21 Nisan 2018
“Bir
miIIeti tutsak etmek isterseniz,
müziğini
çürütün…” Confucius
Alev-alev yanan güneşten kopan milyarlarca gezegenden
biri olan küçük dünyamızda madde canlılaştı, kendi bilincine vardı. İnsan, ateş
yakmayı, demir eritip ona şekil vermeyi, âlet üretip onunla kendini koruyup
hayatta kalmayı, onunla toprağı işlemeyi, çalışıp düşünmeyi, dünyayı kavrayıp
onu değiştirmeyi ve ona hükmetmeyi öğrendi. İnsan, eylemsel gücüyle doğayı
değiştirebilen, ilkel doğayı değiştirerek yepyeni bir doğa; insansal bir doğa
inşa etti. Yaşamak için zorunlu görevlerini doğadan ürettiği sayısız âletlere
yükleyerek, içinde rahatça yaşayarak düşüncesini, yeteneklerini geliştirecek
yepyeni bir doğa kurdu. Organlarının eksikliğini giderdi; kanatları yerine uçak
yaptı. Organlarının görevini aştı; göremediği uzaklıkları dürbünle gördü.
Organlarının yükünü azalttı; merdivenle çıkacağı yere asansörle çıktı.
Böylelikle insan, eylemsel çabasıyla, ilkel doğadan sıyrılarak insansal bir
doğa üretti.Bu anlamda insan düşünen, âlet yapan, üreten, değiştirme eylemine sahip olan bir
canlıdır. Diğer canlıları evcilleştirmeyi ve toprağı işlemesini öğrenen insan,
göçebelikten yerleşik yaşama geçti.
Ürettiği her alet ihtiyaçlarına, yaşamını
kolaylaştırıp kendini korumaya, doğayı şekillendirmeye, dünyayı keşfedip estetikleştirmeye
vb. dönük oldu. Bu üretimin tümü kültürü oluşturdu. Kültür, bir toplumun duyuş
ve düşünü birliğini sağlayan bütün değerlerinin tümü olarak tanımlanır. Bu
anlam gelenek, görenek düşünü ve sanat değerlerini kapsar. Kültür, toprağın işlenmesi
ve kullanılmasıyla beraber türemiştir. Pek çok bilimsel, teknik, estetik,
sanatsal buluşlar ve üretimler, insanların üretim faaliyetleri sürecinde
beliren ihtiyaçlarına uygun olarak halk kütleleri tarafından ortaya konmuştur.
Tüm aletler gibi, müzik aletleri/enstrümanları kültürün somut objelerinden
biridir. Her enstrüman estetikliği, dayanıklılığı, mükemmelliği ve daha bir çok
yönü ile ait olduğu yani üretildiği kültürü temsil eder. Bu anlamda da,
enstrümanlarda çıkan melodiler her ne kadar evrenselliğe sahip olsa da, her
enstrümana belirli bir tarihsel, toplumsal, ulusal
nitelikler taşıyıcısı, bir kültür fenomeni ve akustik sistemler gibi farklı
perspektiflerden bakılabilir. Haliyle de herhangi bir toplumun kültürel
kimliğini yansıtmasında müzik sanatının belirleyici bir rolü vardır. Müziğin
yapısal ve ritimsel özelliklerinin yanı sıra müzik aletleri ve onların
kullanılması da toplumlar hakkında önemli ipuçları vermektedir.
Enstrümanlar her toplumun
kültürünü, estetiğini, zevklerini ve farklılıklarını; zenginliğini ve
renklerini ifade ederken, toplulukların ritüel ve sosyal yaşamında
işlevselliğini de ortaya koyar. Enstrümanlara sosyolojik ve antropolojik yaklaşımla baktığımızda etnomüzikoloji, folklor, etnografya, kültüroloji, halk çalgıları vb.
gibi birçok alanda üretildiğini ve kullanılabildiğini görmekteyiz.
Her enstrümanda bir kültürün yansısını ve izini
gördüğümüze göre, günümüzdeki müziklerin renkliliğini de bu yelpazede görmek
kaçınılmaz oluyor. Bunu geçtiğimiz günlerde çıkan Grup Umuda Haykırış’ın ilk albümü ‘SUSMA’yı
dinleyince fark ettim. Uzun
yıllar sahnelerde ve sıklıkla kitlesel eylemlerde dinlediğimiz Grup Umuda
Haykırış’ın albümü‘SUSMA’ türküleri, ezgileri ve
direniş marşlarını gereksiz füzyon teşebbüsleriyle ziyan etmeden yorumlayan bir
albüm olmuş. Grup 9-10 kişi, albüm çok dilli.
