1 Aralık 2014 Pazartesi

Mutantlar ve İnsanlar! (I)

H.GÜRER
1 Aralık 2014
           
Başlarken şunu belirteyim; bu yazı, uzunca bir yazı dizisi olacak! “Sıkılacak” olan ve “toplumun kalabalıklarını oluşturan” ve “onlar gibi düşünenleri” şimdiden uyarayım, OKUMAYIN!
Kısa ve özlü ifadelerle anlatmak isterdim anlatacaklarımı. Fakat yedisinde ve yetmişinde, emperyalistler ve onların mutantlarınca katledilen insanların yaşamlarını, kısaltacak ve özetleyecek kadar “basit” sözcükler bulamadım!
Yanıbaşımızda ki halkların kafaları kesilirken, çocuklar öldürülürken, siz bunun “nedenlerini” ve tarihsel köklerini öğrenmek, bu duruma “dur” demek ve karşı koymak için dahi zaman ayır(a)mayacaksanız, OKUMAYIN!
“Toplumun kalabalıkları ve onlar gibi düşünenleri” olmaya devam edin!
* * *
         Fotoğrafı oluşturan noktalardır! Her bir nokta ise (yani piksel) tek olarak ifade edilir. Bir fotoğrafın yalnızca bütününe bakmak noktaları görmemizi, ve yalnızca noktalara bakmak ise bütünü görmemizi engeller! Bugün Kobanê, esasen bu koca tabloda görmemiz gereken noktalardan yalnızca biridir! Kobanê’yi doğru analiz edebilmek için tablonun bütününe doğru ve bilimsel bakmak gerekir. Çünkü, Önem bakışımızdadır, baktığımız şeyde değil!Bunun içinde, bu yazı dizisi ile Aristoteles’in bilimsel çıkarsama metodu olan ‘tümdengelim” yöntemi ile oldukça hacimli bir süreci değerlendirmeye, ampirik verileri sistemleştirerek tablonun bütününden, onu oluşturan nokatlara ve dolayısıyla da Kobanê’ye değineceğim.
* * *
Siz hiç, insandan, sesten, kokudan, gülüşten, paylaşımdan, sohbetten, kısacası yaşamdan yalıtıldınız mı? Yada bu uygulamalara maruz kalmış kaç insan tanıdınız? Kaçı ile sohbet ettiniz? Yada hiç empati yapıp, böylesi bir uygulamayla karşılaştığınızı düşüne bildiniz mi? Ben hepsini farklı zaman aralıklarında en ağır şekilde yaşadım!..
2000 yılı, Türkiye’de ki politik tutukluların Ölüm Orucu direnişlerinin gölgesinde evrilmişti bir sonraki yıla. 2001 yılına Türkiye’de ki politik tutuklular olarak, kan ve acı, ölüm ve direnişle girdik. Ağır bedeller, büyük kayıplar ve yiten yaşamlarla dolu bir yılı geride bırakmıştık. Erzurum Özel Tip cezaevi hücrelerinden, 57 günlük Açlık Grevinin ardından sürgün sevkle götürüldüğüm Çayırlı hapishanesinin tek politik tutuklusu olduğumdan, 18 kişilik koca bir koğuşta tecrit ve izolasyonda tutuluyordum. Ayları bulan yalnızlık, her geçen gün tecrit’in ve izolasyonun hasarlarını derinleştiriyordu.
2001 yılının 11 Eylül sabahıydı. Havalandırmaya çıkmış, volta atarak “firar” etmiştim. Dağlara çıkmış, insan kalabalığında yürümüş, kuşları izlemiş, sevdiklerimle buluşmuş, müzik dinlemiş, yıllarca bir avuç gök mavisine hasret hapsedilen ben, sonsuz göğün altında “volta firarı”mda eylem dahi yapmıştım! Ve bu güzel ‘volta firarım’ yorgunluğumdan ve açlık grevinin bıraktığı tahribatlardan dolayı son bulmuştu. Yalnızlığımla baş-başa kaldığım koğuşa dönmüştüm. Radyo haberlerinden New York’taki Dünya Ticaret Merkezi (DTM) gökdelenlerine iki uçakla saldırı düzenlendiğini öğrendim.
