Geçtiğimiz
aylarda 12 Eylül darbesini gerçekleştirenler “zaman aşımı” ile aklandı. Tabii
bu durum “yetmez ama evet”çilerin hoşuna gitmemiş olabilir. Çünkü görmek
istemedikleri fakat ülkenin bir gerçekliği olan faşizmin devletin ta kendisi
olduğunu… Onun içindir ki Koçgiri, Dersim, Zilan, Roboski, Suruç ve Ankara
katliamının asıl faillerinin devlet olduğu gerçeğini savunanlar ve teşhir
edenler 12 Eylül’de Amed Zindanlarında yaşatılanları da asla ve asla
unutmayacak, “darbecilerle” zaman aşımına bırakmayacak!
Evet, 12 Eylül darbesi sonrası darbenin mimarı
generaller, 1980-1988 yılları arasında ülke yönetimini ellerinde tuttu. Bu
dönemde ülke genelindeki tüm hapishanelerde yoğun işkence ve katliamlar
yaşandı. Ancak Metris, Mamak ve Diyarbakır 5 No’lu Hapishanesi’nde yaşatılanlar
daha katmerliydi. Çünkü buralarda yaşanan işkence ve katliamlar bir bütün
insanlık onurunun ortadan kaldırılması çabasıydı. Bu minvalde İngiliz The Times
gazetesinin 28 Nisan 2008 tarihli sayısında “Dünyanın en kötü 10 cezaevi”
listesine Diyarbakır 5 Nolu Hapishanesini eklemesi ülkedeki diğer
hapishanelerden farklı bir uygulamanın yaşatıldığını da bir yanıyla kanıtlıyor.
Artık Amed zindanında ölümden öte yaşatılan insanlık dışı
uygulamalarının bir bütün özel bir organizasyon sonucu gerçekleştirildiği
herkesçe aşikar. Ondandır ki üzerine çok hikayeler, romanlar, yazılar yazılan;
belgeseller çekilen bir çok tartışmada sürekli gündeme gelen Amed Zindanındaki
vahşi uygulamalar son olarak Hakan Gürer’in İZ belgeseliyle hafızalarda yeniden
canlandı.
Hakan Gürer’in uzun uğraşlar sonucu gerçekleştirdiği İZ
belgeseli devletin insanlık onurunu hiçe sayan uygulamalarını dönemin canlı
tanıklarıyla, bütün yönleriyle seyirciye anlatmaya çalışması takdir edilmesi
gerekir. Bu yanıyla diğer belgesellerden farkı tanıkların anlatımının yanında
avukat ve psikologların da yaşatılan işkencelerin hedefi ve işleniş biçiminin
yanında neden ve nasıl olduğunu ortaya koymaya çabasıdır. Çünkü Amed
Zindanı’nda yaşatılanlar hem insan haklarının hiçe sayılması bakımından hukuki
bir süreç olarak sonuçlandırılmamış hem de yaşanan işkenceler sonucu psikolojik
olarak hala atlatılamamıştır. İz Belgeseli bunu hatırlatması yönüyle de
önemlidir.
Aradan onlarca yıl geçmesine rağmen işkencelere maruz
kalan tutsakların yaşadıklarını anlatırkenki ürpertiyle karışık öfkeleri
anlatımlarına yansıyordu. Kimi anlatırken yeniden yaşıyor kimi yaşadığı
travmayı atlatamadığı için gözleri doluyordu. Bunun yanında sırf Ermeni olduğu
için işkence gören Garabed Demirci’nin anlatımlarında öteki olmanın hala ne
kadar özel uygulamaya maruz kalmanın sebebi olduğunu gösteriyordu. Bununla
beraber Amed Zindanı’nda devletin tek tipleştirme saldırılarının nasıl
işletildiği, işkence gören kişinin Türkçe bilmediği için görüşe gelen annesiyle
bakışmaları hafızalara işleniyordu belgeselde. Hapishaneden çıktıktan sonra
yaşadığı travmayı atlatamayanların yaşamlarına son vermeleri de işleniyordu
belgeselde, işleniyordu izleyenin yüreğine...
İZ Belgeseli’nde tanıkların anlatımları tahayyül
sınırlarını aşan, tahammülü mümkün olmayanın tarifi ile anlatılmaya çalışılmış.
Ölümü kurtuluş olarak görmenin çaresizliğiyle yaşadıklarına inanmayarak
anlatılmış. Ve 12 Eylül faşizminin cehenneme çevirdiği Amed Zindanı’nın izleri
hala devam ettiği açıkça gösterilmiş.
Kaynak:
http://ozgurgelecek1.net/kultur-sanat-haberleri/24889.html?task=view