesine
götürecek hamlelerde önemli katkılar sunan ulusal hareket gibi…
Bugün İran baskıcı rejiminin ve onun bir ürünü olan
ekonomik sıkıntıların rahatsız ettiği herkes, protesto eylemlerinde kendi
sloganlarıyla yer alıyor. Kendi algıladıkları ve kurguladıkları kurtuluşçu
yaklaşımlarını da sloganlarıyla dile getiriyorlar. Kum şehrinde Che Guevara
pankartıyla sokağa çıkanlar ve kurtuluşu sosyalizmde görenlerden, Tahran
Üniversitesi öğrencilerinin “Baskıcı
rejim istemiyoruz” sloganıyla yürümelerine, kadınların kadın haklarına dönük,
zorunlu kıyafet kurallarına, eşitsizliğe yönelik protesto etmesi ve sistemin
kendisine dönük baskılara karşı kendi sloganlarıyla yürümeleri, yüzleriyle
direnişin sembolü olmaları gibi onlarca örnek; İran halkını salt mollalar
rejiminin ya da emperyalistlerin bir nesnesi gibi görme niteliğindeki değerlendirmelerle
onlara büyük bir haksızlık yapılacağının kanıtlarından yalnızca bazılarıdır.
2009
“Yeşil Hareketi”ne dair anımsamalar…
Hatırlanacağı üzere 2009 yılında
Mir Hüseyin Musavi ve İslami sol saflardan gelen ikinci
sıradaki lider Mehdi Kerubi önderliğinde İran da (kimi kaynakların
verilerine göre) üç milyonu aşkın insanın benzer protestolarına tanık olmuştuk.
Bu protestolar sırasında 76 protestocunun katledildiğini de Uluslararası Af
Örgütü’nün açıklamalarından öğrenmiştik. (Katledilen bu protestocuların çoğunu
da bir önceki yazı dizimizde İran milis örgütlenmesi Besic tarafından
yapıldığını da belirtmiştik!) Bugün yaşanan protestolar ile 9 yıl önce Mir
Hüseyin Musavi ve Mehdi Kerubi önderliğinde
yaşanan protesto gösterileri arasında temel farklar var. Bu farklılıklar,
protestoların dinamiklerinde barındırdığı önemli ayrımları görmemizi
sağlayacaktır.
2009 protestoları kendisini “Yeşil
Hareketi” olarak tanımlamış, hareketin ortaya çıkışındaki fikri
gerçekliğinin temelinde 2009 cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarının gözden
geçirilmesi bulunuyordu. Bu seçimlerde Ahmedinejad’ın
hile ile kazandığı iddiası vardı. Sokaklara dökülen yüzbinlerce insana
katılımlar arttıkça arttı. Devrimci düşünceden uzak net fikirleri olmayan ancak
protestoların kısa zamanda önemli bir ivme kazanması “Yeşil Hareketi”nin Musavi ve Kerubi taraftarlarının cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarının
gözden geçirilmesi türü bir taleple tutunmanın
faydası olmadığını anlamalarına neden oldu. Böylece daha
fazla hak ve daha fazla özgürlük talepleri sloganlarla haykırılmaya başlandı.
İnternet özgürlüğü, kadınların araba kullanma özgürlüğü, medya özgürlüğü vb.
istemler öne çıktı. Yani istemlerin merkezinde özgürlük talebi baskın
durumdaydı. Günlerce süren ve mollaların uykularını kaçıran bu protestolar
sonunda, Mir Hüseyin Musavi ve “Yeşil
Hareketi” süreç içinde zayıflatıldı ve talepleri kısa bir süre sonra rejimin
reforme edilmesi çağrılarına dönüştü. Bu tutum 2009 seçim sonuçlarının zımnen
de olsa kabulü olarak yorumlandı. Yeşil
Hareket’i, rejimi devirme ve değiştirme talebine dair hiçbir şey
gerçekleştirmemiş olmasına karşın, onlarca taraftarı rejim tarafından sokak ortasında
katledilerek başkaldırı ezilmişti.
Bugün ki protestolar kendisini
dünyaya “28 Aralık Hareketi” olarak tanımlarken, istemlerinin
merkezinde 2009 yılındaki “Yeşil Hareketi” gibi hak ve özgürlük talepleri
baskın öğe olarak karşımıza çıkmıyor. “28 Aralık Hareketinde” daha
çok hayat pahalılığı ve ekonomik
yolsuzluğa karşı tepkiler öne çıkarken, ekonomik talepler ve istemlere ek olarak birçok kişinin ‘rejim karşıtı’ sloganlar
attığını, İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamenei kastedilerek “Diktatöre
ölüm” ve (İran Cumhurbaşkanı) “Ruhani’ye ölüm” ve “Yüksek fiyatlara ölüm” gibi
sloganların atıldığı görülmekte.
