H.GÜRER
11 Haziran 2017
Doğa ve toplumsal olayları doğru anlamak ve gerçeği
bulmak, onları doğru inceleyip analiz etmekten geçer. Bunun için de izlenen
metot büyük önem taşır. Doğa ve
toplumsal olayları araştırma, inceleme, bilgi edinme metodumuz diyalektik, aynı
olguları analiz edip yorumlamamız ise materyalist olmak zorundadır. Ancak
diyalektik materyalizmin bilimsel kuralları esas alınarak doğa ve toplumsal
olaylar/gelişmeler doğru incelenebilir ve siyasal olaylarla ekonomik çıkarlar
arasındaki ilişkiler ortaya koyulabilir. Sosyal dünyaya bilimsel bakmak,
anlamak ve analiz etmek ampirik görüngülerle değil, tarihsel, yapısal, karşılıklı
bağlantılar, eylemsel ve değişken bir bakışla ele almakla mümkündür. Bu
bağlamda, güncel gelişmeleri, çok gerilere gitmeden, yakın tarihsel olgulara
mercek tutarak irdelemeye çalışalım.
“ABD Başkanı Trump, ilk “yurtdışı gezisini”! Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’a ardından İsrail’e ve Vatikan’a yaptı. Yani üç din’in başkentine!
Sünniliğin merkezi Sudi Arabistan ve Katolikliğin merkezi Vatikan’a! Gösterilmek
istenen “Dinsel-mezhepsel” temelli bir ‘dış politika’ydı! Belki buna “anlaşılır”
diyenler olabilir. İşin bu kısmı çok önemli! Ama madem “anlaşılır” o halde Rusya
merkezli Ortodoks, İran ağırlıklı Şiilik inançları unutuldu mu?!
“ABD Başkanı Trump, bu “ziyaretlerinde” Sudi Arabistan da Kral Selman ile
110 milyar dolarlık ABD tarihinin en büyük silah antlaşmasını yaptı[1].
Bu anlaşma, 30 Nisan tarihinde yazdığım “Anglo-Sakson
ittifakı ve Arap Sünni-NATO’su!”[2] yazısında amaç
ve stratejisini anlatmaya çalıştığım “askeri paktın” teçhizat donanmasını sağlamanın
adımlarından biriydi. Trump bu anlaşmayla da yetinmemiş, bu paktın içerisinde yer
almakta kerhen “evet” demiş ama ‘zayıf’ duran Katar’a da, Şanghay (ŞİÖ) paktına
da mesaj vermek için “kılıç dansı” yapmıştı.
Trump’un ziyaretini uluslararası medya “İslam’ın barışçıl
vizyonu için umutlarını anlatacak” diyerek manşetler geçti. Hem de seçim
kampanyasında Müslümanlar hakkında yaptığı açıklamalara ve ABD’ye giriş
izinlerinin geçici olarak yasaklanmasını savunan Trump için bu manşetler
atıldı! Ki, Müslüman Sudi Arabistan Kralı Selman, Trump’un bu çıkışlarını ülkedeki en büyük sivil onur madalyası olan Kral
Abdülaziz madalyası ile
ödüllendirerek Trump’a bir zat “devlet nişanı”nı kendisi taktı…
Aynı medya 110 milyar dolarlık silah anlaşmasında bölge
de “barışçıl” değil, katliam, savaş ve daha fazla kan akacağını yazmadı! Oysa, 110
milyar dolarlık silahlarla efendi-uşak ilişkilerinde bölgeye nasıl bir “barış”
getirileceğini tüm dünya gayet iyi biliyor. Hatırlamayanlar için en kaba halini
not düşelim; geçtiğimiz 15-20 yıl gibi kısa zaman içinde Suriye’de 500 bin,
Irak’da 1 milyon, Mısır’da 4 bin, Afganistan’da 100 bin, Yemen’de 20 bin insan resmi
rakamlara göre katledildi. Bunlar sayabildiklerimiz! Milyonlarcası da yerinden
yurdundan oldu. Coğrafyanın demografik yapısı adeta değiştirildi. Bu rakamlara
Nijerya, Pakistan, Lübnan vb. ülkeleri dahil etmedim bile. Yani 1.6 milyon
insan 15-20 yıl içinde katledildi! Bu, yılda 100 bin civarında insanın katliamı
demek!.. Bu katliamların her biri de kendisine Müslüman’ım diyen ve
karşısındakini yerince Müslüman görmeyenler tarafından “Allahu-Ekber” diyerek
birbirlerine karşı “cihat” ilan ederek yapıldı…
Kılıç dansı ile mesajlarını veren Trump’un, bölge
ziyaretinin hemen ardından Katar resmi haber ajansı QNA kamuoyu ile bir haber
paylaştı. Bu haber, Katar askeri okul mezuniyeti sırasında Katar Emiri’nin “Trump’un
kendi ülkesinde hala iktidara gelmesinin Rusya’nın siber müdahalesi ile geliştiğine
dair şaibelerin bulunduğu ve soruşturma halinde olduğu, Beyaz Saray’da uzun
süre kalamayacağı”, “İran’a yönelik beslenen düşmanlığın doğru olmadığı”, “Suudileri
ve çevresindeki Körfez ülkelerini ‘İsrail’le müttefik olmak ve ABD’nin kuklası
olmak” vb. vb. yaptığı açıklamalardı. Ancak bu haberler kısa süre içinde Katar
tarafından “siber saldırıya uğradık,
Emir’imiz böyle açıklamalar yapmadı” diyerek yalanlandı ve haberler
silindi.