Aşağıda ki analitik yazıyı da işte bu haberi dinledikten bir kaç gün sonra, başka bir hapishanede bulunan dosya arkadaşlarımdan birisine ve yine Erzurum E-Tipi cezaevinde kalan ve 2 şubat 2011 tarihinde kış üstlenmesi kamplarının çökmesi sonucu 4 yoldaşı ile yaşamını yitiren TKP/ML-TİKKO gerillası sevgili Gülüzar ÖZKAN’a mektup olarak yazmıştım. Şimdi ise bu yazının “giriş” kısmı olarak buraya aktarıyorum. Çünkü, ABD’nin 13 yıl önce Orta-doğuya yönelik stratejik hamlelerini içeren bu yazı, bugün ki gelişmelerle daha da önem kazanmış ve kristalize olmuş durumda! 13 yıl önce, tutsaklık ve tecrit koşullarında yazılmış bu yazı, şüphesiz bugünün gelişmelerinden ve dolayısı ile kavramlarından yoksun! Ama esas olarak, o dönemde ve şartlarda belirtilen görüşlerin, olayların gelişimi sürecinde genel olarak doğrulandığını ifade ettiği kanısındayım! Önemli midir? Kesinlikle! Çünkü, bugünün Türkiye’sinde, 13 yıl önce o ağır koşullarda yazılan analitik yazıda belirtilen noktalara hala varılabilmiş bile değil! İşte bu yüzden önemlidir!
* * *
15 Eylül 2001
Çayırlı/K1-Tipi Cezaevi
“(...)”
“Geniş yankı uyandıran, önemli siyasal, ekonomik, askeri vb. sonuçlara yol açacak olan şu ABD’de ki DTM ile PENTAGON’a yönelik “düzenlenen” yolcu uçakları ile “saldırı” eylemine ne diyorsun, ne düşünüyorsun? Ve sanırım, konuya ilişkin basını, medyayı izliyorsunuzdur? Keza, takip etmek için bana oranla olanaklarınız kısmen ‘daha fazla’ diye düşünüyorum! Ama ben yine de kısaca değineyim.
            “Saldırı” olayını radyo haberlerinde ilk duyduğumda, “bu olayın içinde bir bit yeniği var” diyerek kuşkulandım. Ardından bir kaç gündür üst-üste dinlediğim radyo haberlerinde ki kimi açıklamalar, kuşkularımı haklı çıkarır noktada!
            Çünkü olay çok büyük, kapsamlı olduğu gibi böylesi bir olayın ABD istihbarat örgütlerinden “bağımsız” veya “habersiz” yapılabileceğine ihtimal dahi veremedim! Keza bir ‘olasılık’ olarak dahi düşünecek olursak, bu olayın gerçekleştirilmesinde Bin Ladin’in adamları, yada Ortadoğu kökenli Müslüman inançta kişiler olabilir ve mümkündür ki bu olay Bin Ladin talimatıyla gerçekleşmiş olsun. Böylesi bir durumda bile ABD istihbaratının işin içinde olduğunu düşünmemek, ancak siyasal gelişmelerden habersiz bir apolitiğin işi olabilir! Yani hem bu olayın gerçekleştirilme biçimi, hem de olayın yarattığı ve yaratacağı, daha doğrusu olay bahanesi ile gündeme gelen siyasal gelişmelere, sonuçlara bakıldığında, olayın ABD’li savaş yanlısı petrol, silah, elektronik sanayi ve tekellerin bir tezgahı olduğu aşikardır!.. Zaten faşist Busch ve ABD savaş kabinesinin diğer yetkililerinin, PENTAGON’un ve ABD’nin önde gelen medya kuruluşlarının açıklamalarına, yorumlamalarına bakıldığında, Bin Ladin ve Ortadoğu Müslümanları bahanesi ile savaş çığırtkanlığı yapanların hangi güçler oldukları görülmektedir. Keza savaş çıkarmak istiyorlar!