Kimileri bu protestoların arkasında dış aktörlerin olduğunu iddia ediyor. Oysa ekonomik sorunlardan, uzun
yıllardır rejimin süregelen ve yaşamın her alanına dönük baskılarından
kaynaklandığı çok açık. İslamcı-baskıcı rejim ile yönetilen İran ve yasakçı-baskıcı
rejimlerinin tümü, bu tür eylemlerin ve isyanların merkezi olmaktan kurtulamazlar.
İsyanların mayalandığı, protestoların çıktığı kentler…
İslam rejiminin İran’da hüküm
sürmeye başladığı günden bu yana çıkan rejim karşıtı ve reform temelli
hareketlerin 40 yıllık profiline göz attığımızda, karşımıza çıkan veriler,
eylemlerin daha çok üç farklı eyalette mayalanıp ortaya çıktığını gösterdi bize.
Bugünün “28 Aralık Hareketi” protestolarını diğerlerinden ayırt eden özel
yanlardan biri; İran’da geleneksel olarak protesto eylemlerinin çıkan
bölgelerden çıkmamış olmasıydı. Verilere göre eylemler genel olarak Sistan-
Belucistan, Huzistan ve Kürdistan eyaletlerinde çıktığı yönünde. Ancak “28
Aralık Hareketi”nin çıktığı eyalet ise, Mollaların en güçlü olduğu şehirlerden
bir olan Meşhed oldu. Meşhed şehri İran’ın ikinci büyük şehri ve aynı zamanda, eyaletin aynı
isimli Meşhed şehristanı'nın yönetim merkezidir.
Kum gibi, İsfahan gibi çok önemli bir dini merkezdir Meşhed. Meşhed Mollaların
seçmen tabanının yoğun yaşadığı ve mollaların hakimiyeti altında olan bir
şehir. İşin bu yanı bu yüzden ayrıca dikkat çekici. “28 Aralık Hareketine” ilk
günlerde Sistan- Belucistan, Huzistan ve Kürdistan eyaletlerinden katılım
olmadığının da altını çizelim… Küçük bir ayrıntı, ancak önemli!
Meşhed şehrinde çıkan protestolarda
kitleler, seçilmiş cumhurbaşkanının ülkeyi iyi yönetemediğini söyleyerek ayağa
kalktılar. Sonra bu hareket 10 gün içerisinde yayılmaya başladı ve Tahrana kadar
ulaştığında ise 2009 da ortaya çıkan “Yeşil Hareketi”nin dinamikleriyle
birleşti. Meşhed’de ekonomik taleplerle başlayan ve Tahran’a ulaşan “28 Aralık
Hareketi” Tahran da “Yeşil Hareketi” ile buluşunca çatışma çıkacağı düşünüldü.
Ancak böyle bir şey olmadı. 2009’da özgürlük talep edenler, aynı zamanda ekonomik
sıkıntı da çekiyorlardı. “Biz de açız,
bizde zamdan mustaribiz, bizde yolsuzluktan şikayetçiyiz” dediler ve
Mollaların tabanını kucakladılar. Yani 2009 da özgürlük talebiyle sokağa
çıkanlar, bugün iktidarı iktidar yapan tabanın ekonomik temelli eylemlerine
destek vermiş duruma geldi. Özlü ifadesiyle; seçilmiş reformcu cumhurbaşkanı
Ruhani’nin tabanı, dini lider Hamenei
’nin doğal tabanına destek vermiş oldu. Burada dikkat
edilmesi gereken diğer bir yön ise Ruhani’nin kendisi destek vermiyor, tabanı
destek veriyor! Böylece Ruhani Meşhed’ten
çıkan hareketin hedefi olmaktan çıkıyor. Bir kesimin tabanı (Hamenei’nin) ekonomik sorunları dile getiriyorken,