Tüm bu gelişmeler Suudi Arabistan'ın başını çektiği körfez ülkelerinin Katar'la ilişkilerini “açık ve gizli gerçekleştirdiği ciddi
ihlaller, terör örgütlerini barındırarak teröre destek vermesi, basın yayın
organlarında terör örgütlerinin propagandasını yapması, Katif ilindeki İran
bağlantılı terör eylemlerini desteklemesi, aşırıları barındırması, Yemen'deki
Husi militanları desteklemesi” gerekçesiyle kestiğini duyurdu. Hem de bu iddia da bulunan 7 ülkenin de destek
verdiği yerler çok aleni bilinirken! Hani derler ya “dinime söven Müslüman olsa”
bari!.. İşte bu açıklamaların ardından Katar diplomatik kuşatma altına alındı. Hatta
Suudi Arabistan’ın Katar sınırına askeri yığınak yaptığı ve Katar Suudi Arabistan tarafından işgal edilecek”
haberleriyle gerilim arttırıldı…
Peki Katar Suudi Arabistan tarafından bir işgale maruz
kalır mı? Bu bugün ki durumda pek olası gözükmüyor. Ki, Katar bunu hesaplamış
olmalı ki, olası bir işgale karşı bir “garanti” olarak ülkesini ABD üssüne
çevirmiş durumda. (Katar tarafından ABD askerlerine açılan üslerden ‘El Ubeyd
Üssü’nün ise “İran’a karşı kullanılmamak şartıyla” açtığının da altını
çizelim!) Böylesi bir işgal ancak ve ancak bu üslerin tahliyesi, ABD’nin
ülkeden kovulmak istenmesi halinde gerçekleşeceği çok açık. Bugün böyle bir
durum söz konusu değil ve Katar’a yapılan bu diplomatik kuşatma ile Katar'ın
biraz hırpalanarak, kulağının çekilip daha da arzu edilen çizgiye gelmesini istiyorlar.
Yani kontrollü bir kaos yaratılıyor diyebiliriz. Kontrollü ama ciddi riskler
içeren bir kaos! Ancak bilinmeli ki, ABD Katar’dan öyle kolay-kolay vaz geçmez.
Katar’ın günde
656 bin varil petrol ürettiği, aynı zamanda sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ithal ettiği de
unutulmamalı. ABD böylesi bir enerji merkezinden öyle kolayca vaz geçebilir mi?
Böylesi önemli bir enerji merkezini Şanghay paktının kucağına atabilir mi?!
Bölgede ki Katar çatlağı, Şanghay paktı için önemli bir fırsat. Herkes
kendi hamlesini bölgede ki piyonları üzerinden seri bir şekilde temkinlice
yapıyor. ABD 7 Arap ülkesi üzerinden, Şanghay paktı ise Türkiye ve Pakistan
üzerinden bu hamlelerini yapıyor. Şüphe yok ki, önümüzde ki günlerde oyuna yeni
ve beklenmedik aktörlerin de katılması pek olası!
2013 yılında başını Suudi Arabistan’ın çektiği Körfez ülkeleri
tarafından Mısır’da darbe ile indirilen Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'ye destek
veren Katar bu ülkelerle ayrı düştü. Katar’ın Suudi Arabistan’la ters düşmesi petrol boru hattından kaynaklı
çekişmelerine, ABD ile ters düşmesi ise Arap Baharında ‘Müslüman Kardeşler’in
düşürülmesine ve Suriye’nin düşürülememesiyle devam etti. Katar = Müslüman
Kardeşler demekti! Suriye’nin düşmesi ile Katar’ın Suriye-Türkiye üzerinden Avrupa’ya
boru hattı üzerinden petrol ve sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ithal
edebilecekti. Tüm bu vb. bir çok olgu Katar’ın Suudi Arabistan’la ters
düşmesine, ABD’den uzaklaşıp İran’a (dolayısıyla Şanghay paktına) yakınlaşmasına
neden oldu. Şimdi ise ABD ve Körfez ülkeleri tarafından kulağının çekilip, hizaya
sokulmaya uğraşılıyor.