Albümde yer alan 14 şarkı Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Almanca, Fransızca, Zazaca,
Lazca olmak üzere toplamda 7 farklı dilde enternasyonal bir ruh ve armoni ile
seslendiriliyor. Hem de her kültürden her duyguyu yansıtan zengin enstrüman
çeşitliliğiyle bunu yapıyorlar. Yukarıda uzunca girişin nedeni işte buydu: yani
grubun çok dilli, çok kültürlü enstrümanlarla ulusların kültürel kaynaşmasını
başarmaları, melodileriyle ise dilin evrenselliğini bir albümde toplamalarıydı.
Böyle bir albüm için her birinin ayrı-ayrı yüreklerinden öpmek gerekiyor,
yüreklerine sağlık…
Albüm, yaşamıma varlığıyla güzellik katan bir yoldaşımdan bana hediye edildi. Dinlerken çok çekinerek
yaklaştım. Çünkü günümüzde etnik ve sentetik arayışlar evreninde sanat, plastik
efektlerle pesleştiriliyor.[4]
Bu gerçeklik albüme kaygıyla yaklaşmama neden oldu. Albümü dinledikçe müzikal
zenginliği hissettikçe tremolo kurbanı edilmemiş bağlamalar gibi anlamsız
riskler alınmamış olduğunu gördüm, elektro gitarın floyd rose'unu da en
usta ve en özel bend tekniğini de doğru dürüst hissettiren
bir albümle karşılaştım. Sadece bunlar mı? Tabi ki değil: Gelenekseli
evrenselle, evrenseli ise modern müzikal estetikle bütünleştiren bir albüm.
Batı enstrümanlarını ağırlıkta olduğu
ama geleneksel tınılarla sentez içinde olan güncel bir sound yakalanmış. Grup
üyelerinin ezici çoğunluğu Avrupa’da doğma-büyüme. Haliyle Batı müziğini ve
popüler müziği iyi biliyorlar. Albümdeki alt yapıya Batı soundunun hakim olması
da bundan sanırım. Hemen her parçada geleneksel enstrümanlar da var, dünya
müziğinden esintilerde. Bu kadar farklı dilde çok yönlü kullanılan
enstrümanları doğru yerde ve doğru duyguyu yansıtmakta kullanmak da ayrıca
önemli. Mesela, duyguyu daha yoğun ifade eden
enstrümanlardan yaylı kemana kadar kullanılmış. Örneğin bir Pir Sultan Abdal
eseri olan 'Şu kanlı zalim' ezgisi klasik Türk Halk müziği formatındadır.
Ve genelde o format içerisinde çalınır ve okunur. Grup bunu günümüz müziğiyle
zenginleştirmeye çalışmış, kemanlarla ve klasik müzik alt yapısıyla geleneksel
olan bu ezgiyi bu duygularla ifade etmeye çalışmış.Gayet de başarılı
olmuş… Yine Ermenice söylenen ‘Sari Sirun Yar’ parçasında Ermeni müziğinin ana enstrümanlarından
Duduk ve klasik müzikten tanıdığımız kuyruklu piyano da alt yapıda kullanılmış. ‘Karadeniz İsyanda’ ezgisinde Tulum ve Kemençe olmazsa olmazlığıyla
yerini korumuş.'Enternasyonal Dayanışma' tek marş
formatı. Fransızca söylenen kıta da Akordeon, Almanca okunan kıtada ise Elektro Gitar ön plana çıkarılmış. Kültürel
zenginliği ve çok sesliliği ifade etmesi açısından son derece güzel düşünülmüş
ve hoş bir uyum yakalanmış. Zira çok sesliliği yalnızca enstrüman zenginliğiyle
de sınırlı tutmamışlar ya da ele almamışlar: çeşitli halkların ve kültürlerin
dillerinde de şarkılar seslendirerek bunu göstermişler.