diğer kesimin (Ruhani’nin) tabanı özgürlük talep ediyor. Burada kolaylıkla şunu
söyleyebiliriz; Objektif şartlar İran halklarının baskıcı molla rejimini
alt-üst etme koşullarını olgunlaştırmıştır. Ancak sorun şu; eskisi gibi
yönetilmek istemeyen kitlelerin sübjektif gerçekliği bu objektif süreci
yönlendirecek, etkileyip değiştirecek niteliğe sahip olmamasıdır. İran
halklarının bu realitesi, molla rejiminin eskisi gibi yönetememe krizinin önüne
geçiyor! Böylece aynı şekilde kitleler yönetilmeye devam ediyor…
***
Sonuç olarak; “Yeşil Hareketi”
mollaların tabanına yani bugünün eylemlerinin doğumunu gerçekleştiren “28
Aralık Hareketi” tabanına “sizin ekonomik temelli istemleriniz bizim 2009’daki
özgürlük istemlerimizden ayrı şeyler değil.” dediler... “İran’ın milli
kaynakları; enerji ve petrol gelir dağılımı, ayrıcalıklı zümrelerin elinde
toplanmış ve biz kitlelere kırıntısı dahi verilmiyor” dediler… Ayrı gibi
algıladıkların sorunların, aslında birbirine kopmaz bağlarla bağlı olduğunun
farkında olmayan bu iki “ayrı” kitle tabanı bugün “ortak paydalar” temelinde
buluşmayı başardı. Oysa, her iki kesimin de temel eksiği; ekonomik istemlerin
özgürlük talepleriyle kopmaz bağlarla iç içe olduğu gerçeğini görmemeleri. Birinin
eksikliği, diğerinin varlığını kıymetsiz kılacağının farkında olmamaları. Yine
her iki kesimin temel eksiği; gerici molla rejiminin kendi üzerlerindeki
baskının biçimini farklı yorumlayıp, rejime karşı ortak ve örgütlü direnişler geliştirmemeleri.
Direnişlerin kronolojik yapısına baktığımızda hepsi sistem temelli ancak ortaya
çıkışı, gelişimi belli kesimlerle sınırlı kalmakta. Bu durum her farklı dönemde
farklı bir kesimin sokağa çıkmasını ve rejim tarafından ezilmesini getiriyor. Bunun
nedeni tıpkı ülkemizde olduğu gibi her kesimden kitleleri ortaklaşan sorunlar
zemininde sisteme karşı buluşturup harekete geçirebilecek nitelikli, yetkin ve
tepeden tırnağa devrimci, sınıf temelli bir hareketin ve önderliğin
olmayışıdır. İran halkları, eleştirip düşüncelerini belirttiği, seçme ve
seçilme özgürlüğünün olduğu, yanlışlara, benimsemediklerine “HAYIR” diyebildiği,
demokrasinin, insana yakışan tüm erdemlerin ve özgürlüklerin olduğu ve katılım
sağlayabildiği bir yönetim biçimi isteyip onu birlikte kurma mücadelesini yine
birlikte örgütlü bir şekilde verme gerektiğinin zayıf oluşu, örgütsel ve programatik zafiyet
gerçeği, molla rejiminin en güçlü yanını oluşturuyor… Rejim karşıtı kitlelerin
sübjektif eksiklikleri, onları İran’ın iç dinamiklerine odaklanarak sınıfsal çelişkileri değerlendirip
bu temelde örgütlenmesinin de üzerinden atlanmasına neden oluyor.
