H.GÜRER
20 Haziran 2016
Yazımızın birinci kısmında, işin psikopatolojik
vakalar bölümüne kısaca değinmeye
çalıştık. Bu bölümde de yer yer değineceğiz ancak daha çok yapılan
paylaşımların egemen güçler tarafından sınıflandırılıp, bu araçları bilinçsizce
kullananları farkında olmadan nasıl yönlendirdiklerine değinmeye çalışacağız.
Yazılara sıklıkla gelen yorumlar
“çok uzun yazmışsın, zaman yok okumaya” oluyor. Oysa ben kütüphanemde binlerce
sayfa kitap okumak için uğraşıyorum, okuyamadığım her gün suçluluk
duygusu yaşıyorum. Ancak sanal âlemde uzun saatler mesai yapanların bir
paragraflık yazıların dışındaki yazıları okuyacak zamanı olmuyor! Bunu da
“zaman yok” diyerek açıklıyorlar. Oysa aynı kişiler zamanlarını dünyanın en
aptal, en saçma troll videolarını paylaştıklarını, yine aynı içerikteki twitter
ve face yorumları altında günlerce polemikler yaptığını görebiliyoruz.
Milyarlarca insanın ‘kullandığı’ iletişim,
bilişim gibi medya araçları, insanların yönetilmesi ve yönlendirilmesinde
egemenlerin elindeki en büyük araçlardan biridir. Kitle iletişim araçlarının,
dördüncü güç olarak kullanıldığını, algının, duygunun ve düşüncenin ve
davranışların kontrol edildiği ve yönlendirildiği bir alan olduğunu teorik
olarak bilmeyen yok. Bu ‘farkındalık’ ve bilinçle bu araçlar kullanılıyor
diyebilir miyiz? Tabi ki hayır.
Milyarlarca kullanıcısı olan
Facebook, kullanıcılarını her sabah “Ne düşünüyorsun?” diyerek karşılıyor. Verilen
cevaplara göre gündelik ruh halimizi kaydediyor. Sonra sevdiğimiz müzikten,
hoşlandığımız renklere dek tepeden tırnağa tüm özelliklerimizi alarak
sınıflandırıyor. Bu bilgiler, uluslararası kapitalist güçlerin, dev tekellerin,
o ülkenin insanına yönelik tüketim objelerini pazarlamasında ve üretimlerinin
de bir istatistiği oluyor.
Facebook sizi sizden iyi tanıyor.
Zaman içinde tüm alışkanlıklarınız, özellikleriniz havuzlanıyor. Yazdıklarınızdan,
paylaştıklarınızdan, beğendiklerinizden vs. veri depolama ve geliştirme tekniği
ile akıllı makine öğrenme algoritmaları aracılığıyla, bir sonraki alışverişinizin
ne olduğunu dahi tahmin edebilecek kadar sizi tanıyor. Öyle tanıyor ki, varlığından
habersiz olduğunuz, kafanızda tasvirini yapmadığınız şeyleri beğeneceğinizi
bildiği için “ilginizi çekeceğini düşündüğümüz” şeyler olarak öne çıkarıyor.
Size sunuyor. Siz, varlığından dahi haberdar olmadığınız birçok şeyi bu
reklamlar aracılığıyla öğreniyor, beğeniyor ve satın alıyorsunuz. İnsanı bu
aşamaya getirmek pek zor olmadı. 10-15 yıl gibi kısa bir zaman dilimi,
milyarlarca insanın bilgilerini ve düşüncelerini toparlamaya, insanlarda yeni
bir davranış biçimi, yeni alışkanlıklar ve bağımlılıklar geliştirmeye yetecek
kadar kısa bir zaman oldu. Bunları nasıl bu kadar fark edilmeden yaptıklarına
göz atmak isteyenler 2005 yılında kaleme aldığım “Echelon, Promis, Mernis – Ölüm mangaları ve arka kapı!”[1]
yazısına göz atabilirler.
Uzmanlar, sanal alemde uzun süre
zaman geçirmenin, depresyona yol açtığını söylüyor. Sanal alemde depresif
etkilerin özellikle istendiğini, röntgenciliğin özellikle yaygınlaştırılmasına
teşvik edildiği ise araştırmaların sonuçlarından yalnızca bazıları. Bunun
ekonomik nedeni; depresyondaki insanların normalden fazla alışveriş yaptıkları
ve röntgenlediği insanların sahip olduklarına sahip olma güdüsüyle kendilerini
kamçılayıp tüketim kültürünü hızlandırmalarıdır. Bunun politik hedeflerinden
biri ise; hayatı eğlenceden, çeşitli zevk arayışlarından, lüksten, paradan
ibaret sayan, bireysel yaşamı ve egoistliği geliştiren, toplumsal
sorumlulukları silikleştirerek unutturan özelliğin olmasıdır. Yapılan her
paylaşımdan hızlıca beğeni, övgü ve geri bildirim beklemek, hastalık düzeyinde duygusal
tatmine ihtiyaç duymak, yalnızca tatmin olma üzerine kurulu bir sanal dünya
insanına dönüşmeyi beraberinde getirmektedir.