Çünkü, birinci olarak genelde kapitalist ekonomi ama özelde de ABD ekonomisi son bir kaç yıldan buyana bir durgunluk, hatta gerileme, küçülme sürecini yaşıyor. Özellikle de ABD emperyalist haydutlarının, (tekellerinin) ellerinde birikmiş aşırı sermaye, ve aşırı üretim var; ve birikmiş olan aşırı sermayenin yeniden üretimi için kontrolünde olmayan pazarların ele geçirilmesi yada sermayenin sınırsız, dizginsiz ve engelsiz dolaşımı ile yeniden üretimi için tüm engellerin kaldırılması gerekiyor.
Buda her şeyden önce rakip emperyalistlerin geriletilmesi, pazarlar üzerinde ki etkilerinin, güçlerinin kırılması ve tüm ülkelerin mutlak teslim alınması, boyun eğdirilmesini şart koşar. Yani yasal-hukuki engellerin tümden kaldırılması, emperyalist ülkelere tüm imtiyazların tanınması demek! İşte savaş çığırtkanlığının temelinde ki başlıca neden budur!
Buna bağlı olarak somutlaştırmaya çalışırsam, neden Afganistan? Sorusunu doğru yanıtlamak gerekiyor! Çünkü soruların tek başına doğru yerde sorulması yetmiyor, doğru yanıtlar verilmesi gerekiyor!
Her şeyden önce Afganistan jeo-stratejik zenginliklerin, kaynakların, yani petrol ve doğalgaz kaynaklarının bulunduğu bölgenin bitişiğinde, hatta ortasındadır! Keza Afganistan istikrarsızdır, istikrara kovuşturulması hedefleniyor! Yani istikrarsız Taliban yönetiminin tasfiye edilmesi ve yerine kendisine bağlı kukla bir yönetimin oluşturulması!..
İkinci olarak, Afganistan üzerinden Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Tacikistan, Kırgızistan kontrol altına alınabilir ve böylelikle bölgede güçlenen başta Rusya ve Çin’in ve ŞİÖ’nün (Şangay İşbirliği Örgütünün) etkinliği geriletebilir veya durdurulabilir! Orta Asya’ya ABD’nin askeri varlığı hakim olabilir. Böylece ABD’ye karşı dünya petrol üretim ve kullanım pazarının yarısından fazlasını elinde bulunduran Hindistan, İran, Moğolistan ve Pakistan’ı da ŞİÖ üyeliğine/bünyesine alması engellenebilir! Böylece tek kutuplu dünyanın tek jandarması olma misyonuna kavuşabilir.
Yani ABD henüz gücünün “zirvesinde” iken, bölgede köprü başlarını tutmak ve bölgeye yerleşmek istiyor. Buraları ele geçirdiği ve enerji kaynaklarını kontrolüne aldığı taktirde, petrol şirketleri yeni kaynaklara kovuşmuş olacaklar, büyük bir sermaye artırımı ve birikimine yeniden kavuşacaklar. Yani böylelikle sermaye kendisini yeniden üretecek, katlanarak büyüyecek ve kârına kâr katacaktır. Askeri üstler kuracak, Orta Asya’ya istediği gibi askeri müdahalelerde de bulunabilecek. Sistemleri yıkıp, kendisine bağlı kukla sistemler kuracak!
Bununla beraber silah sanayisine daha büyük yatırımlar yapılacak. Çünkü emperyalist bloklar, devletler, tekeller arasında daha hızlı ve büyük bir silahlanma yarışı bağlayacaktır. Keza bütün bu gelişmeler, özellikle enerjilerin katsayıları arttırılarak, uzak, elektronik, uydu teknolojisinin de büyümesine yol açacaktır. Çünkü silah ve elektronik teknolojisi iç-içe geçmiş durumdadır ve birbirinin varlık koşuludur!