Uzun yıllar önce Dr. Rıza Gaffari’nin yazdığı “Ağlayan Laleler”
kitabında, İran İslam rejiminin kurulmasının ardından Humeyni’nin ülkeyi
hapishaneye çevirip karanlığa nasıl boğduğunu anlatır. İran’ın Evin
zindanlarını ve eşi benzeri görülmemiş vahşetleri bu kitapta okudu dünya. “İran Halkı 1979 senesinde Şah rejimine karşı ayaklanmış ve demokrasi
talepleriyle sokaklara dökülmüştür. Özgürlük ve demokrasi arzusuyla büyük
mücadeleler yürütülmesine rağmen iktidar demokrasi güçleri tarafından değil
İmam Humeyni önderliğindeki İslamcı güçler tarafından ele geçirilmiştir. Onlar
daha hazır ve daha örgütlü oldukları için bu siyasal kargaşadan yararlanmış ve
iktidara uzanmıştır. İran solunun dağınık ve parçalı oluşu ve İran’ın güçlü
İslami geleneği bu süreci hazırlamıştır. Buna Humeyni ve İslamcıların süreci
iyi kullanarak halkın büyük bir kısmını peşinden sürüklemeyi başarmasını da
ekleyebiliriz. Humeyni iktidarı
alır almaz kanlı ve karanlık bir sürecin kapısı aralandı. Demokrasi ve özgür
düşünceye dair her şey yasaklandı. Muhalif olan her kişi ve örgüt cadı avı
kapsamında boğulmak istendi. Yüz binlerce insan cezaevlerine dolduruldu. O
dönemde cezaevleri tam anlamıyla işkence haneydi. Toplu infazlar
gerçekleştiriliyordu. Bir seferde 200-300 insan kafalarına sıkılan kurşunlarla
katlediliyor ve toplu mezarlara gömülüyordu. Pek çok insan işkencelerde
öldürülüyor, kimileri ise işkencelerde dayanamayıp olmayan suçlarını itiraf
ediyordu. Bir de bu itiraflar canlı yayında yayınlanıyordu.(Ağlayan Laleler Kitabının Özeti)
***
“28 Aralık Hareketi”nin başına
gelebilecek en kötü şey Trump’ın bu hareketi desteklediğini söylemesi, Molla
rejiminin ise eline de geçebilecek en iyi fırsatlardan biri oldu. Böylece Molla
rejimi tarafından “28 Aralık Hareketi” bir halk hareketi olmaktan çıkarılıp, tüm
haklı zemini ve gerekçeleri bertaraf edilerek “dış mihrakların çıkardığı
oyunlar” ve “hainlerin hareketi” olarak damgalandı ve kitle desteği de bu
propagandalar ile engellendi. Böylece halk hareketi “hainlerin hareketi”
oluverdi.
Peki
Trump’un bu hamlesi ABD ve Pentagon açısından düşünülmeden yapılmış, mollaların
işine yarayacak bir hamle mi? Görünüşte evet öyle. Ama biz bu durumu ABD
cephesinde okuduğumuzda işin rengi daha farklı. ABD bu tür halk hareketleriyle
Molla rejiminin götürülemeyeceğini gayet iyi biliyor. Kendisinin yaptığı bu vb.
açıklamalarla da molla rejimi tarafından gayet iyi kullanıp muhalifleri
bastıracaklarını da gayet iyi biliyor. Zira istediği de budur! Çünkü böylece
tüm dünyaya “bakın, seçilmemiş diktatör bir mola rejimi, en ufak bir muhalefeti
dahi kanla bastırıyor, demokrasi, özgürlük vs. yok. Otoriter ve totaliter bir
diktatörlük var. Bu diktatörler nükleerde üretiyorlar ve tüm insanlığı tehdit
ediyorlar” gibi propagandalarla İran’a karşı uluslararası tepkileri toplayarak
gelecekte İran’a yapılabilecek olası bir askeri müdahalelerin de zeminin
hazırlıyor! İran İslami rejimi, emperyalist-kapitalist
sistem içinde Ortadoğu da bölgesel bir güç olma mücadelesi veriyor. İran
İslami rejimi ve özel olarak da ABD arasındaki bu gerilim, İran halklarının
diğer önemli bir dezavantajını oluşturuyor!
Yani gerici İslamcı molla
rejiminden kurtulmak adına uluslararası emperyalizmin eline düşme denkleminde olan İran halkları, Ortadoğu da
Kürt ulusunun durumuna düşürülme riskini aynı oranda yaşıyor…
“Ağlayan
Laleler” kitabında yazar, bir öğrenci direnişini anlatır. Tahran
üniversitesinde öğrenciler şah rejiminin yıkılmasının öngünlerinde şaha karşı
bir boykot eylemi gerçekleştirir. Eylem bir süre sonra işgale dönüşür. Devlet üniversiteye
giremez. Direnişi zayıflatmak için üniversitesinin elektrik ve suyu kesilir.
Bunu duyan elektrik işçileri “madem öğrencilerimizin suyu ve elektriği yok o
halde şah da elektriksiz kalacak, yemeğini karanlıkta yiyecek” diyerek gidip
şahın sarayının elektriğini keserler. İran halkı işte bu denli erdemli,
dayanışmacı ve birbirini sahiplenme geleneklerine sahiptir. Bir gün ama bir gün
mutlaka, ezilen halkların birlikte ayağa kalkacağını, tüm sarayların suyunu,
elektriğini keseceğini, ülkenin ismini değiştireceklerini biliyoruz…
Şah
monarşisine son veren İran halkı, Molla rejimini de alt-üst edecek dinamiklere
sahip olduğunu biliyoruz…
Bitti...