Toplumsal olaylar karşısında
insanlar tepkisini öfkeli bir not paylaşarak veya kızgınlığını, isyanını ifade
eden emojiler paylaşarak dile getirmeye çalışıyor. Bu ifade ediş, esasen sistemin
kişilerde ‘sanal alem’ üzerinden ‘gazını alma’ etkisi yaratıyor. Kişi(ler) ruhsal,
duygusal rahatlama, kendisini tatmin etme, toplumsal olaya karşı tepkisini
dile getirme rahatlığı hissine kapılıyor. Oysa tepkiyi, tavrı o koca
‘sosyal-sanal’ boşluğa haykırmaktan başka bir şey yapmıyor. Bu ‘sosyal-sanal’
alan işin bir de bu kısmını oluşturuyor. Yani argo ifade ile gazınızı alıyor! Tepkileri,
öfkeleri, isyanı, karşı koyuşları, ret etmeyi, toplumsal ve insansal
sorumlulukları da sanal alemde hapsediyor. İnsanlar herhangi bir kitle
etkinliğinde bulunmak veya herhangi bir toplumsal sorumluluğu yerine getirmek
yerine, o etkinliğin duyurusunu veya haberini paylaşarak, “beğenerek”
sorumluluğunu yerine getirdiğini sanıyor. “Neden etkinliğe gelmedin?” sorusuna
“Beğendim ve paylaştım ya” yanıtı, işin hangi kerteye ulaştığını görmemiz için yeterli
sanırız!
Bu araçlar doğru, bilinçli ve
ölçülü ele alınmadığında, sadece kişilerde kişilik erozyonu, düşünüş ve
davranış bozukluğu, çeşitli ruhsal ve psikolojik alışkanlıklar ve hastalıklar
yaratmıyor. Aynı zamanda bütün dünyanın düşünsel, duygusal, davranışını yani
nabzını elinde tutuyor. Bunu nasıl yapıyorlar? Şüphesiz milyonlarca yolu ve
yöntemi var bunu yapmanın. Ancak en başta herkesin kendisini paylaşımlarıyla
teşhir ve ihbar etmesine borçlular. Sonra kullanıcıların duygu durumunu tespit
etmek için dakikada 19 bin tweet’i Avusturalya Black Dog enstitüsü ve bilim
kurumu CSIRO “We Fell” (Hissediyoruz) tekniği ile inceliyor. Ya peki, 6 bin dev
tekelin, yalnızca Facebook sayfalarında, her biri günde 1,5 milyon kullanıcının
TrackMaven paylaşımlarını en detaylı ayrıntısına kadar
incelediğini biliyor muyuz? Tabi ki hayır. Bilsek bile bu alışkanlıklarımızdan
vaz geçecek miyiz? Tabi ki yine hayır. Alışkanlık ve bağımlılıklarımızdan
kurtulmaya cüret etmediğimizden, bu tür şeyleri “komplo teorisi” veya “ben
istediğimde bırakırım” türlü kendini kandıran şeylerle geçiştireceğiz. Çünkü bağımlıyız
ve bağımlılığın her türlüsü kölelikten farksızdır. Günümüz dünyasında
teknolojiye karşı bilinçsiz yaklaşımımız, çok yönlü bağımlıklar geliştirdi. Objelere
verilen değer arttı. Objelerin değeri arttıkça insana verilen değer o oranda
azaldı.
Gelişen teknolojiyle birlikte
yaşamımıza giren önemli sağlık sorunları da oldu. Artık kilonuza,
kolesterolünüze, ruh sağlığınıza dikkat etmeniz yetmiyor, beyin sağlığınıza da
dikkat etmeniz gerekiyor. Zira teknolojiyi bilinçsiz kullanış, insanı, yalnızca
normal insani ilişkilerden, davranışlardan uzaklaştırmakla kalmıyor, göz ve
beyin yorgunluğuna ve beraberinde ciddi tahribatlara yol açıyor. Bilim
insanları, saatlerce aynı şeyi aktivite eden insan beyinlerinde önemli
değişimler olduğunu söylüyor. Bunların en başında da dikkat eksikliği geliyor.
İnternet kullanımında geçirdiğimiz/harcadığımız zaman, hayatımızda
geliştirebileceğimiz önemli bir beceriyi geliştirmemizde büyük bir engel teşkil
ettiğini söylüyorlar. İnternet teknolojisi kullanılmalı, ancak onu hayatımızın vaz
geçilmez, onsuz yaşanmaz haline dönüştürmek, insani olan başka şeylerin yerine
geçirmek ölümcüldür.
Devam edecek…