Peki bütün bunların, savaşın acısını kim çekecek? Faturayı kim ödeyecek? Tabi ki dünyanın ezilen halkları ödeyecek! Ödememek gerekiyor. Ödememek için bütün ezilen halkların savaş karşıtı bir cephe oluşturması ve emperyalist haydutlara karşı ayağa kalkması gerekiyor. Özellikle Orta Doğu halkları bu konuda oldukça duyarlı. Genelde anti-emperyalizm, özelde anti-ABD eğilim, tepki ve öfke hayli yüksek. Eksik olan, sınıf eksenli devrimci bir önderlik. Ülkemizde dahil bu doğrultuda adımlar atılmalı. Aksi halde bir taraftan yeni baskı yasaları çıkarılacak, bir taraftan da savaştan yararlanılarak elde edilmiş olan sosyal-ekonomik haklar gasp edilecek. Ve buna karşı koyan-direnen halka karşı açık teröre yönelinecektir. Keza fırsattan yararlanılarak anti-kapitalist, anti-emperyalist devrim dinamiklerin tasfiyesi için daha azgın bir saldırıya girişebilirler.
Tutsak da olsak, hücrelere sıkıştırılmış da olsak, bu vb. tüm noktalarda halkı aydınlatmak, bilgilendirmek ve bir halk tepkisinin temellerini bugünden atmak ve kısa gelecekte sınıf temelli, çelikten, güçlü bir devrimci hareketin inşasına başlamak şarttır!
Bir nokta da şu; bundan sonra kapitalist emperyalistler, sürekli bir savaş stratejisi uygulamak zorundalar. Sürdürülebilir savaş stratejisi yani! Ama böylesi bir stratejide onları tarihin çöplüğüne gitmekten kurtarmaz. Çünkü böylesi bir strateji, gerek emperyalistler arasında ki çelişkiyi, çatışmayı, gerekse emekle-sermaye güçleri arasında ki çelişki ve çatışmayı şiddetlendirecektir. Sonuçta, “ya emperyalist savaşlar devrimlere yol açar, yada devrimler emperyalist savaşları önler!” Yani önümüzde ki 15-20 yıllık bir dönemde, devrimci güçler kendi dinamiklerini örgütlemeyi başarabilirse, Orta Doğu başta olmak üzere, dünyanın bir çok noktasında emperyalistlerin geliştirecekleri lokal savaşalar ezilen halkların lehine çevrilebilir! Bu bilinçle proletaryanın bilinçli bileşenleri sert ve acımasızca gelişecek savaşlara hazırlanmalı diye düşünüyorum. Emekçiler bundan sonra daha çok acı çekecekler ama, rüzgar onlardan yana esecek. Yeter ki proletaryanın öncüleri onu örgütlemeyi başarabilsin. Keza, acı ve gözyaşı yeni bir doğumun habercisidir!
Evet, ‘kısa’ da olsa gelişmelere kendimce değineyim istedim. Ama ne yazık ki hapisteyiz!..
En içten duygularla selamlıyor, özlemle kucaklayıp öpüyorum. Ula’da ve ona kuş bakışıyla bakan zirvelerde görüşebilmek umuduyla. Yoldaşlara selam ve sevgiler...
Hoşça kalın...
 H.GÜRER”


Bu “mektup”, Orta Doğuda bugün yaşanmakta olan olguların teorik temellerinin irdeleneceği yazı dizisinin “Giriş” bölümünü oluşturmaktadır. Çünkü yukarıda ki teorik analizleri koymadan konuya girmek olmazdı. Sonra ki bölümlerde ise, gelişmelerin daha da tarihsel geçmişine gidecek ve tekrardan güncele dönerek Kobanê direnişinin geldiği aşamayı analiz etmeye çalışacağım.