Albümün bütününde bağlamalar, Zurna, Ney ve Kaval dışında kullanılan enstrümanların
hepsi geleneksel olmayan enstrümanlar. Latin enstrümanı olan Cajon,
ritim aleti vb. gibi alt yapısı güçlü enstrümanların armonisini
duyumsayabiliyorsunuz ruhunuzda. Drum Davul,
Bass Gitar, Elektro klasik ve Akustik Gitarlar albümde alt yapıda temeli
oluşturduğunu görüyoruz. Bunca zengin ve kültürel çeşitliliği içeren
enstrümanların hakkı verilerek iç-içe özümsetilmiş. Bu yapılırken de
eserlerde şarkıların yöresel ve kültürel tınılarından da vaz geçilmemiş.
Albüm
kapağının detaylarından bu güzel albümün yönetmeninin Erkan Çınar olduğunu
görüyoruz. Kafanızda bir resim olduğunu düşünün. Ama ressam değilsiniz. Siz o
resmi tarifliyorsunuz. Erkan Çınar o resmi tarifleyen sizin dahi kaçırdığınız
ayrıntılardan yakalayıp tuvali, tüm tonların uyumuyla sizin hayalinizdeki resmi
çiziyor. Burada ustaca yönetmenin ve sihirli ellerle estetik ve yaratıcı
dokunuşların o etkileyici büyüsünü görüyoruz.
***
Müziğin yolculuğu…
Müzik başladığında yolculuk başlar. Olduğun yerde asla kalmazsın. Bir yere gitmek
istersin, farkında olmadan bakarsın ki ruhun ve yüreğin seni alıp hiç ummadığın
yerlere götürmüş! Müzik, dinleyenlerin duygu dünyalarında seyahat etmesidir!
Bilinmeyene doğru bir göçtür! Onun yarattığı mucize de buradadır, doğanın ve insanın
bütün kaoslu gürültülerine hakim oIan arık melodiyi çıkarabilmektir asıl olan.
Bu farkındalıktır Pablo Neruda’ya; “Yavaş yavaş ölürler. Okumayanlar, müzik dinlemeyenler, vicdanlarında
hoşgörüyü barındıramayanlar.” dedirttirmiştir…
Herkes bir sese sahiptir. Dünyanın dönüşünün dahi çıkardığı bir ses vardır evrenin
boşluğuna doğru. Mesele, bu evrende ezilen, sömürülen çoğunluğun bir melodisi
mi olmak, yoksa boşluğa bağıran bir gürültü mü?! Şayet ilki olunması
başarılırsa bütün kâinat seni dinleyecektir! Çünkü müzik insanlığın ortak
dilidir, ne dediğini bilmeniz gerekmez, melodisi sizi alır duygusal ve ruhsal
bir yolculuğa götürür... Bu yüzden "Eğer müzik; akla ve duygunun en üst katlarına seslenmemiş olsaydı ona
sanat diyemezdik, onu basit gösteri danslarının estetik katına alırdık. Bütün
sanatlar içinde yapısı gereği insan duygularını en çok avucu içine alan,
fiziksel olarak insanı büyüleme gücü en yüksek olan sanattır; müzik." der Nietzsche…
İsyanın içinde olmak mı, içinde isyan olmak mı!
Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar çirkindir… Umuda Haykırış ‘SUSMA’ albümüyle
kitlelere “bildiğini susma haykır” diyor. Albümdeki kavga türküleriyle
yığınlaşmaya, yılgınlaşmaya, en insani normlara, yaratılan değerlere ve
yabancılaşmaya doğru büyük adımlarla yürüyenlere umudu ve direnişi haykırıyor.
Protest müzik türü, liriklerinde ağır, sert ve politik bir duruş olan bir tür. Katı ritim yapısının aksine, ağıt tınıları içeren sanatsal kompozisyon özelliği
de taşıyabilir.Şili’li Victor Jara’dan, İnti-İllimani’ye, Arjantinli Atahualpa Yupanqui’den, Yunan’lı Mikis
Theodorakis’e kadar onlarca protest müziğin öncülerinden etkilenerek
1970’lerden sonra ülkemizde de mücadelenin seyriyle birlikte filizlenmeye
başladı bu tür. Protest müzik, kitlelere görünür kıldı gerçekleri. Sonra; "İsyanın içinde olmak mı,
içinde isyan olmak mı istersin”diyerek seslendi. Ardından milyonların korusunu oluşturarak dünya
gericiliğine melodileriyle meydan okudu uzun yıllar. Bugün ise gerek benzer politik grupların ve gerekse genel olarak
yapılmakta olan protest müziğin, köklerinde yer tutan toplumsal muhalefet yapma
özelliğini önemli oranda kaybetmiştir.