İran bölgede önemli ve büyük bir güç. Zira Şanghay
paktının önemli ileri karakollarından biri. Suudi Arabistan ezelinden beri İran’a
karşı alternatif bir güç olmaya çalışmakla beraber, bölgede İran’ın yerine
geçmek isteyen tarihsel hesaplaşmalar güden bir ülke. Aynı zamanda Ortadoğu da
İran etkinliği kırılırsa ABD ve İsrail tarafından desteklenen ve hakim güç
konumuna getirilmek istenen ülkelerden biridir. Dolayısıyla, bu gün Katar
kuşatmasında oynadığı rol ile oluşturulması düşünülen Arap-Sünni NATO’sunun da
aslarından biri. ABD’nin silah anlaşmasını bu ülke üzerinden yapması ona
biçilen rolü de göstermektedir.
Peki ama Katar, İran ile
geliştirilmeye çalışılan kaosdan neden kaçınıyor? Tabi ki, bunun bir çok nedeni
var. Ama en tayin edici nedenlerinden biri Katar'ın Basra Körfezi'ndeki
doğalgaz yataklarının, İran ile komşu olan doğalgaz yataklarının olması
diyebiliriz.
Türkiye’nin çıkmazı!
Ortadoğu sarmalında Türkiye ne yazık ki istese de yaşanan
kaosların dışında kendisini tutamaz. Yani Ortadoğu yıkılsa bile, bir İsrail gibi
istese de “dışında” kalamaz! Bu hem Türkiye’nin yapısal gerçekliğinden, hem de içerisinde
olduğu uluslararası ilişkilerden, bağımlılıklardan ve iktidar olanların iktidar
olmadan önce uluslararası emperyalist güçlerle yaptıkları anlaşmalardan
kaynaklı. Yani devletin yapısal, biçimsel ve iktidarının niteliğinden kaynaklı!
Türkiye farklı din ve inançlara sahip çok uluslu bir
ülke. Ancak tarih boyu diğer ulus ve inançlar baskılanarak varlığını sürdürmüş
bir ülke. ‘İktidar’ hep Sünni Türklerin ‘kontrolü’ altında gözükse de özünde ipler
her daim uluslararası güçlerin elinde olmuştur. Bu gerçekliği manipüle etmek
için, başta kendi vatandaşlarına ve bölge halklarına ‘bölgede hakim güç’ imajı
çizen, oyun kurduğunu gösteren ama esasen oyunun içinde figürleşen pozisyonlara
düşmekte. Başta kendi topraklarında yaşayan çeşitli uluslar ve inançlarla/insanlarla olmak üzere, hiçbir
komşu ülke ile ilişkileri iyi değil. Hem içte hem dışta bir kuşatma altında.
9 Haziran tarihinde Kazakistan'ın başkenti Astana'da
düzenlenen Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) devlet başkanları zirvesinde Pakistan
ve Hindistan'ın örgüte tam üyeliği onaylandı. Tüm
bu seri hamlelerin hiç biri tesadüf değil. Türkiye ve Pakistan’ın Katar’a asker
çıkarması da, Pakistan ve Hindistan'ın Şanghay
paktına tam üyeliğinin kabul edilmesi de bu hamlelerden yalnızca biri. Türkiye’nin
veya Pakistan’ın Katar krizi üzerinden “biz de bölge de oyun kuruyoruz, biz de
oyunun aktörleriyiz” diyerek Katar blöfü üzerinden pirim yapmaya çalışmaları, apolitik
kitleler üzerinde etkili olabilir fakat, yüz yıllık senaryonun içeriğini ve aktörlerini
şu veya bu oranda bilenler ise, bunun ‘maşa-ateş’ ilişkisinden öte bir şey olmadığını
bilecektir.
GODKA
kapsamında yazılan senaryo, yüz yıllık koca bir oyun. Senaristler usta,
figüranlar sadık, oyuncuların her biri senaryoya ve kendilerine biçilen role
karşı tutkulu ve ‘inançlı’. Ortadoğu da Katar kuşatması gibi nice yeni hamleler
yapılacağı açık. Yani halkımızın değimi ile “eşeğin büyüğü ahırda”! Katar bu
kuşatmaya ya boyun eğecek Suudi cephesinde yerini alarak GODKA projesi
kapsamında üzerine düşeni yapacak yada İran’a yaklaşacak. Birinci ‘seçenek’
kuvvetli olasılık. Ancak kronikleşerek büyüyen yeni güçleri de içine çeken bir
krize dönüşmesi de büyük olasılık. Net olan bir şey var ki, o da bölge
halklarını daha büyük acıların beklediğidir!
O
halde “Ne Yapmalı” sorusunu daha sıklıkla kendimize sormamız gerekiyor. Ta ki
doğru cevaplar alana dek…
[1] http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-39987397
[2] http://hakangurer.blogspot.ch/2017/04/anglo-sakson-ittifak-ve-arap-sunni.html
[3] http://www.yeniakit.com.tr/haber/kral-selmandan-trumpa-devlet-nisani-331540.html
[4] http://haberrus.com/politics/2017/06/09/hindistan-ve-pakistan-sanghay-isbirligi-orgutune-uyelikleri-onaylandi.html