İlk albümlerini çıkaran grup, her yıl Avrupa’da ve Türkiye'de bir çok konser veriyor. Bunun dışında kitle
eylemlerine,sokak
gösterilerine, fabrikalardaki
grevlerden üniversitelerdeki işgallere dek katılan politik bir grup. Bir
çok etkinlik ve konserde sahne alan grubu defalarca dinleme şansına sahip
olmuştum. Grup,
Dünyadaki tüm müzik türlerinden beslenen, popülist bir kaygı taşımadan kendi
estetik zevklerine uygun, hayat görüşü ile müzikal tavrı arasında tutarlı
bir çizgi izlemeye çalışan bir müzik grubu. Bu yönüyle Türkiye’de bulunan bir çok politik müzik
grubuyla aynı zeminde buluşuyor. Seslendirdikleri her parça ile
kitleleri, isyanlardan sevdalara sürüklüyor, vurguları, marşları ve
melodileriyle kâh
Grup Yorum’a, kâh
İnti-İllimani’ye doğru sizi alıp götürüyor. Bu yönüyle protest müzik yapan hatırı
sayılır politik gruplar arasında hak ettiği yeri bulabileceğini
söyleyebiliriz.
Bunca ‘övgü’yü SUSMA’daki performanslarıyla hak ettiler.
Peki ama eleştirilmesi gereken yanları yok mudur? Olmaz mı! En öne çıkarılması
gereken eleştiri; grubun kuruluşundan bu yana, birkaç albüm çıkaracak kadar
kendi besteleri olmasına ve beslendikleri zeminin bitmez tükenmez bir çağlayan
olmasına karşın 18 yıla bir albüm sıkıştırmış olmaları, gerekçeleri ve nedeni
ne olursa olsun çok büyük bir eksiklik. Bu eleştiri, konuştuğum grup
elemanlarınca da kabul edilir bir eleştiri olarak karşılanıyor. Bunu kabul
etmek yetmiyor. Somut üretici adımlar atılması gerekiyor. Aksi halde, 18 yıllık
albümsüz geçirdiği yılların tekrarına düşer ve bu süreyi yoğun bir emekle
üreterek kapatmazsa, benzer politik grupların ilk albüm sonrası yitişlerindeki
akıbeti paylaşmaktan da kaçınamayacaktırlar. Üretim devamlılık ve süreklilik
ister. “Suyun taşı delmesi gücünden değil sürekliliğindendir” ifadesi grup
açısında kulağa pelesenk edilmesi gereken önemli bir noktadır. Yeni şeyler
yaratmak için öncelikle eski şeylerin yıkılmalısı gerekir. Grubun eski tarzını
kıracağını ve üretimlerini kitlelerle paylaşacaklarını umuyorum.
Umuda Haykırış, ‘SUSMA’ ismini taşıyan ilk albümleriyle insanlığın
özgürlük kavgasının yanında yer alırken, Anadolu kültürünün kanadına
binip, Avrupa semalarında yankılanan bir ses, sanat cephesinde farklı bir nefes olmaya çalışıyor. Diliyorum, yaptıkları müzikle siyasi
tavırlarındaki diyalektik ahenk, düşlerine ortak olabilen geniş ve işlek bir
kitleye ulaşır. Umut ediyorum ki; aynı düşleri taşıyanlar ayrı
enstrümanlara akort olmayı bırakıp, birlikte insanlığın büyük senfonisini
yaratmanın zamanı geldiğini bu kötü konjonktürel durumda bu denli iyimser bir
çıkış karşısında anlar!..
Umuda Haykırış, ‘çoraklaştırılan
topraklarda yeniden ve yeniden üret, düştüğün yerde yeniden doğrul, yenildiğin
yerde yeniden başla kavgaya ve alnını yıldızlara daya, yitirdiğin yerde yeniden
sev, yık köhneyi kur yeniyi’ demeyi bilenler için söylüyor... Yüreğinize, dilinize, emeklerinize sağlık
çocuklar…